Pandemi ile neredeyse kesintiye uğrayan kültür sanat etkinlikleri, online sergi ve sunumlarla her ne kadar söylemini devam ettirmeye çalışsa da sanatın kolektif bir etkileşim olduğu ve tıpkı diğer sosyal ihtiyaçlar gibi karşılanması gerektiği anımsanmalı. A4 Sanat Kolektifi bu konuda Diyarbakır’da somut bir adım atarak, “Müşterek İşler” teması altında başlattığı sanat projesi Dicle Beştaş’ın paraküratöryel yaklaşımı ile sanatı farklı yollardan insanlara ulaştırmaya çalışıyor.
“Bir çöp konteynırının etrafına çizdiğiniz çizgiler, çatışma bölgesinde hasar görmüş bir evin etrafında çizdiğiniz çizgiler veya boşlukta bir arazide çizdiğiniz çizgiler size farklı cümleler kurar” diyen Beştaş, kavramsal çerçevesi dahilinde ve mimariden gelen bir bakış ile şehir unsurlarını sergiye dahil ederek farklı etkileşimler kuruyor. Beştaş, üretilen işlerin içeriği doğrultusunda farklı sergileme yollarına giderek, sergiyi farklı tarihlerde, alternatif mekanlar oluşturarak ve seyirciyi de dahil ederek kotarıyor. Müşterek İşler projesi dahilinde, Pelda Aytaş, Delal Eken, Nejbir Erkol, Gülistan Kenanoğlu ve Metal Kolektifi iş ürettiler.
Hiyerarşisiz bir çaba
Serginin ilk ayağı, Metal Kolektif’in açık bir araziye yerleştirdiği “Göç ve Kadın” temalı heykel yerleştirmesi oldu. Bir seremoni havasında, şehir merkezinden boş araziye nakledilen heykeller, düğün ve cenaze konvoylarını andıran, dışarıdaki bakışları ve sesleri üzerine çekerek, bir yerde vedalaşan bir yolculuğa dönüşüyor. Şehir merkezlerinin bir göç ve aktarım yoluna dönüşmesi, göçün en zorlu ve zorlu doğa şartlarını aşan bir tehlike barındırıyor. Göçmenler için şehirler, yakalanıp kamplara kapatılma ya da kaçtıkları savaş bölgelerine ya da zorlu yaşam koşullarına geri gönderilme anlamına da geliyor. Boş araziye dizilen kadın heykelleri, araziyi bir geçişkenliğe, nakletme alanına, başlangıcın yıkımına ve sonuna ulaşabilmenin umuduna çeviriyor. Metal Kolektifi, 15 kadının -bu sayı değişken olabiliyor- pratiklerini bir araya getirme ve beraber söylem üreten bir çokluk olarak bir araya gelmiş. Sergi geneline yayılan bu çokluk ve beraberlik hali aynı zamanda hiyerarşisiz bir çabanın ürününü yansıtıyor.
Çöpün pazar ağına dahil edilmesi
Delal Eken, sergi mekanını sokağa taşırarak, sergiyi gelip geçme üzerinden, sokağın akışına dahil ediyor. Eken’in “Nafile Parodi” ve “Benimle Oynar mısın?” isimli video yerleştirmesi, bir çöp konteynırına karpuzlar yığarak ve etrafına ışıklı çöp poşetleri yerleştirerek sokaktakilerin dikkatini çekmeye çalışıyor. Eken, karpuz dolu çöp konteynırını bir sergileme yeri olarak sunarken, çöpün yerleşik algısını, atılan bir daha kullanılmaz ya da bir dokunulmama ikazı taraflarını tartışmaya açıyor. Çöpün, pazar tezgahı gibi istifi, ışıklandırılarak reklamının yapılması, sergilemesi ve bir yerde satışa sunulması zorlu yaşam olanakları için yeni pazar ağına dikkati çekiyor. Eken, çöpten tezgahını bir o kadar manidar olan bir duvarın önünde sergiliyor. Duvarın kir, pas ve kırıklar üzerinden yıkıma terk edilmesi, mimarinin de çöpe dönüştüğünü de konu ediniyor. Şehirlerin, pazar ağlarına göre şekillenmesi ve gelişimi kadar yeterince gelişmemesinin de artık bir ölçüt olması diyalektiğin negatif tarafını çöp üzerinden görselleştiriyor.
Şiddete uğrayan mimari
Arazi, şehir ve pazar yerinin katıldığı sergiye, Nejbir Erkol, “Geçmişten Önceki Zamanlar” isimli, üç boyutlu bir bina maketi işi ile dahil oluyor. Erkol, güncel sanat medyumu olarak, gastronomi unsuru olan pastayı kullanıyor. Nusaybin’de, ön cephesi kurşunlanan ve onarım ya da yıkımı gerçekleşmeyen bir binanın hiper gerçekçi pastasını yaparak sergi salonuna taşıyor. Erkol’un, görsel bir şiddet barındıran işi, pasta, pay, bölüşüm araçları ve bölüşümün nesnel bir kazanım kavramları etrafında şekillenen bir dizge oluşturuyor. Dışsal bir şiddete uğrayan mimari, daha doğrusu ölü yapılar, şiddetin devamına yönelik bir pratik üzerinden devam ediyor. Erkol’un gıyabında sunduğu pasta bir yerde aç gözlerin parlamasına, pastadan pay alma çabasına gönderme yapıyor.
Ölüm bir mekan pratiğidir
Ölüm, çoğu zaman bir mekan pratiğidir. Pelda Aytaş’ın “Anıtnakış” isimli iki parçalı ip işi, yaşam ve ölümü, olağanlık içinden çıktığına dair toplumsal bir eleştiri sunar. Evin tüm olağan hali içinde devam eden hayata dair görselleri bir adım sonrasında ölüm ile sonlandırıyor. Ölümün bedensel olarak görünmez kılındığı, yaşamdan soyutlandığı ve bir isim olarak kayıt altına alınarak bir veriye dönüştüğü yerde ancak susulur…
Bakışın işlevsizliği
Serginin bir başka mekan üzerinden, bir yok mekan olarak şekillenen Gülistan Kenanoğlu’nun “Bir Rüya Görmek” mekana özgü yerleştirmesi. Galeri salonuna müdahale ederek içinde oluşturulan şeffaf oda ile izleyicinin bakışına müdahale ediyor. Şeffaf bariyer altından, dalgalı perdeye yansıtılan kolaj görüntüleri daha da seçilemez hale getiriliyor. Görünen olanın bir türlü algılanamaması ve anlamı doğuran unsura dönüşmemesi sürekli bir kurgu arama çabası ile yüz yüze getiriyor seyirciyi. Görüntüler, bir bilinmeze ait değil de bilinen olana dışsal müdahalelerle bakışı işlevsiz kılınıyor. Biçimsel bir tutarlılık barındırmayan görüntüler, ekranlar arasından geçiş yaparak görünen ve kaybolan siluetlere dönüşüyor.
Müşterek İşler sergisi, şehir ile kurduğu etkileşim performansları, mekana özgü yerleştirmeleri, gündemine aldığı konularla ve beş aya yayılan bir beraberliğin ortak üretimi olarak ortaya çıktı. Sergi A4’te 8-29 Kasım 2020 tarihleri arasında görülebilir.