Estetik ve politik hareketin birbirlerine en yakın oldukları noktanın yüzey hatta geometri ile kurdukları ilişki olması hayatın kökenine dahi gidebilecek bir bağlam: yüzey, hareket, bağlar, kopuşlar, dizilmeler sonra da yapı. Belki de estetik sınırların oluşmaya zorladığı dizilmelerle meydana gelen geometrik yapının var ettiği yüzey üzerinde hareket, bağlar, kopuşlar sonra da politika.
Politika ve geometri arasındaki ilişki yeni bir buluş değil elbette, Antik Yunan’da geometrik eşitlik ve aritmetik özgürlük söz konusuyken modern toplumda aritmetik eşitlik ve geometrik özgürlük olduğuna- politik felsefeye- dair görüşler mevcut.
Özetle bunu biraz açacak olursak, geometrik eşitlik toplumun kendine özgü üretim şekilleri çerçevesinde toplumu statüsel ve katmansal olarak düzenli bir eşitliğin ya da adaletin dağıtılması formuna sokarken yani toplumu katmanlara ayırıp bu katmanlar içinde bulunan kişiler arasında adaletin eşit dağılımını sağlarken, aritmetik eşitlik toplumun tüm üyeleri arasında eşitlik öngörüp bu durumun stabil olmayan kendi düzenini yaratmasını bekler. Kapitalizm öncesi toplumlarda daha çok geometrik eşitlik yapısı görülürken, aritmetik eşitlik daha çok utilitarist kapitalist toplumlarda mevcut olur. Tıpkı estetiğin tuval üzerinde form dinamikleriyle kompozisyon oluşturması gibi, politika da bir coğrafya üzerinde politik öznelerin dinamikleriyle kurumsal yapılar ve politik bir sistem oluşturur. Politika ve estetik arasında yüzeyle kurdukları ilişki bağlamında metaforlardan çok daha fazlası olduğunu söylemek mümkün.
Politik yüzeyi estetik bir hareketle kırbaçlama gibi bir durum söz konusu
Derya Yücel küratörlüğünde İhsan Oturmak, Deniz Aktaş ve Hasan Pehlevan’ın İmkânsız Uzam sergisi ile politikanın ve estetiğin düzlemlerini oluşturan yüzeylerin kent gibi politikanın ve tüm artık kurumsal kültürel aktivitelerin merkezindeki bir yapıyı irdelerken ne kadar birbirlerinin içine girebileceğini görüyoruz. Estetik hareketin kendisinin sanatta, sanat tarihinde ya da sanatın kendi içinde mevcut politikasında, politik bir hareket olarak karşımıza çıkmasından öte bir durumdan, bir tür estetik yüzeyi, politik hareketle ve politik yüzeyi estetik hareketle kırbaçlama gibi bir durumdan söz ediyoruz. Bu kırbaçlama sanatın diliyle konuştuğundan sadist bir eylemin jestlerinden çok hem politik hem de estetik yüzeye meydan okuyan masum ama dirençli bir eylemin mimiklerine benziyor.
İhsan Oturmak’ın Çatalhöyük’ün mimari ya da estetik yüzeyine politik bir hareketle indirdiği kırbaç darbesi bu bağlamda sergide karşımıza çıkan en belirgin darbelerden bir tanesi. Çatalhöyük mimarisini, binlerce yıl kendi sakinleri arasında sınıfsal fark ve çatışma ve savaşın çıkmasına izin vermeyen bir mimariyi modern şehir mimarisinin sokağı ya da caddesiyle ikiye bölme hareketi, politik bir alanın temsiliyle yaratılan estetik yüzeyin yine politik bir hareketle, politik bir kırbaç darbesiyle, ayırma hareketiyle her iki yüzeyi de yeniden ve yeniden düşünmeye sevk ediyor. Ayrıca bu yerleştirmenin etrafında konumlandırılan İhsan Oturmak’ın yağlı boya resimleri de hem estetik yüzeyin hem de politik yüzeylerin bazı metaforik yansımalarını temsil eden yankılar olarak karşımıza çıkıyor. Bu yankılarda da politik yüzey, yine bir estetik hareketle kırbaçlanmaya devam ediyor.
Fikirtepe’nin neolitik kültüründen optik yüzeylere
Serginin diğer bir sanatçısı Hasan Pehlevan da tarihi, neolitik döneme kadar uzanan ama İstanbul kentleşmesinde yaşadığı tahribatlarla bugün artık kendi tarih öncesi kültürüne dair çok az şey söyleyebilir hale gelmiş Fikirtepe üzerinde müdahaleler gerçekleştiriyor. Pehlevan, Fikirtepe’nin neolitik kültürünü tabaka tabaka yıkımlar oluşturarak artık görünmez kılan sosyo-politik yüzey üzerine, Fikirtepe’den sergi salonuna gelene kadar, zincirleme yine tabaka tabaka farklı medyumlarla müdahalelerle bu yıkıma cevap olarak oluşturduğu çalışmalarına bir yol takip ettiriyor. Önce, Fikirtepe’de yıkık binaların politik yüzeyine, tarih öncesi Fikirtepe kültürüne göre yorumladığı, derinlemesine optik boyutları gündeme taşıyacak bir tarzda motif ve biçimlerle sokak-sanatı pratikleriyle estetik vuruşlar gerçekleştiriyor. Sonrasında başka bir medyum, fotoğrafla bu motiflerle dönüştürdüğü binaları fotoğraflayarak sergi salonuna getiriyor. Aynı şekilde bu fotoğrafların karşısına da bu motiflerin asıllarını taşıyan yüzyıllar boyunca yıkıma maruz kalmış taşlardan birkaçını yerleştiriyor. Hasan Pehlevan da politik ve estetik yüzeyleri birbirleriyle kesip kazıdan çıkan motiflere daha çok yer ve alan yaratmaya çalışıyor. Pehlevan daha çok estetik hareketin kırbacını, politik yüzeyin zaman zaman yıkıntılar oluşturmaktan kaçınmayan pervasızlığına indiriyor diyebiliriz.
Sergi alanına girdiğinizde sizi ilk karşılayacak olan sanatçı Deniz Aktaş ise, kâğıt üzerine mürekkepli kalem çizimleriyle politik yüzey ile estetik yüzey arasına adeta tıpkı bir çivili tahta yerleştirmiş. Keskin uçlu çiviler arasında ilerleyen çizgilerle yüzeylerin uzamlarını bir tür sükûnet içinde yatay ve dikey doğrultuların ortasında birleştirip buradan yayılan derinlik yankılarıyla bir anlamda her iki yüzeyin de güçlerini ellerinden alarak onları “tekinsizleştirmiş”. Bu tekinsizleştirneyle Aktaş, uzamın kendisini, uzamı tıpkı ayrı bir kavram olarak her iki yüzden ayırıp soyutlaştırarak ütopikleştirmiş.
Şehirlerin ve yaşam alanlarının yapılanmasında ya da yıkıma uğramasında, adalet dağılımı biçimi ve güç ilişkilerinin normsal ve kurumsal kalıplaşmalar şeklinde var ettiği politik formlar ile estetiğin alanı arasındaki yüzeyin doğasına dair ilişki ve bu ilişkinin toplumsal hayat ve estetik bakımından yorumlanması üzerine İmkânsız Uzam sergisi belirgin bir şekilde dikkat çekici noktalar barındırıyor.
Sergi 5 Mayıs 2017’e kadar Sabancı Üniversitesi Kasa Galeri‘de görülebilir.