A password will be e-mailed to you.

Nesli Türk; “Bedenin Hafızası (2011)”, “Kara Duyu (2015)” ve (2019) “Corpus Magnum” serisiyle resimlerinde grotesk bir yaklaşımla; genişleyen, şişen, saçılan bedeni; insanın, “anima”ya dönüşünü, ‘hayvan oluş’un sınırlarını sorguluyor.

Modern insanın bunalımı, kendine yabancılaşması, sanatçı tarafından “Corpus Magnum” kavramı üzerinden plastize edilirken beden-abject birlikteliğinde Deleuze’un “hayvan-oluş” kavramını yeniden düşünmemize olanak veriyor. “Beden, et, ten; çürümekte olan bedene hapsolmaktan dolayı sürekli hissedilen melankoli – ara safralılık, Nesli’nin hemen hemen bütün işlerinin atmosferine koku gibi sinmiş bir olgu. Grotesk beden, çirkinin bedeni, ekspresif beden-besin tüketen, dışkılayan, boşalan, deforme olan, üreyen beden…”

Deleuze hayvan ve insanın ayırt edilemezlik bölgesi olarak eti belirliyor. Ayırt edilemezlik, sadece hayvandan insana geçişin bulanık bölgesi değil aynı zamanda insanla hayvan-oluş arasındaki diyalektiğin geliştiği yer. Deleuze; ayırt edilemezliğin, tekillikler arasında bulunduğunu söylüyor. Nesli’nin resimlerinde tekil beden, hayvan-oluş’un sınırında belirsiz ve muğlak olan olarak ortaya çıkıyor.

Gördüğümüz beden ne tam olarak hayvan ne de tam olarak insan, hayvansı bir insan, “Dışkı, sıvı, çirkin, pürüzlü, gözenekli yüzey; pürüzsüz, modern klasik iktidara karşı bir direnme, Dionysos estetiği ile Apollon’a başkaldırı biçimi. Bedenin tarihine baktığımızda Platon’dan bu yana egemen metafiziğin idea ve ruh’a karşı beden’i ikincil kıldığını; arkasından Hıristiyanlığın beden ve gövdeyi günah ve ‘düşmüşlük’ ile anlamaya çalıştığını görüyoruz. Özgür, çıplak insanlar olarak Yunanları öven Nietzsche ise Hristiyan ahlakının beden ideolojisine karşı bedeni ve benliği bütünleştiriyor, Sartre ben bedenimim diyor; ben de bu yaşayan, salgılayan bedeni yakalamak istiyorum resimlerimde. Antik Çağ‘dan gelen dört suyuk teorisine göre kara safra melankolik mizacın göstergesi, bu teori ile günümüzün beden-abject kavramları arasında bir paralellik kuruyorum.”

Nesli’nin pentürlerinde; beden-abject kavramını Deleuzian bir yaklaşımla, ele alırsak; hayvan-oluşu, bedenin, organsız oluşunu açığa çıkaran kendilik hali olarak okumak mümkün. Bedenin oluş halini, yersiz yurtsuzlukla birlikte ele alıyor Deleuze, oluş, formlar, özneler ve organizasyonlar barındırmayan yerde; özne olmayan ‘kendinden başka hiçbir şeye teşne olmayan’.

Organsız beden, kurulan bedeni, sınırlandırılan bedeni, organları olan bedeni reddeden, uygarlık öncesi insana, hayvan-oluş’a, grotesk’e varan bir oluş hali.

Corpus Magnum” serisinin Deleuzian bakışta gösterdiği; hayvan-oluş gerçekliğini, doğaya geri dönüş, hayvana dönüşen insanın kendilik gerçeğinde “oluş”un ta kendisi olarak değerlendirmek mümkün. “Ekspresif bir deformasyon duygusu taşıyan resimlerdeki beden olgusunun çirkin olduğunu düşünmüyorum.” Sanatçı; her ne kadar pentürlerindeki beden olgusunun çirkin olduğunu düşünmese de saçılan beden; genişlerken deforme oluyor, anomaliye dönüşüyor, hilkat garibesi olarak ortaçağ tasvirlerinin yaratık-vari hayvani figürlerini hatırlatıyor, groteskleşiyor.

Nesli, kadın bedeninin, ideal güzel, “oran”, “uyum” içine hapsedilen halini yıkıyor, tersine çeviriyor, üremeyi, doğurganlığı ve beden sıvıları ile abject, tiksindirici, irite edici bir şekilde saçılan bedeni, grotesk olanın sahasına bırakıyor. Hayvan oluş sadece ilkel dürtülerde ortaya çıkan bir oluş hali değil insanda zımni olarak varolan ve oluş halinde ortaya çıkan bir hal. Nesli, pentürlerinde bedeni, temsili olmaktan kurtararak, bünyesinde saklı tuttuğu kendiliğine açıyor. Bu kendilik ne insan ne de hayvan, insan ve hayvanı oluşturan şeylerin tüm farklılıklarıyla bir araya geldiği belirsiz bir ontolojik gerçeklik…

Deleuzian düşüncede; bu belirsizlik, “organsız beden” ile kastedilen ‘alışılagelmiş var olma biçimlerinden kurtulma’ ve ‘uzlaşılmış davranış kiplerinden arınma’ hali. İnsanı, organsız bir beden olarak; düşünürsek diğer bedenler ile eşitleyebiliriz ancak. Deleuze’ün hayvan-oluş düşüncesi; yıkıcı değil, aksine bedeni paralize eden ve kendi olmaktan çıkaran şeylerden kurtararak, belirsizliğin içinden kendiliğine varma olanağı sağlayıp yaşama yönelme düşüncesidir. Nesli’nin figürlerinde; hayvan-oluş’ta nedensellik ilişkisi olmayan, insan öncesi bir evrenin, minör yaşama yönelmesi söz konusu. Hiçbir oluşu olumlamaya ve olumsuzlamaya yönelmeyen, salt kendilik, salt hayvan olarak sadece ve sadece varlığını devam ettirme arzusu taşıyan, alışageldik beden arketipini yıkan organik bir ara-form olarak da okunabilir.

Özneleştirilen insan ile nesneleştirilen hayvanın bir araya gelmesi ve ortaya çıkan ara-form. İnsan-nesne konusunda “Duygulanımlar tam olarak, insanın insani olmayan oluşumlarıdır.” (Deleuze & Guattari 1994, s. 169) Bu yaşanmış bir durumdan diğerine bir geçiş değil, insanın insani olmayan hayvan-oluş durumudur. İnsan dünyanın içinde değil, onunla birlikte oluş halindedir, bu oluşta bitki, hayvan, insan, taş, toprak… her şey haline gelir. Yaşam ne önceden düzenlenmiş verili öznel bir bütünlük ne de nesnel bir bütünlüktür. Nesli Türk’ün “Corpus Magnum” sergisi, bize yaşamın farklılık ve oluşun saçılması olduğunu, unuttuğumuz bedeni hatırlatıyor. İnsan-hayvan oluş üzerine düşünmemizi sağlayan betimlemeler, ‘öznel ve nesnel’ bütünlüğe, ‘düşünce ile yaşam’ın özdeşliğine götürüyor bizi.

Corpus Magnum” 11 Mart’tan 1 Nisan’a dek Merkur’de izlenebilir.

 

İLGİLİ HABERLER

Nesli Türk ile bedenin sınırlarını deneyimlemek

Daha fazla yazı yok
2024-11-21 15:08:23