Nick Cave’in son albümü tıpkı Pedro Almodovar’ın son filmi Julieta, tıpkı Laurie Anderson’ın The Heart of a Dog’u gibi bir yas eseri. Julieta gibi yası araştırmıyor ama… Ne de Anderson gibi yası dayanılır kılmak için Budist tüyolar veriyor.
Oğlunu ani kaybedişinin ardından bir albüm. İsmi gibi irkiltici. David Bowie’nin öleceğini bilerek yaptığı albümün klibinde vanitas sembolü kuru kafalara başvurması gibi Cave de İskelet Ağacı (Skeleton Tree) demiş albümüne. Ve Kötü Tohumlar’la birlikte tekrar hiçbir şey olmamış gibi stüdyoya girmiş.
Ve ortaya çok ilginç fiziksellikte bir albüm çıkmış.
Nick Cave’in zaman zaman bir rahibi andıran o epik halinden bu albümde eser yok. Ölümle yüzleşmek zorunda kalan, yakınını, canını kaybeden her insan gibi boynu bükük. Ama yine kilisede bu kez dizlerini çökmüş Tanrı’ya sığınmak isteyen İsa’yı da yalnız bulan sıradan bir ölümlü, herhangi bir inançlı gibi.
Ne nihilist ne isyankar ne öfkeli…
Dua ediyor.
Bu şarkılar birer mantra olabilir.
İçlerinde tekrarlar dolu.
Çağırıyor çağırıyor çağırıyor. Ya da “Şimdilik her şey yolunda”. Yolunda. Yolunda.
Sesi bazen kaybolacak kulaklarınızda yitip gidecek kadar kırılgan.
Dikkatli dinlemenizi istiyor albüm.
Duyabilmek için.
Onları yapanın açısını da acısını da…
Nick Cave baladlar söylemiyor.
Adeta bütün bu olup biteni anlamaya anlatmaya da çalışmıyor.
Sadece oluyor.
Tasvir yok. Güneş tepede.
Gökyüzü uzak. Mavi. Hayat yakınını kaybettiğinde ne kadar uzak. Sıradan bir gün süpermarkette ayakta duran kız için bile ne kadar güç ilerleyecek.
Nick Cave bu albümde sadece duruyor. Sayıklamayla mırıldanmak arasında şarkılarını söylüyor.
En çok belki de I Need You’da, on kereden fazla “sana ihtiyacım var” diyor:
Sana ihtiyacım var.
Sana ihtiyacım var.
Sonra durup nefes aldığını belirtiyor.
Böyle bir fiziksellik hakim albüme. İster Tibet’i Selamlamak hareketleri serisindeki gibi düşünün. İster namaz kılar gibi… Öyle bir fiziksellik. Eğilmek, durmak, bakmak…
Gözleri kamaşıyor örneğin uzak gökyüzünde…
Uzak gökyüzünden düşen oğlunu hatırlatırcasına elbette.
Ve onu çağırıyor. Çağırıyor. Çağırıyor.
Tekrarlarla, bedensel vurgularıyla, ölüme isyan etmekten, kaybın arkasından manipülatif cümleler kurmaktansa tefekkür dolu satırlar çıkmış Cave’den.
Ama dediğim gibi ruhani değil bu satırlar.
İlginçliği de burada. Her şey göründüğü gibi…
Hiçbir şey görünmediği gibi değil.
Ayakta durmanın önemi var.
Nefes almanın.
Her gün yaptığını yapamamak insan olduğuna utanmaktan ibaret değil midir sevdiğini kaybetmek?
“Sen uzak bir anısın seni yaratanın zihninde. Görmüyor musun?”
En dokunaklı en sadesi albümün incisi Girl in Amber:
“Telefon Telefon Telefon çalıyor çalıyor artık çalmıyor”
“Her şey yolunda” mı?
Öldüğümüz sürece evet.