A password will be e-mailed to you.

Münih’te gerçekleşen bir panelde panelin yöneticisi Kasper König’in Türkiye’den gelip Almanya’ya yerleşenler ve oradaki yeni nesiller için sarf ettiği sözler tartışma yaratmıştı. Almanya sanat dünyasının önde gelen isimlerinden biri olan König’in “Bu adamlar süslü, mat kaplamalı arabalara sahipler, serseri gibi sürüyorlar. Bu sırada kadınlar dışarıda oturup nargile içiyorlar. ‘Buralar bizim’ diyorlar. Bu nasıl bir saldırganlık?” sözleri ilk önce panel konuklarından Türkiye kökenine sahip Cana Bilir-Meier tarafından, onun paylaşımının ardından ise geniş bir sanatçı topluluğu tarafından kınanmış. Azınlıklara karşı yapılan sistematik ırkçılık sanat gündemine taşınmıştı. Kınama içeren manifestonun yazarlarından Betül Şeyma Küpeli‘ye Avrupa’da neler olduğunu sorduk ve ekledik: Çağdaş sanat dünyasında böylesi bir ırkçılığa rastlamıyor muyduk yoksa bunca zamandır görmezden mi geliyorduk?

Küpeli’nin genel yayın yönetmenimiz Ayşegül Sönmez‘e yaptığı açıklama şu şekilde:

“Konuyu Kasper König ve Cana’yla sınırlamak veya onlara indirgemeye çalışmak, bizi bilinçli veya bilinçsizce ana meseleden uzaklaştırabilir. Çünkü vaka kişisel bir sorunmuş gibi gösterilir. Bir özürden sonra unuttulması gereken bir şeymis gibi yansıtılır ve konunun politik tarafı es geçilir. Kasper König bizim için batının içinde bulunduğu sistematik ırkçılığın (meseleyi küçümsemek için buna ‘smooth rasicm’ diyenler de var) sadece bir örneği. Bu dışa vurum zamansal ve mekansal olarak görünür olduğu için bu kadar dehşet verici, ama aslında gündelik hayatımızın tam içinde. Bazen bu örnekteki gibi somutlaşıyor, coğu zaman da çözümü zor ve incelikli…

” ‘Mülteci sanatı’ adıyla ayrılmış bir alan var, sadece o alan içerisinde hareket edilebilir gibi… Bizse post-mülteci sanatı bilgisi ile tam da bunları sorguluyor eleştirisini getiriyoruz. Örneğin; Türkiyeli bir sanatçı isen üretimin de bununla ilgili olmalı algısı var. Mülteci geçmişin, statün alanını da belirlemek zorunda mı? Başka temalar kullansan bile içerik hep oraya bağlanıyor. Bunlar tabii ki çelişkili meseleler, çünkü bir taraftan bu gerçekler zaten var ve bu konularla iş yapan insanların bir sesi olması gerekiyor. Beyaz Avrupalı’nın beklentisi de bu şekilde tatmin oluyor. Bir nevi eleştirdiğin şeyin reprodüksiyonu…

Oryantalist bakışları üzerimizden çekmeklerini istiyoruz

“Biz burada 3-4 jenerasyon geçirmiş, işci olarak gelmiş ailelerin çocukları ve torunlarıyız. Artık biz kendimizi kendimiz sunmak istiyoruz ve oryantalist bakışları üzerimizden çekmeklerini istiyoruz. Bunu yazarken aklıma Stuart Hall geldi. Hall, buna ‘Trans-coding‘ diyor. Temsil edilme şekillerimiz medyada, sanatın birçok alanında, müzelerde ve en önemlisi kafalarda nasıl değişir? Bu stereotipleri üretimimizde nasıl tersine çevirip alt üst ederiz? Ben kendi üretimimde bu soruları kendime hep soruyorum…

“Anti-sanat tarihi üretmek adına, beyaz hetero erkeğin üretimine karşı durmak ve birçok kimlik ve konunun bileşim noktalarına odaklanmak önemli. Zaten manifestomuzun özeti de biraz bu:

“Homojenleştirmeden, farklı insanların, deneyimlerin buluştuğu bir nokta… Çünkü başta da söylediğim gibi bunlar kişisel sorunlar değil, sistematik ırkçılığın mekanizmasını tanıma ve tanımlama çabası.”

 

İLGİLİ HABERLER

Alman küratörden Türkiyeli göçmenlere faşist yorum

Sıradan faşizme tipik bir örnek “Merhametliler” oyunu

 

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 10:37:27