Smithsonian’ın Washington D. C.’deki Ulusal Portre Galerisi kısa zaman önce, Barack ve Michelle Obama’nın kendilerini resmetmek için sırasıyla portre ressamları Kehinde Wiley ve Amy Sherald’ı seçmiş oldukları haberini Amerikan tarihinin dehlizlerine fısıldadığında, zaten bildiğimiz şeyi onaylamış oldu: Siyahi resmin yeni altın çağını…
Özel olarak siyahi figüratif resimler ve portrelerin uyanışına tanıklık ediyoruz. Baltimore’dan Sherald, 44, geçen hafta telefonda bana, Michelle Obama bir figür olarak “bir arketiptir” dedi. “Her türden insanın resimlerime bakıp kendilerini görmelerini istiyorum, tıpkı benim bir siyah kadın olarak bir Reese Witherspoon filmi izlediğimde onunla empati kurabildiğim gibi. Çünkü yaşayabilmek için beyazlığı bu yolla içselleştirmeliyiz.”
Ulusal Afrikalı Amerikalı Tarihi ve Kültürü Müzesi’nde, namıdiğer Blacksonian’da Sherald’ın 2013 tarihli yağlı boya tablosu Grand Dame Queenie dikkat çekici bir biçimde sergileniyor. Tablo elinde beyaz bir fincan ve fincan tabağı siyah bir kadını tasvir ediyor. Siyaz beyaz çizgili bir pantolon ve boyunda bir çemberle bağlanan kırmızı bir bluzla birlikte sapsarı bir eşarp giyen ve izleyiciye sakin bir bakışla bakan figür, sanatçının imzasının attığı “gri dolgulu” resim tekniği ile yapılmış. Figürün siyah derisi gri gölgelerle ifade edilmiş.
Sherald’a bir çıkış noktası olarak siyah bir bedeni neden grileştirdiğini sorduğumda bana, “Ben kendi idealimim” diye yanıt veriyor. “Çağdaş bir siyah anlatıdan yoksunuz çünkü müzelere girdiğimde göremediğim benim yaşadığım bir anlatı var. Ben bu hikayeleri görmek istiyorum, dolayısıyla benim için anlatının içini benim yaşamış olduğum hikayelere benzer imgelerle doldurmak önemliydi” diye de ekliyor. “Birinin resim öldü demesi ile bunun bir olgu ya da gerçek olması gerekmiyor –resim, bir bakıma, sanatın ruhunun gıdasıdır.”
Duyarlılığı, ünlü Afrikalı Amerikalı ressam Kerry James Marshall’ın bana geçen sene söylediklerini yansıtıyordu: “Çok yakından yontuyorum ve keşfedilecek pek çok alan olduğunu, temsil edilecek alanın, resim için bile, henüz tamamen tükenmemiş olduğunu göstermek için kendimi figürle birlikte kalmaya adıyorum.” Onunla gezici retrospektif sergisinden, Kerry James Marshall: Mastry, hemen önce konuşmuştuk. Sergi Chicago Çağdaş Sanat Müzesi’nde açılmıştı. Marshall’ın ufuk açıçı 1981 tarihli otoportresiyle, A Portrait of the Artist as a Shadow of His Former Self (Eski Benliğinin Bir Gölgesi Olarak Sanatçının Portresi), başlayan bu sergi durmaksızın “Resim öldü” diye söylenen beyaz sanat dünyasının yüzüne bir tokat gibi indi.
Bu sözler ilk olarak büyük bir olasılıkla, anlatılanlara göre ünlü Fransız tarih ressamı Paul Delaroche eski bir fotoğraf tekniğiyle karşılaşıp resmin öldüğünü ilan ettiği zaman, 1839 civarında telaffuz edilmişti. Onun neyi kastettiğini görmek hiç de zor değil: Eğer basitçe fotoğrafı çekilebiliyorsa neden bir resme emek verilsin? O günden bu yana neredeyse her on yılda, sanattaki ifade biçimlerinin her yeni ilerlemesi resme bu soruyu sormuştur: 1900’lerin ilk yıllarında Marcel Duchamp ve Dadaistler, 1960’ların kavramsalcıları ve geleneksel sanat üretimi pratiklerini reddeden diğerleri, hepsi bu tür pratiklerinin çoktan hayat hakkında ifade edebileceklerinin hepsini ifade ettiği kisvesine bürünmüşlerdir.
Amerika’daki siyah sanatçılar bu yanlış kavramsallaştırmaya ilk olarak 60’lar ve 70’lerde toplu olarak meydan okudular. Medeni Haklar ve ardından Black Panther hareketlerine tepki olarak, Emma Amos ve Faith Ringgold gibi Afrikalı Amerikan sanatçılar ve tüm ülkeden diğerleri siyah figürler boyamaya başladılar bir yandan da Siyah Sanat Hareketi olarak gevşek bir şekildi örgütleniyorlardı. Bu hareket, siyah insanların sanattan ve ana akım kültürden dışlanmasını sorunlaştırıyordu. Örneğin Chicago merkezli avangart sanat kollektifi AfriCOBRA, ki içinde Jeff R. da bulunmaktaydı, pozitif siyah insan imgeleri yapıyordu. Donaldson grubun manifestosunda “coolade renkleri” çağırıyordu ve kuruculardan biri olan Jarrell Wadsworth siyah iktidar hareketinin lideri Angela Davis’i genç siyahların bilincine hitap eden kendi sloganları ve sözcükleri ve canlı renkleri ile yorumlamıştı.
Nisan’da ölen halk ressamı Barkley L. Hendricks, 60’ların sonlarında ünlenenlerden biriydi ve Batı görsel kültürünün tarihsel beyaz egemenliğine karşı mücadele etmek için siyah halkın olumlu imgelerini yapmanın siyah sanatçıların işi olduğu fikrini bilhassa reddediyordu. Woody adlı çalışmasında olduğu gibi (sarı mayo giymiş ve aynı renk bir perdenin önünde danseden koyu renk siyah bir adamın verdiği dans pozunu resmeden 1973 tarihli bir çalışma), siyah halkı nasıl görüyorsa öyle resmetmiştir. İktidar ya da protesto sembolleri olarak değil tam tersine hayatın içinde gerçekte ne ise o biçimde. Eski Ustalardan, Amerikan gerçekçiliğinden etkilenen Hendricks’in sanatı, 60 lar ve 70 ler’de çalışmış pek çok siyah sanatçı gibi kısa bir süre ilgi çektikten sonra popularitesini yitirmiştir. Örneğin Amy Sherald, Barkley L. Hendricks’in ya da Kerry James Marshall’ın adını resim master’ını 2004 yılında tamamlayıncaya kadar hiç işitmemiş. Sherald, “Ben büyürken resim yaparken izleyebileceğim hiçbir sanatçı yoktu” demişti.
Oysa bugün nereye baksanız, siyah figürü yalnızca sanat tarihi kayıtlarını düzeltmenin bir yolu olarak değil ama siyah halkı nasıl görüyorlarsa o biçimde resmetmek için kullanan siyah sanatçıların açtığı resim sergilerini görüyorsunuz. Hendricks ve Marshall’ı izleyen ressam nesiller, ki buna Jordan Casteel Devan Shimoyama, Mario Moore ve Njideka Akunyili Crosby (çok yakında MacArthur “dahi” ödülünü aldı) gibi genç sanatçılar da dahildir, temsiliyet sorumluluğu ile boğuşmaktadırlar. Yani resmi kimliğe, cinsiyete ve çağdaş kişisel ve toplumsal politikalara değinmenin bir aracı olarak kullanmak…
“Siyah adam figürünün resmini yapıyorum çünkü o benim” diye açıklıyor Jeff Sonhouse, 49. “O işte benim.” Tanık Koruma Programı isimli geometrik olarak kamufle edilmiş bir siyah adam figürünü betimleyen yağlı boya çalışmasında ve New York Tilton Galeri’sinde halen devam etmekte olan solo sergisinde yer alan diğer çalışmalarında, onun “sürtünme” adını verdiği bir his mevcut, çünkü siyah figüre izleyiciye gerçekten görünür olmak yerine gizleniyor. “Görülme hissi beni motive etmiyor” diyor sanatçı. “Eğer dahil edilsem ya da bir bakıma içerilsem gerçekten umrumda olmaz.” Bu bana Hendricks ile ölemeden önce yapılan bir söyleşiyi hatırlattı. Sonhouse şöyle devam etti, “Beni ne harekete geçirir, kahrolası derecede iyi işler yapmak.”
2017 Whitney Bienali‘ndeki Philando Castile’in vurulmasını dikkatlice resmeden canvas çalışması Bir Değişim Yaşamadıkları Zamanlar, Yeteri Kadar Hızlı’da Henry Taylor ya da New York Sikkema Jenkins Galeri’sinde şu sıralar açtığı sergisinde yaptığı öfkeli dönüşle Kara Walker gibi sanatçılar, canvası şimdi olduğu gibi resmetmek yerine Amerikan tarihinin zor bölümlerini araştırmak konusunda kullanmak yönünde bir arzuyu paylaşıyorlar. “Açıkçası bir resim sergisi için bir açıklama yazma ihtiyacı duymuyorum” diyor Walker resim sergisi için yaptığı açıklamada… Sergi siyahlığın bu ülkeden silinmesine ve aşağılanmasına yol açan berbat dehşetleri, kağıt ve keten üzerine sumi mürekkebi, bıçak ve yağlı pastel ile araştırmakta… “Bir kişinin kaç biçimde ırkçılık diyebileceği bizim Amerikan mitolojisinin ekmek kapısı olmuştur.”
Bunların hiçbiri soyutlamanın şu anda siyahi resimle bir ilgisinin olmadığını söyleyebilmemizi mümkün kılmıyor. Jennifer Packer, Tschabalala Self, Derrick Adams ve 77 yaşındaki ikon Jack Whitten gibi sanatçılar oldukça soyutlamayı siyah figürün kimliğini ve resimde gösterilen dünyadaki yerini karmaşıklaştıran ve yücelten ilginç biçimlerde kullanmaktadırlar. (2017 Venedik Bienali’nde Amerika Birleşik Devletlerini temsil etmiş olan, saf soyutlama ressamı Mark Bradford dahi siyah bedenin toplumsal durumuna atıfta bulunmaktadır.) “Figürü düşündüğümde aklıma ölümsüzlük ya da bu dünyaya ait olmayan bir ötekilik geliyor, bu ötekilik bitimsiz bir olasılığı temsil ediyor,” Ganalı sanatçı Lynette Yiadom-Boakye bana şu an sürmekte olan New Museum sergisindeki hayali siyah insanları anlattı. Yiadom-Boakye’nin figürleri, turuncu, yeşil, mavi ve siyah fırça darbelerinin bileşiminden oluşmuş siyah bir adamın yağlı boya resmi olan Mercy Over Matter’da görüldüğü gibi, Amy Sherald’ın bana “luminal bir uzay” olarak tarif ettiği yerde var olurlar.
Kehinde Wiley, LACMA’da 90 larda Kerry James Marshall’ın bir berber sahnesini resmeden De Style adlı eseriyle ilk kez karşılaştığında, resimde siyah hayatlar hakkında ne tür hikayeler anlatılabileceği konusundaki fikrini değiştirdi. Yakınlarda kendisiyle Hello Mr. dergisi için yaptığım bir söyleşide bana “Resim, enstitünün duvarlarının sanki yabancılaştırıcı değil de ulaşılabilir ve geçirgenmiş gibi olduğu hissini verdi bana,” dedi. 2008’in Morpheus’u gibi portrelerle –basketbol şapkası, kolsuz gömlek, kot, kes ayakkabı giyen, boynuna altın bir zincir takmış ve bir çiçek denizine yaslanmış bir siyah adam, Wiley canvas üzerine çalıştı ve bunların asıldığı galeri ve müze duvarları sıradan siyah insanlara rastlanabilecek yerler oldular. Wiley geçmişi anımsayarak, “New York’a gittiğimde 11 Eylül Amerikası öncesindeki Harlem’e hücum ettim. Orada insanlar 125. Cadde etrafında caka satıyorlardı.” dedi. “Pratiğimi bunun etrafına sarmak istiyorum.”
Tıpkı “Modellerimi seçerken, yalnızca o kişide, onların yüzlerinde ve gözlerinde görebildiğim bir şey, onları büyüleyici kılan şey yüzünden seçerim” diyen Sherald gibi, Wiley ve diğerleri de daha önce resmedilmeden bırakılan bir varoluşu resmetmek için gerçek ve hayali siyah figürler kullanıyorlar. Wiley ve Amy’nin Ulusal Portre Galerisi için resimlerini yapacakları siyah figürleri ele alın, Obamalar da bir zamanlar hayal edilemezdi.
Kaynak: Antwaun Sargent, Wmagazine