…Nilbar Güreş’in “Açık Telefon Kulübesi” isimli üç ekranlı video işi, Bingöl kırsalında Alevi bir Kürt köyünde, telefon ile konuşmanın mevsimsel değişimine odaklanıyor. Kırsalın, doğadaki mevsimsel yaz-kış döngüsü, ihtiyaç ve çözüm olanakları dahilinde kadın-erkek döngüsüne evriliyor…
Arter’de açılan “Gökcisimleri Üzerine” sergisi, Arter’in kalıcı koleksiyonundan bir seçki ile izleyici ile buluşuyor. Kevser Güler’in, küratörlüğünü yaptığı sergi, Carl Sagan’ın “hepimiz yıldız tozuyuz” atomik ultra belirleniminden hareketle, yakın dönem çağdaş sanat pratiklerini bir araya getiriyor. İnsan, yıldız ve toz gibi nesnel göstergelerin aynı cümlede yan yana gelmeleri, dış dünyadaki gibi katı fiziksel karşılaşmadan farklıdır. Dilin olanakları dahilinde genişleyen bu dünya; madde, düşünsel olan ve yazı ilişkisel bir anlam ağı içinde iç içe geçer. Sergide yer alan işlerin bir şekilde sergi konsepti ile bütünleşmesi, Sagan’ın belirlenimindeki insan, yıldız ve toz birlikteliği ile aynı kaynaktan beslenir.
Sergi kataloğunun ön sayfasında yer alan Nilbar Güreş işi “Açık Telefon Kulübesi” görseli ile sergi metni de aynı mekanizmadan faydalanır ve aralarında analojik bir bağ oluşur. Güreş’in kumaş üzerine karışık teknik işi, insanı, bir dağın doruk noktasında göstererek, beden ve doğa uyumuna dikkat çeker. Bedenin dağın bir devamı olarak çizilmesi, figürün gökyüzüne bakan bir uzaylı olarak karikatürize edilmesi ve gökyüzünün de siyah yüzey üstünde sinyal yayan bir uydu ile sınırlaması, kendi anlam bloklarını oluşturur. Güreş’in aynı isimli videosu da insanların elinde çekmeyen telefonlarla sinyal arayışı, uyduyu ulaşılamayan teknik bir olanaksızlık olarak sunar.
Bu çağın trajedisi teknolojinin her yerde aynı gelişmemesi
Semantik olarak, yaşanan zorluklar her zaman sıradan yaşam koşullarından daha fazla anlatıma ihtiyaç duyar. Anlatımın kendi içinde oluşturduğu bu hiyerarşi, ezilene söz hakkı gibi görünse de sözcükler çoğu zaman bir yanlışlığın işaretidir ve değişimden çok bir değişmeyene gönderme yapar. “Fakat diğer taraftan, “halk”, toplumsal düzeni, konuşan varlıklar çoğunluğunun sessizlik gecesine ya da haz veya acı ifade eden seslerin hayvani uğultusuna mahkum edilişiyle sembolize etmeyi sağlayan hatırlanmayacak kadar uzak bir geçmişe ait ve daim süregelen yanlışın adıdır, öznelleşme biçimidir.” Jacques Ranciere’in bu söylemi, halkı, bir yerde nesnel olanın yokluğu olarak tarif eder.
Bu çağın trajedisi, teknolojinin her yerde aynı şekilde gelişmemiş olması. Ve işin en vahim kısmı baz istasyonlarının bile eşit olarak dağıtılmaması. Tabii bu eşitsizlikler katlanarak büyür. Teknik olanakların eşit olarak dağıtılmayışı, eşitsizliği ideolojik bir tutuma dönüştürür. Uygarlığın teknik olanaklara indirgenerek şehirden kırsala doğru ilerlemesinin aksaması, çoğu zaman kasti, siyasi bir yaptırım olarak onu bir başlangıç anında bırakır. Kırsalın, merkez denilen yere olan uzaklığa verilen isim olması, konfor alanının dışında tutulması ve kendi haline bırakılarak neredeyse kendinden bir işleyişe tabi tutulması, insanın doğada teknik olanaklardan yoksun yaşamayı zorunlu kılar.
Kırsalda teknoloji aranılıp bulunan bir gereksinim
Nilbar Güreş’in “Açık Telefon Kulübesi” isimli üç ekranlı video işi, Bingöl kırsalında Alevi bir Kürt köyünde, telefon ile konuşmanın mevsimsel değişimine odaklanıyor. Kırsalın, doğadaki mevsimsel yaz-kış döngüsü, ihtiyaç ve çözüm olanakları dahilinde kadın-erkek döngüsüne eviriliyor. Bu döngü, umutsuz bir tekrar halinden çok “kışın sonu bahardır” vernaküler umut arayışına yol açtığı için kış bölümünden başlamak daha uygun düşer. Kışın zorlu doğa koşulları içinde siyah montlu erkekler ellerinde cep telefonları ile dağ bayır muhtemel telefon sinyali muhtemel olan yerler arıyor. Arayış, içsel bir yolculuktan ziyade teknik yetersizliklerin dayattığı bir performans hali olarak sürüyor.
Kırsalda bir şeyleri değiştirecek teknik olanaklar, tıpkı doğadan sağlanan diğer gereksinimler gibi aranılıp bulunmaya çalışılıyor. Bu çekim noktaları, aynı zamanda belirli bir ayrımcılığı izah eden ve hepimiz farklı uyduların tozlarıyız ironisi yaptıran bir tür tahammül sınırında da duruyor. Hal hatır ile sınırlı kalan bu iletişim kısa kesilip hemen gereksinimler sıralanıyor. Dışarıdaki dünya ile kurulan bu kaçak kontaklar, kesişerek toplanma ve dinlenme alanları işlevi ediniyor. Bir dağın doruk noktasında güneşe yüzünü dönen erkekler, rüzgara karışan Zazaca bir ezgi eşliğinde, o gün yapmış olmaları gereken şeyi yapma rahatlığı ile umarsızca güneşin akışını izlemekte.
Gerçeklik mevsimlerin rutini gibi bir döngü halinde
Gerçeklik, mevsimlerin rutini gibi bir döngü dahilinde tekrarlanır. Nitekim bahar gelmektedir ve gün en güzel yüzünü göstermektedir. İki dağın arasında bir vadide esen rüzgarın yarattığı ferahlık hissi, doğru yerde durulduğunun işareti. Bu sefer kadınların elinde cep telefonu, doğada dağ bayır sinyal arıyor. Kadınlar, üzerlerinde badi ve geniş şalvar, doğada diğer bahar çiçekleri ile örtüşerek, kırsalın biricik modasının değişmez unsurlarını sergiliyor. Doruk noktalarında aceleye getirilmeyen bu konuşmalar, daha toplumsal bir etkileşime dönüşüyor. Çoğunluğa ulaşmanın zaruri bir ihtiyaç olduğu en basit kelimelerle anlatılırken, bu ihtiyacı kesintiye uğratan dışsal etmenlere de değiniliyor. Gerçekliğin bu en yalın hali, mevsimlerin rutini gibi bir döngü dahilinde tekrarlanır.
Kevser Güler’in küratörlüğünü yaptığı “Gökcisimleri Üzerine” sergisi, Arter’in giriş katında seyircisi ile buluşuyor. Yakın dönem çağdaş sanat pratiklerini bir araya getiren sergi, 25 Temmuz 2021 tarihine kadar görülebilecek.