SSM sergisi “Akış / Flux” için İstanbul’a gelen ve basın toplantısında sorduğum “performans sanatından emekli mi olup MAI enstitüsünü kurdunuz?” sorumu “Asla, ancak ölünce. Şu sıralar çok aktifim. Opera yapıyorum. Çok da çalışıyorum” diyerek yanıtlasa da, Marina Abramović, SSM sergisi Akış’ta, o meşhur 2010 tarihli New York MoMA sergisindeki işinin adından yola çıkabileceğimiz gibi ‘orada değil!’ (The Artist is Present.) Sergiye özel bir performans yapmıyor.
Akış sergisinde Marina Abramović’in münferit ve Ulay ile yaptığı ikonik performanslarının büyük boyuttaki arşiv videolarını izlemek mümkün. Dev ekranlarda yer alan bu videoları izlemeden önce kariyerine ressam olarak başlayan Abramoviç’in üç yağlıboya resmini görmek de.
Serginin evsahipliğini yaptığı mekanla resim sanatı üzerinden kurduğu bir sürpriz de Abramović’in Shoes For Departure (Yola Çıkış Ayakkabıları) 1991-2017 tarihli kuartzdan ayakkabılarının hemen yanında yer alan SSM sabit koleksiyonundan 1917 tarihli İzzet Ziya’nın Deniz Kıyısındaki Kız resmi. Abramović’in sergide müzenin koleksiyonundan bir resim olması isteği üzerine müzenin direktörü Nazan Ölçer bu resmi bu ayakkabıların yanına yerleştirerek otantik bir evsahipliğinin kapısını aralamış.
Emekli olmadım diyen Abramović’in bugüne kadar yaptığı videolardan kapsamlı arşiv, cinsellik içerikli olanları örneğin Balkan Erotik Epik işini dışlayan bir seçkiye sahip. Serginin önemli bir bölümü, sanatçının performanslarında kullandığı metodunu sergiye gelen izleyiciye cep telefonunu dışarıdaki dolapta bırakması şartıyla tattırdığı, mercimek ayıklayıp uzanabileceğiniz hiç tanımadığınız birinin elini tutacağınız “metot odası”ndan oluşuyor.
Bir başka bölüm de sergi öncesi Abramoviç’in kurduğu MAI enstitüsünün yaptığı çağrıyla 300 başvuru arasından seçilen 12’si Türkiyeli toplam 16 sanatçının performanslarını kapsıyor.
300 kişinin başvurduğu çağrıdan seçilen 12 sanatçı, günde 8 saat olmak üzere ortalama otuz gün boyunca SSM’de performans yapıyor.
Nezaket Ekici başta olmak üzere Abramović ile çalışmış sanatçıların video performans işlerinden oluşan bir video performans seçkisi de Akbank Sanat’ta açılmış durumda.
Sergi açılışı için düzenlenen iki ayrı basın toplantısı, biri SSM diğeri Akbank Sanat’ta gerçekleşti.
Basın toplantısında kraliçe, diva gibi sıfatlarla anılan sanatçı, Türkleri, ilkinde mizahsız fazla ciddi, ikincisinde utangaç ilan etmekte sakınca görmedi. Hatta Akbank Sanat’taki basın toplantısında ekibini üst kimliklerine “iki Sırp, Bir Yunan, iki Amerikalı, bir Brezilyalı” diyerek takdim etmekte de…
Hangi Abramović?
Açıkcası bu takdim edişteki Marina Abramović, bir zamanlar Tito’nun generallerinden biri olan babasına artık uğruna savaştığı ülkenin olmadığını söylemekte zorlanan kız evlat Abramović’e hiç benzemiyordu.
Sanatçının bu tavrı, en son 16. İstanbul Bienali sırasında Nicolas Bourriaud’nun bienale katılan sanatçıların nereden geldiklerini yaşadıkları şehirlerle ifade etme titizliği üzerine düşünmüş, alt kimlikleriyle yüzleşememekte pervasız “Türkler” içinde yüzleşmeyi talep eden biz entelektüeller için küçüp çapta bir şok etkisi yarattı.
Abramović, sergi açılışı için Hindistan’daki meditasyon kampından direkt geldiği İstanbul’da soğuğu kapmıştı.
Dalai Lama ile yakın dosttu.
Sanatçı, her ne kadar bilge Budist rahiplerin konuşmalarına hep bir şakayla başladıklarını hatırlatıp kendi sözlerine de fıkrayla başlamayı dilese de basın toplantısında pek şakacı kimse bulunmuyordu.
1990’ların ortasından itibaren Rene Block, Harald Szeemann gibi Alman küratörlerin, Balkan ülkelerinde, kimlik krizine vurguyla Türkiyeli sanatçıları da katarak yaptıkları sergilerin, Abramović’in tanınırlığının en Batı’ya ulaşmasında şüphesiz çok etkisi oldu. Bilhassa bugün SSM Akış’ta sergilenen Balkan Barok işinin.
Balkan Barok performansı sırasında Abramoviç, 1500 sığır kemiğini yıkadı. Türküler söyledi. Balkanlarda kurt sıçanının nasıl yakalandığını deşifre etti.
Hiçbirinin adı Abramović’li afişlerde geçmeyecek
Türkiye izleyicisinin Marina Abramović – Akış/Flux – MAI yazılı afişlerini takip edip sergiye geldiğinde karşılaşacağı ilk perfomans Dilek Champs’e ait.
Kırmızı halının altında müzenin girişteki taş zeminin üstünde bugün itibariyle Champs, 9 gün toplam 72 saat geçirmiş olacak.
Daha önce hiç performans sanatı yapmamış New York’ta yaşayan akademisyen ve trompet icracısı Arda Cabaoğlu da ona ayrılan özel odada trompetini üfleyecek.
Bir başka oyuncu yönetmen sanatçı İlyas Odman yolluk duasını okuyacak.
Nezaket Ekici, bütün bir üretimini bedeninin üzerine notlar halinde kopyalayacak ve anlatacak.
Hiçbirinin adı şehirdeki Marina Abramović sergisini duyuran kırmızı fonlu siyah beyaz Marina Abramović fotoğraflı billboard’lardaki afişlerde geçmeyecek.
Bu sergiden sonra sadece iki sanatçı bundan sonraki MAI sergilerine katılmak üzere davet alacak.
Marina Abramović, Türkiye’den 300 kişi arasından seçtiği sanatçılarla 5 gün boyunca İstanbul dışında bir kamp yaptı.
Kamp yapan sanatçılar izleyici gibi bu metodu tatmak değil belki biraz daha olsun sindirebilirler. Zira 5 günde 1970’lerden beri yapılagelmiş bir pratik nasıl aktarılır?
Sınırları hem fiziki hem psişik olarak son derece şahsi bir şekilde çekilmiş ve çizilmiş bir ‘pratik’ öğretilebilir mi?
Öğretildiyse de uygulanabilir mi?
Etrafta bir ‘Brezilyalı’, iki ‘gerçek Amerikalı’, cankurtaran (safeguard), güvenlik görevlisi (bodyguard) konumuna indirgenmiş küratörler bulunsa da bu mümkün mü?
Bir “metot” 5 günde bir genç performansçıya ne ifade edebilir?
Avustralya’daki yangında ateş kuşlarının yangını yaymada etkin olduğu fark edildiği bu kuşların tek tanığı Avustralya ‘yerlileri’nin yangın söndürme konseyine davet edilldiği bir çağda, bir “metot” 5 günde bir genç performansçıya ne ifade edebilir? Hatta daha önce hiç performans yapmamış bir adaya, evrensel bir metot gibi paketlenebilir mi?
Ve bu karşılıklı “kalkışmayı”, sanatçıların ve MAI’nin, nasıl okumalıyız?
Performans sanatının bir zamanlar olduğu gibi bir imkanlar denizi değil bir imkansızlık havuzu oluşuyla, çağdaş sanatın bir güvenli özerk kalesinin daha yıkılışıyla mı? Kurumsallaşmasıyla mı? MAI başlığında Marina Abramović,’in enstitüleşerek bir bakıma markalaşmış çoktan çözülmüş başarısızlığa evrilmiş evrensel bir rejime sahip olmaya cüret edişinin ‘gülünçlüğüyle’ mi?
Bu kentin ışığının, ikliminin, Boğaz’ının, olmuş ve olacak depreminin, cezaevinlerindeki düşünce suçlularının, seçilmiş siyasetçilerinin, gazetecilerin her performans yapana kendi Barok’unu şekillendirmesinde hiç de evrensel olmadığını söyleyerek belki bu soruları yanıtlayabiliriz.
Buna biyopolitik olanı, hem iktidarın bir parçası hem de bir direnme biçimi olarak öznelliğin üretilmesi olarak düşündüğümüzü ekleyerek devam edebiliriz.
Utancımız çağdaş sanat adına duyduğumuz hicaptan olabilir mi?
Ve 2010 yılında neredeyse 800 saat boyunca insanlarla göz göze gelerek sanatçı olarak oradaki, bugün her söyleşisinde “kolektif olanla kamuyla bir bakıma halkla çalışıyorum” diyen Abramović,’in sergisi Akış’ta, sıradan bir emekçinin dahi 8 saat çalışmadığı her an bağlı olduğu internet sayesinde her an çalıştığı, emeğin en çok görünmediği bir çağda, (hiçbir şey yapmasa dahi bir veri olarak Facebook ve ona bağlı olarak Instagram için çalıştığı bir zamanda) bir sergiliğine 8 saat boyunca görünür kılınanın ne olduğunu iddia edeceğiz? Performans mı? Performans sanatçısı mı? Performans sanatı mı?
Yoksa onun da hepsinin de bir sergiliğine bir kez daha metalaştığını, emeğin Marina Abramović – Akış/Flux – MAI sergisi afişindeki gibi bir kez daha görünmez kılındığını mı idrak edeceğiz?
Ve evet sevgili Marina Abramović, belki bunlar bizi düşündürdüğü için, bizi çok ciddi kılıyor. Ve evet utanıyor olabiliriz. Utancımız çağdaş sanatın bugünü adına duyduğumuz hicaptan olabilir mi?