Erken Cumhuriyet döneminde ve hatta geç Osmanlı’da Fatih, Aksaray gibi geleneksel İstanbul mahallelerinin yerine mimarisi ve sakinleriyle batılılaşma/modernleşme/ kapitalistleşme projesinin öncelikli semtlerinden olan Teşvikiye yeni bir başkalaşım yaşıyor.
Modernin demodeliğiyle birlikte, eski burjuvaların özellikle yaşlılarını barındırmaya devam ederken; bir yandan da merkeziliği ve mütevazılığıyla orta ve hatta orta alt sınıfların da teveccüh gösterdiği semt, bu gelir grubu içerisindeki bohemlere de ev sahipliği yaptı. Özellikle 70’li yılların mimarsız betonlaşmasıyla daracık arsalar üzerindeki kagir evlerin yerine dikine ama genellikle asansörsüz büyüyen kargacık burgacık bir Teşvikiye’nin, ne nüfusu ne yaşam tarzı eski “seçkinliği”ni koruyordu. Beşiktaş’ın kalender meşrebi, yokuşları tırmanıp Nişantaşı’nın ileri karakolu Teşvikiye’yi de içine almıştı.
Küresel kentlerin mutenalaştırma projesinin söz konusu kentlerin merkezlerine göz koyduğu bilinen bir deneyim. Bir Tarlabaşı, Dolapdere gibi ekonomik, kültürel, sosyal dışlanmışları barındırmadığı için Teşvikiye’nin postmodern dönüşümü fazla ses getirmiyor. Oysa Nişantaşı’nı “sollayan” bir Teşvikiye var artık. Yine bilindiği gibi mutenalaştırma yaşam tarzı üzerinden başlayarak bölgenin “fiyatının” artması ve ekonomik seçkinlerin o coğrafyaya el koymasıyla sağlanıyor.
Geç kapitalizmin tüketim kültürünün özellikle hazda düğümlenen yeme-içme “eğlencesi” özellikle Atiye Sokak’ın Taksim dolmuşlarının bulunduğu küçük, karanlık, dar bir geçitten yaya yoluna dönüşmesiyle başladı. “Laik” Teşvikiye Camii’nin arkasındaki, semti Beşiktaş’a bağlayan sokaklardaki apartmanların alt katları hızla; aslında genellikle eskici olan antikacılara, çeşitli kurslarda resim üretenlerin tablolarının sergilendiği galerilere, pastane ve fırından bozma brasserielere ve “ya bunlar olmasaydı insanlar kahvesizlikten ölecekti” dedirten sıradan, butik veya çokuluslu kafelere dönüştü.
Adres tarifi artık “cool” kafelere göre yapılıyor
Semtte hâlâ, özellikle “bahçe katı” olarak isim değiştiren bodrum katlarda mütevazı gelirliler yaşıyor olabilir ama bir şantiyeye dönüşen daracık sokakların ultra lüks yeni binaları başta olmak üzere, konut fiyatları hızla yükseliyor. İşgal edilmiş kaldırımlara yayılan büfe, kafe, bar, restoran yahut fırınların menüleri de fiyatları da birbirine benziyor ve hiç de harc-ı alem değil. Ancak sabahın çok erken saatlerinden gece yarısına dek arı kovanı gibi.
Özellikle Nişantaşı’na doğru olan büyük mağazaların tezgahtarları öncelikli müşteriler ama kulaklıklarıyla önündeki notebook’a saatlerce boş boş bakan özellikle genç kadınların sıklığı; bir yandan dört gençten birinin işsizliğini, bir yandan da özellikle genç kadınların nesnesi kılındığı geç kapitalizmin büyük icadı esnek üretimi örnekliyor adeta. Bu müşterilerin çoğu birbirine aşırı derecede benziyor; “cool” tavrın vazgeçilmezi “casual” kıyafetler, herhalde kulaklıklarından gelen sesi ben duymadığım için son derece anlamsız bulduğum bakışlar ve özellikle gün geceye döndüğünde çıngırak tınısındaki cinsiyetsiz isterik kahkahalar. Bir de yine özellikle geceleri şarap kadehleri ya da bira şişeleriyle köşebaşı sohbetleri.
Artık Teşvikiye‘de adresler geleneksel Cami’ye veya modern pastanelere göre değil, kafelere göre yapılıyor. Klasik seçkinliğini tüm değişime rağmen koruyan Abdi İpekçi Caddesi’nden/Maçka’dan ve City’s’le sembolize edilebilecek giderek eski Beyoğlu’laşan Nişantaşı’ndan izole Teşvikiye adacığı postmodern mutenanın ve onun birbirinin kopyası insanlarının ( bu niteleme bir aşağılama değil bir tanım mahiyetindedir.) ikametgahı. “Oradaydım”ın** mekanı.
*distinction (fr) Bourdieu’cü manada.
**”Oradaydım”ı postmodern durumun bir parçası olarak tanımlıyorum. Modern lineer bir amaççılıktan kopuk olarak; sadece “bir şeyi yapmak /başkası gibi olmak/başkasına göstermek-gözükmek için” anlamı atfediyorum. Bu durumu selfie çekip paylaşmak için yemek yemek, seyahat etmek, konsere gitmek ile örnekleyebilirim.