Muhteşem Yüzyıl’ı bile sularına katan Netflix’in yeni projesi Jessica Jones, platformun iki liginden hangisine düşecek? Kazananlar mı, kaybedenler mi?
Netflix, dizi seyircileri olarak bizleri televizyon kalitesinin çok üzerinde seriler üreterek şımartıyor. Bu serilerden drama alanında en çok takip edilenler; House of Cards, Orange Is the New Black, Narcos ve Daredevil diyebiliriz. Bir de bu diziler kadar ilgi çekmeyenler var tabii ki; Sense8, Club de Cuervos, Bloodline, Marco Polo gibi. Bu yazıda Netflix’in yeni serisi Jessica Jones’un hangi gruba gireceğini tespit etmeye çalışacağım. (Henüz altıncı bölümde olduğumu da şimdiden eklemek isterim)
Jessica Jones, sıradan bir insan olarak yaşamaya çalışan, karısını aldatan erkeklerin fotoğraflarını çekerek para kazanan, süper güçleri olan bir özel dedektif. Jessica Jones(JJ), film noir’daki dedektif karakterleri gibi umursamaz, acılarını viskiyle boğmaya çalışan bir karakter. Onun bu umursamazlığı, tüm hayatını mahvetmeyi başarmış, süper gücü sözleriyle insanları kontrol etmek olan bir "kötü" karakterin hayatına geri dönmesi ile son buluyor. JJ, ne kadar istemese de bir kahramanlık yolculuğuna çıkıyor.
Dizinin konusunu kısaca özet geçtikten sonra dizinin beğendiğim ve beğenmediğim yönlerine geçiyorum. Öncelikle beğendiğim noktalardan başlayalım;
Kadın kahraman
Supergirl ile birlikte JJ kendi dizisine sahip iki kadın süper kahramandan biri. JJ’in işlenişi sadece kahramanın kadın olmasıyla bitmiyor. Savunmasız, kurtarılmaya muhtaç bir kadın olarak kodladığımız Trish’in güçlü bir karakter olması; görür görmez Claire Underwood’u hatırlatan avukatımız Jeri Hogarth ve kadınlar iş konuşurken, kapı tamir etmeye çalışan erkek karakterle projeyi feminist bir dizi olarak okuyabiliriz.
Oyuncu seçimi
Breaking Bad‘den tanıdığımız Krysten Ritter seçimi oldukça başarılı. Fiziksel görüntüsü, normalde karşılaştığımız kadın süper kahramanlardaki gibi "süper uzun bacaklar", "süper büyük göğüsler" gibi klişeleri kapsamıyor. Giydiği kıyafetler, genel olarak pasaklı tavrı Ritter’a çok uyuyor.
Jessica Jones
İtiraf etmem gerekirse daha önce Jessica Jones diye bir karakterin varlığından haberim yoktu ama kendisi gerçekten çok iyi yazılmış bir kahramanmış. Süper kahraman lakabı olmayışı, maske takmayı reddetmesi, normal bir hayat yaşamaya çalışan bir karakter olması oldukça ilgi çekici. Bu normalliği koruma adına dizinin içinde Hulk, Captain Amerika, Iron-man gibi karakterlerden bahsedilirken gerçek isimleri yerine "Yeşil Dev" gibi takma isimler kullanılıyor. Bu da diziden yabancılaşmamızı engelliyor. Dizinin verdiği en iyi kararlardan biri belki de bu.
"Neden Thor gelip yardım etmiyor ki?"
Bu dizide böyle bir soru aklımızın ucundan bile geçmiyor. Çünkü kötü karakterimizin varlığı kanıtlanmış değil. Ortada patlayan binalar da yok. Dolayısıyla bu olayı gerçekten tek çözebilecek kişi Jessica Jones.
Beğenmediğim noktalara gelirsek;
Yönetmenlik
Dizinin korkunç bir yönetmenliği var. Netflix genelde ilk bölümleri iyi yönetmenlere çektiriyor fakat bu dizide ilk iki bölümün yönetmeni elle tutulur hiçbir işi olmayan SJ Clarkson’a ait ve takip eden bölümlerde de daha iyiye gitmiyor. 90lar video klipleri tadında flashback’ler, sahne değiştirmek için kullanılan yarısı flu bina çekimleri (ki Avrupa Yakası‘nda bile apartmandan geçiş yapılırdı, ondan tek farkı "blur" atmışlar) gibi birçok felaket seçimi dizide bulmak mümkün. Daredevil’ın karanlık atmosferinden sonra film noir havası taşımaya çalışan bir dizinin reklam filmi gibi gözükmesinin affedilir bir tarafı yok. Dizinin yaratıcısının, Twilight‘ın da yaratıcısı Melissa Rosenberg olması, Jessica Jones‘da büyük bir vizyon boşluğu yaratmış. Yönetmenlere büyük paralar harcamamak adına yapılmış bir hamle muhtemelen. Eğer Netflix bütçenin tamamını Narcos‘a ayırdıysa itirazım yok fakat umarım bu yaklaşım bir alışkanlık haline gelmez.
Kilgrave vs. Wilson Fisk
Daredevil‘ın birçok sorunu vardı; tempo sıkıntısı, tek boyutlu karakterler, inandırıcılıktan uzak engeller fakat tüm bu sorunları Wilson Fisk tek başına yok edebiliyordu. İlk 4 bölüm boyunca Fisk’in yüzünü görmememiz, anlattığı geçmiş hikayesi ile zenginleşen karakteri ve sorunlarının kaynağı ilgi çekiciydi. Kilgrave’de ise zaten oyuncu seçimini bildiğimiz için ilk dört bölüm boyunca yüzü bizden saklansa da Dave Tennant’ı göreceğimizi biliyorduk. Daha gizemli bir karakter havası çizme adına iyi karar fakat bu numaranın yapıldığı oyuncu seçimi doğru değil. Kilgrave’in gücü senaryoyu oldukça zengileştirebilecek, kahramanımıza büyük engeller yaratacak nitelikte ancak karakterin geçmişine dair hiçbir hikayesi yok ve yaptığı şeyleri neden yaptığını anlayamıyoruz. (altıncı bölüm itibariyle)
Dış ses
Dedektif filmlerinde, kendi kendine konuşan karakterlere çok alışığız, bizim de günlük hayatımızda gerçekleştirdiğimiz bir davranışı, ekrana bu şekilde yansıtırlar. Ama JJ‘de dış ses kendi kendine konuşmaktansa bize konuşuyor. Yani bir anlatıcı olarak kullanılıyor. Bu bir seçim olabilir fakat bu seçimin seyirciye "JJ’in düşüncelerini dinliyoruz" şeklinde yansıtılması beni rahatsız ediyor.
Seks
Netflix serileri senaryoda sıkışınca, araya mutlaka bir seks sahnesi sıkıştırıyor. İzlediğim en iyi beş diziden biri diyebileceğim Narcos‘ta bile bu var. Bu durum beni rahatsız ediyor. Hiçbir amaca hizmet etmeyen seks sahneleri çekeceklerine, bir bölüm daha az çeksinler. Eminim bu yazıyı okuyan Netflix yöneticileri bu isteğimi dikkate alacaktır.
Sonuç: Bana göre Jessica Jones; Arrow, Flash gibi televizyondaki benzerlerinin üzerinde fakat kendi rakibi olan Daredevil’ın altında bir yapım. Gene de "Hatırlanacak, beklenecek bir seri olacak mı?" sorusunun cevabı evet. Her ne kadar problemli bir dizi olsa da, JJ ilgi çekici bir karakter. Süperkahraman kostümleri giymediği sürece, "kahraman" değil de iyi niyetli bir insan olarak onu izleyebildiğimiz sürece sihrini kaybedeceğini düşünmüyorum. Bu arada Narcos‘u izlemeyen varsa izlesin. Son not; Görme engelli süper kahraman bile var bir tane bile duyma engelli kahraman yok mu?