Müzik geçmişleri farklı, buluştukları zemin aynı. Nick Cave and theBad Seeds’in huysuz gitaristi Blixa Bargeld ve glitch’in en sinsi versiyonunu yapan Carsten Nicolai, beş yıldır ANBB’yle yeni deneyler peşinde.
Enteresan bir düo oldukları kesin. Aradaki hafif kuşak farkının ötesinde birbirlerini anlamak için ortak noktaları daha çok. Alva Noto olarak tanıdığımız Carsten Nicolai sahneden daha çok bir fizikçi gibi çalışırken, Blixa yıllardır peşinden gelen efsaneliğinin tadını çıkarıyor. Aklına eseni söylüyor. Peki Carsten Nicolai için Blixa’yı kontrol etmek ne kadar zor? Yanıtını dolaylı yollardan bile almak zor. Çünkü söyleşimizde hepimizin felsefi patronu Blixa. Ve bu "default" ayarı değiştirmek hiç de kolay değiliz. Evet, masadaki kayıt cihazına bağlanıyoruz.
Osman Kaytazoğlu: Sesinizle frekanslara, sinyallere, sinüs dalgalarına meydan okuyorsunuz. Sizce hangisi daha zengin? Ses mi sinyaleller mi?
Blixa Bargeld: Tabii ki insan sesi. Sesin her zaman başka boyutları, ulaşabildiği başka düzeyler vardır. Ve en önemlisi dille bağlantılıdır insan sesi. Sahnede hiçbir dil konuşmasam, sadece anlamsız sesler çıkarıyormuş gibi yapsam da mutlaka bunun içinde bir metin, bir bağlam bulmak mümkün. Ve sen buna yeni bir dil konuşmak diyebilirsin.
Osman Kaytazoğlu: Daha da önemlisi Carsten ve sen hiçbir enstrüman kullanmadan oldukça bütünlüklü bir grup oluşturmuşsunuz gibi. Bu nasıl mümkün olabiliyor? Enstrümanların sağladığı öz kontrolün olmadığı bir yerde, sahnede bir çok kontrol aygıtı görmüyoruz. Mesela elinizde bir kumanda vardı ve bilgisayarınızla uzaktan her şeyi kontrol ediyordunuz. Carsten zaten bir uzay aracını kullanıyor gibi dikkatli ve titizdi.
Blixa Bargeld: Bir kere biz basit, sıradan elektronik müziğin tuzaklarına yakalanmamak için her şeyi önceden canlı olarak çalışıyoruz. Evet bu seni haklı çıkarıyor, çok fazla kontrollü olmak adına bunu yapıyoruz gibi. Ama başka açıdan baktığında işin içinde insan sesi de var. Ben vokal teknikleriyle yakından ilgilendim. Bu ilgi yeni değil, biliyorsun hayatım boyunca bu vardı. Ve sana şunu söyleyeyim, enteresan görünen tüm bu vokal stratejileri hatalardan, tesadüflerden çıktı. Yani benim kontrolüm dışında çıkan seslerdi bunlar. Bunun John Cage’in müzik felsefesine yaslandığını düşünmek mümkün. Müziğin anarşiden doğduğunu söyleyen bir felsefe bu. Cage’in yaptığı hiçbir müzikte, maddeyi kontrol etmeye dayalı bir teknik göremezsin. kendi siyasi görüşlerini, anarşizmi yansıtmak için müziği icra eden kişi bir çok tercih yapabilir. ama Kendi kontrolü dışına çıkan materyali ısrarla yönetmeye, ona hükmetmeye kalkışabilir. Bunun için içinde büyük bir arzu duyabilir. Ve müzik materyali üzerinde ekstrem bir kontrol, hakimiyet kurmak için tasarlanmış elektronik müzik araçlarıyla uğraşırken de insan ister istemez bu kontrolü kırmak ve hataları bulmak için uğraşabiliyor.
Osman Kaytazoğlu: Ama konser sırasında uzaktan kumanda çalışmadığında yüzünüzü buruşturmanızdan bu ‘kontrol mekanizması’yla aranızın pek iyi olmadığını anlamak mümkündü zaten.
Blixa Bargeld: Ama şunu kaçırmamak lazım, bizim tüm müzik yapma prensibimiz anlık değişimlere, sürprizlere dayanıyor biraz da. Sana şunu garanti ederim; bizim iki konserimizin birbirine benzeme şansı yok. Zaten canlı performans böyle olmalı. İstanbul’daki konserle Cenevre’deki konserin aynı olması mümkün mü? İki radyoaktivite olayının birbiriyle aynı olması nasıl söz konusu değilse, iki konserin de birbiriyle aynı olması söz konusu olamaz. Mesela gençliğimde en sevdiğim grup olan Kraftwerk’te belki iki performans birbirini aynı olabilirdi. ama onların yaptığı müziğin arkasında farklı bir ruh farklı bir tavır vardı.
Osman Kaytazoğlu: Carsten sen bu projede hep canlı performansı istediğin gibi kayıt edememekten şikayet ediyorsun. Canlı konserin atmosferini, ses kalitesini yakalamanın zorluğunu biraz açıklar mısın?
Carsten Nicolai: Evet sahnede bir durum var. Ve sen bu durumu alıp stüdyoya taşımak zorundasın. Bu imkansız.
Blixa Bargeld: Çoğu insan farkında değil ama CD’ye kaydetmek bir tavizdir. CD istiyorsan ses kalitesinden taviz vermek zorundasın. Frekansların bir kısmından feragat etmek zorundasın. Konser kayıtlarını bile CD’ye kaydediyorlar. Yani bu mümkün değil. Eğer "CD’leriniz konserinizden kötü" diyorsan demek ki o müzik kaydedilebilir bir müzik değildir.
Osman Kaytazoğlu: Bas-gitar-davul-klavye gibi enstrümanların bulunduğu, şarkı formatının terkedilmediği geleneksel gruplarda da çaldınız. "Yapacak şeylerim var" dediniz. Nasıl yeni maceralar sizi mutlu ediyor mu? Bad Seeds olmayı özlüyor musunuz?
Blixa Bargeld: Gayet iyiyim. Nic Cave and The Bad Seeds’i iki nedenle terk ettim. Bir, artık sıkıcı olmaya başlamıştı. Senin de dediğin gibi klasik bir grup oluşumuydu, işte stüdyoya gir, albüm kaydet, sonra turneye çık, falan filan. Eninde sonunda bundan sıkıldım. Ve en önemlisi evlendim. İki tane tam zamanlı enerji isteyen grubu götürecek zamanım kalmadı. Yılda 320 günümü bu gruplara ayırıyordum. Farkında mısın bilmiyorum ama rock grupları oldukça kederli tiplerdir. Grup otobüsünün içinde geçer hayatları. Bir gün konser verirler ertesi gün tişört satarlar.
Osman Kaytazoğlu: Carsten’e bir sorum olacak. Sana özgü bir ses var. Buna glitch sesi de diyebliriz. Bu sesi ilk nasıl keşfettin?
Carsten Nicolai: Olay ne biliyor musun, ben başlarda müzikle ilgilenmiyordum. Ben daha çok fizikle, frekanslarla ilgileniyordum. Sesin fiziğiyle ilgiliydim. Çok sonraları bunun müzikle buluşabileceğini keşfettim. Yüksek frekanslarla geçen uzun bir zamandan sonra artık daha fazla dinlemeye dayanamıyordum. Kafayı yemek üzereydim. Ve aslında şu an yaptığım şeylerin çoğu sessiz. Çünkü herkes duyamıyor biliyorsun bu frekansları.
Blixa Bargeld: Yo ben duyuyorum galiba, yoksa benim de mi duyamadıklarım var? (Gülüyorlar.) Burda gizli bir yanlış inanç var. Sanki sesler önemliymiş gibi. Bence hiç de öyle değil. Sesin bir önemi yok. Hiçbir anlamı yok. Carsten’in "ben fizikle ilgileniyordum" demesi o yüzden bana çok enteresan geliyor. Demek ki şu ses diğerinden daha iyidir gibi bir şey söz konusu değil. Frekansları farklı çünkü.. Hangi bağlamda bu frekansların duyulduğu önemli.Bu da bizi "kompozisyon önemlidir" noktasına getiriyor. Pop müzik anlayışındaki "ses önemlidir" anlayışından koparıyor. Bu önemli.
Osman Kaytazoğlu: Mille Plateaux plak şirketi de bunu kırmaya çalıştı ama sonra battı.
Blixa Bargeld: Hadi ya battı mı o şirket?
Carsten Nicolai: Aslında hala var. Sadece isim olarak. Biri satın almış ismi.
Blixa Bargeld: Félix Guattari ve Giles Deleuze’in kitabından alınmaydı değil mi isim?
Carsten Nicolai: Evet.
Osman Kaytazoğlu: Achim Szepanski plak şirketi için güzel bir web sitesi de açmıştı. Hatta bir makale vardı sitede, ‘’Bir gün gelecek hatalar değer kazanacak’’ diyordu.
Carsten Nicolai: Ama Achim zaten plak şirketinin sahibiydi. Fransız felsefesi okudu.
Blixa Bargeld: Bana da verdiler o Mille Plateaux albümlerinden. Yapmaya çalıştıkları şey de hoşuma gitmişti. Ama o dönem albümlerini dinlediğimde "aman tanrım, buradaki sesler çok zor duyuluyor" demiştim. Hayal kırıklığına uğramıştım. "Duyulmayan müzik olur mu" diye soruyordum kendime. 2. Dünya Savaşı sonrasındaki avangard bestecilerin yapmaya çalıştığı şeye benziyordu.
Osman Kaytazoğlu: Mille Plateaux sizi hayal kırıklığına mı uğratyı?
Blixa Bargeld: Yok onu kastetmiyorum. Dinlediğim bazı albümler hayal kırıklığı yarattı. Aslında böyle şeyler konusunda çok merhametliyimdir ama o dönem öyle olmuştu.
Osman Kaytazoğlu: Sakın CD’ler yüzünden olmasın. Malum CD demek taviz vermek demektir. (Kahkahalar…)
Carsten Nicolai: Bir sürü şey yayınladılar. Daha küçük bir plak şirketi olarak başlayıp öyle kalmayı deneseydiler şimdi daha farklı olurdu.
Blixa Bargeld: Çok fazlaydı, çok. Raster Noton bunu iyi yapıyor. Çok küçük bir şirket. Yılda bir-iki albüm çıkarıyor. (Carsten’e bakıp kahkahayı patlatıyor.) Her hafta bir albüm çıkaran şirketlerden daha iyi.
Osman Kaytazoğlu: Benim de plak şirketim var. Ama asla albüm çıkarmıyorum. (Kahkahalar…)