Altındere’nin bir sihirbaz gibi çalışarak hazırladığı Abrakadabra Sergisi, sanatçının 2008 yılında yine Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi’nin önünde “Bunun Bir Sergi Olduğundan Emin Değilim” enstalasyonuna da bir cevap niteliği taşıyor. Kalabalık İstanbul sokaklarının tutkunu olan Altındere, o dönem sergi alanı olarak İstiklal Caddesi’nin kalbini, yani “sokağın ortasını” mekân olarak kullanırken, bugün İstiklal Caddesi’ni salonun içine taşıyor.
Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi, MAXXI Müzesi Direktörü Hou Hanru’nun küratörlüğünde, Türkiye çağdaş sanatının başarılı temsilcilerinden Halil Altındere’nin “Abrakadabra” sergisine ev sahipliği yapıyor.
10. İstanbul Bienali’nin de küratörlüğünü yapmış olan Hou Hanru ile onun “Hiper Halil” olarak adlandırdığı ve bu sene Venedik Bienali’nde üç eseri sergilenen Halil Altındere’nin buluşmasında izleyiciler, üç boyutlu eserleri izlerken, gündelik yaşamın gerçekliği ile hayal dünyasının gizemleri arasında gidip gelecekler.
3 Kasım’a dek gezilebilecek olan serginin açılışında, Halil Altındere ile yaptığımız heyecanlı yolculukta bizi ilk karşılayan, kelepçe takılı altın eller oluyor! Bunlar, Houdini’nin Elleri! Abrakadabra sergisiyle ilgili ilk ve en güçlü ipucu belki de! Polis, altın, sihirbaz…
Ardından girdiğimiz büyük salonda, Houdini’nin Şapkası bir piyano resitali eşliğinde boşlukta dönüyor. Şapkanın sihrini çözemeden, diğer köşede kendi kendine çalan piyano ve hiper gerçek piyanisti yeni bir sihir koyuyor önümüze.
Adımlarımız bizi gizemli bir loşluğa götürürken, İstiklal Caddesi’nin sıradan sakinleri de birer birer belirmeye başlıyor. İlk olarak Pala Şair karşılıyor bizi, mağrur olduğu kadar muzip bir “Noel Ağacı” edasıyla. Altındere anlatıyor Pala’yla hikâyesini; “2008 yılında bu binanın önüne koydum ben Pala Şair’in replikasını” diyor. İstiklal Caddesi’nin belki de en ünlü ünsüzü!
Gerçekliği sıradanlığından gelen…
Karanlık sokaklarda ilerledikçe, “depresyonda” bir erkek, ankesörlü telefonda bir başkası ve lüks mağazalar kapandıktan sonra kepenklerin önünde belirmeye başlayan kaldırımların diğer sahipleri, mağazalarda satılanların replikalarıyla çıkıveriyor karşımıza, köşede pusu kurmuş polis arabası gölgesinde…
İstiklal’de yürürken bir sergi salonuna atıyoruz adımımızı şu an belli ki… Salonda klasik eserleri inceleyen bir izleyici ve köşede uyuklayan güvenlik görevlisi, bizden önce ve bizden sonra hep orada olan, inanılmaz gerçekliği, farkında olunmayacak sıradanlığından gelen…
İstiklal Caddesi’nin gerçekliğinden Halil Altındere’nin gerçekliğine kayıyoruz farkında olmadan. Sanatçının her gün Mahmutpaşa’daki atölyesine giderken önünden geçtiği kuyumcularla yıllar içerisinde kurguladığı ortak çalışmanın ürünleri “parlıyor” loş ışık altında. Altın bir muşta, altın bir silah, rap’çiler için yine altından zincirli bir madalyon… Birer “Abrakadabra” imgeleri olmasın sakın bunlar da?
“Dans edemediğim devrim benim değildir”
İncelikle hazırlanmış Emma Goldman serisi az ileride… “Anarşist” yazarın sloganlarını altın kolyelere yazdığını anlatıyor Altındere yüzünde muzipçe bir gülümsemeyle… “Masamdaki gülleri boynumdaki mücevherlere tercih ederim” diyor birinde Goldman, “Dans edemediğim devrim benim değildir” diye haykırıyor bir diğerinde.
Abrakadabra sergisinden, bir sihirbazlık gösterisinden çıkmışçasına ayaklarımız yere basmadan yürüdüğümüzü sanarak çıktığımızda, İstiklal Caddesi’nin artık kalabalıklaşan sahnesi bekliyor dışarıda bizi. Ayaklarımız hala havada, yüzümüzde nostaljik bir gülümseme, karışıyoruz sihirli gerçeğe…