A password will be e-mailed to you.

“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir.
Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın,
aynı mahallede kocayacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma-
Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.”

İzmir‘in çekiciliğinin yükseldiği bir dönemden geçiyoruz. Özellikle yaşam kalitesi bağlamında bir çekicilik bu. Kültürel ve sanatsal özellikler yaşam kalitesi algısına pek dahil olmasa gerek; zira 1940’larda Avni Dilligil gibi bir üstadın dahi içinde olduğu Şehir Tiyatrosu varken; 1980’lere kadar Enternasyonel Fuarı’yla önemli uluslarası ilişkiler ve eğlence kapısı olan, 19. yüzyılın ticaret sermayesi eşliğinde tiyatro, konser salonlarıyla bezeli cazip kozmopolit limanı İzmir, şimdilerde sadece modern/Avrupai yaşam tarzının göreceli “yavaş”, hafif ve ılıman kenti. Kültürel mirasını ise büyük ölçüde popüler kültüre indirgemiş bir şehir. Öyle ki Pakize Suda adında şehir merkezinde bir sokak bulunurken; Attila İlhan neresinin ismi olmaya layık görülmüştür bilmiyorum.

Böyle bir çelişkinin vahalarından biri olarak levanten bilincin İzmir’e hediyesi Arkas Sanat Merkezi, 1875’te Fransız Hükümeti’nin hizmetine tahsis edilen binanın Kordon’a cepheli bölümünde 2011 yılından beri faaliyet gösteriyor. Arkas Sanat Merkezi’nde Eylül’de açılmış olup 29 Aralık’ta sona erecek olan Arkas Koleksiyonu’ndan Su Manzaraları seçkisi sergileniyor. Sulak alan, nehir, plaj, liman, denizde hava olayları gibi bölümlerden oluşan sergi 70 yabancı ressamın 88 peyzajı ile “devrimci” 19. yüzyıldan 20. yüzyıl ortasına kadar tarihi bir yolculuk sunuyor. Yukarıda söz ettiğim bağlamda, dünya kültür mirasına sahip bir arkeolojik ve tarihi bölgenin merkezi olmasına karşın müze açısından da fakir olan İzmir’de bu sergiyi kalabalık bir öğrenci grubuyla ve kentin yabancı sakinleriyle gezdim. İzmirli genel olarak buraya ne kadar teveccüh gösteriyor bilemeyeceğim. Herhalükarda, belki akıntıya kürek çekmek anlamına gelse dahi kenti inatla sanatla buluşturan yerli köklü İzmirli Arkas Holding’i takdir etmemek mümkün değil.

Ercüment Tahtakıran’ın kartpostallları

Öte yandan 3 Ocak 2018’e kadar İzmir Sanayi Odası’nın girişinde sergilenen 1895-1910 yılları arasındaki İzmir kartpostallarının koleksiyoneri ise bir başka İzmirli: Ercüment Tahtakıran. İki defa Türkiye’de bir kez yurtdışında altın madalyayla ödüllendirilen koleksiyon yıllarca ve defalarca izlenebilir. Bu zengin koleksiyonun İzmir Fuarı’yla ilgili düzgün bir belgenin bile bulunmadığı (İzmir Fuarı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ekonomik, uluslar arası ilişkiler ve kültür politikasının en bütünsel vitrini olarak Türkiye tarihi açısından da bir türlü kavranamayan bir sembolik değere haizdir ve erken dönemleriyle ilgili hiçbir belge Fuar Müdürlüğü Arşivi’nde de yer almamaktadır) örneğin Kent Kütüphanesi’nde devamlı bir yerinin olması kentin hafızasına büyük katkıda bulunacaktır.
Ercüment Tahtakıran’ın tamamen kendi olanakları ve bakış açısıyla sergilediğini düşündüğüm kartpostallar, özellikle Fransızca’ya hakim ( zira damgalar, matbu bilgiler ve gönderenlerin yazdıkları büyük ölçüde bu dilde) bir sosyal tarihçinin küratörlüğünde izleyenlere bir hafıza hazinesi sunabilirdi. Şu anki haliyle her ne kadar mahalleler, binalar vs bağlamında tasnif edilmiş olsa dahi,ham bir belge niteliğinde olan sergi yetkin bir tarihsel hikayeyle İzmir konusunda çok eksik bir uluslararası çalışma niteliğine yükselebilirdi.

19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başı İzmir’i

Tüm kartpostal editörlerinin, sergi 1895-1910 yıllarını kapsadığı halde sadece gayrı müslimlerden oluşması da önemli bir veri. Sergi broşüründe koleksiyonun kitaba çevrilmesinden de bahsediliyor ama ben sormama rağmen böyle bir kataloğa ulaşamadım. Yukarıda sözünü ettiğim bir nitelikli küratör/editör desteğiyle sergi kartpostallarının kitaplaştırılması kentin güdük hafızasına ve sığlaşmış kültürüne mükemmel bir katkı olacaktır. İzmir Sanayi Odası’nın bu desteği görev bileceğine inanıyorum.
Ercüment Tahtakıran, serginin giriş panosunda İzmirli’nin sanat ve sanatçıya çok önem verdiğini söylüyor. Ama toplamında sadece 15 gün sürecek bu sergiyi benimle gezen sadece iki kişi vardı. Her gidildiğinde ayrı bir detayın zenginliğine ulaşılacağını düşündüğüm serginin kitaplaşmasını bu yüzden de çok önemsiyorum. Ama bu ham haliyle kalmamasını diliyorum.

Yerli yersiz kullanıldığı için kelime hazineme pek sokmadığım “muhteşem” sıfatı 19. yüzyıl sonu 20. yüzyıl başı İzmir’ini çok iyi betimliyor. Artık beton ihtişamına gark olmuş İzmir’de o dönem kartpostallarından bugüne değişmeyen bir iki yapı kaldı aklımda sergi sayesinde. Biri Gustav Eiffel‘in mimarı olduğu kentin ticari kapısı Gümrük Binası ki bugün bir AVM; diğeri ise yukarıda söz ettiğim Arkas Sanat Merkezi’ne tahsis edilen Fransız Konsolosluğu.

İzmir kültürüne yatırım yapan her iki İzmirliye katkılarından dolayı “arkamdan gelen şehir” adına müteşekkirim.

Daha fazla yazı yok
2024-11-24 16:11:09