A password will be e-mailed to you.

 

                                                                                                         “Aşk yeniden

                                                                                                         Akdeniz’in tuzu gibi”

                                                                                                         Murathan Mungan

 

I. ANNE

Duştan çıkmış, ıslak saçlarla yatak odasına yürürken koridorda gördüm kedimizi. Ölmüştü. Donup kaldım. Daha demin iyiydi. Hiçbir şeyi yoktu. Yatağa gelmişti. Karşılıklı gerinmiştik uzun uzun. Her zamanki gibi.

“Pıtırcık?” dedim çaresizce. Sanki adını duyunca ölümden dönüp bacaklarıma sürtünecekmiş gibi. Kendi duygularım içimde hareketlenemeden kızım için panikledim. Yerde cansız yatan kediden önce kızımı düşündüm. Annelik içgüdüsü müdür nedir… Çok üzülecekti. Mahvolacaktı. Kıyameti koparacaktı. Pıtırcık, kızımın en iyi dostuydu. Pıtırcık adını da o koymuştu zaten.

Hareketsiz hayvanı nazikçe kucağıma aldım. Sanki hâlâ incinebilecekmiş gibi. Kaskatı, tüylü bir kemik torbası. Yumuşacık, sıcacık, huzur dolu hayvan gitmişti. Kapıyı çekip çıktım. Yoldaki insanların tuhaf bakışları arasından sıyrılarak iki yan sokaktaki veterinere gittim. Hasta, aşı zamanı gelmiş, kısırlaştırılması gereken tedirgin kedilerini getirenlerin arasında kucağımdaki boynu bükük, gözleri kapkara ve bomboş bakan kediyle dikildim. Konu acil değildi. Ama ölümle ne kadar az haşır neşir olunursa o kadar iyiydi. Herkes sırasını bana verdi. Göz ucuyla bakanların arasından adım adım ilerledim. Acıyla, tiksintiyle, şaşkınlıkla, anlayışla, endişeyle, şefkatle karşılanarak en öne geçtim.

Neden veterinerdeydim ki? Hayata dönmeyeceğini biliyordum kedimizin. En azından ne olduğunu öğrenebilirdim belki. Öğrendim. Kalp kriziymiş. Nasıl olur? Olabilirmiş. Ne yapacağımı şaşırmış haldeydim. Orada yeni başlayan gençlerden biri “Arkadaki parka gömelim isterseniz, yardım ederim ben,” dedi. O olmasa ne yapardım gerçekten bilmiyorum.

Birlikte parka gittik. Yeni tanıştığım genç, ben, ölü kedi, kürek…. Havanın çok güzel olduğunu parka gidince fark ettim. Yanımdaki genç belli ki çok hayvan gömmüştü buraya. Hiç oyalanmadan girişti toprağa. İki kolu da bilekten dirseğe kadar karmakarışık dövmelerle doluydu. Siyah, gri, kırmızı. Küçük bir çukur kazdı. Pıtırcık’ı içine bıraktık. Kıyamam. Son bir baktım. Toprak örtüldü üzerine. Kızımın ne kadar üzüleceğini düşünmekten kendim üzülemiyordum hakkıyla, çok ama çok sevdiğim kedimin ölümüne. Genç arkadaş küreğini alıp veterinere döndü.

Biraz burada kalmak istediğimi söylemiştim ona. Deli kadınlar gibi. Kedisinin mezarı başında. Yapayalnız. Anlayışla karşıladı. Sigaram da yoktu. Çekine çekine birinden istedim. Kıvırcık saçlı bir kadından. Uzattı. Şu hiç sevmediğim, incecik olanlardan. Aldım. Arkasından ateş uzattı. Üniversite yıllarından beri kimseden sigara istemediğimi fark ettim o an.

Sigarayı söndürmüş, oturuyordum. Boş bir bankta. En son ne zaman tek başıma bir bankta oturduğumu düşündüm, hatırlayamadım. Sonra daha kasvetli bir düşünce çöktü içime. Kara kara düşünmeye başladım. Kızıma nasıl anlatacağımı. İlk ölüm haberini ona nasıl vereceğimi. Kaçtığını falan söyleyemezdim. İnatçı kızım onu bulana kadar dönmezdi eve. Daha büyük perişanlık. Gerçeği söyleyecektim. Kızımın çok sevdiği kitap seti geldi gözümün önüne. İlk Ansiklopedim. İlk Deney Kitabım. İlk Resim Kitabım. İlk Ölüm Haberim.  

II.KEDİ

Eve dönerken kaldırımda karşıma çıktı. Pıtırcık’ın tıpatıp aynısı. Hayat dolu. Bunda çok da şaşırılacak bir şey yoktu aslında. O kadar klasik, o kadar tipik bir tekirdi ki kedimiz, aynısından çok vardı. Ama bu her şeyiyle aynıydı. Boyu, kilosu, ifadesi… Tıpkı Pıtırcık gibi, tüm benliğiyle bakıyordu. Bütün varlığı gözlerinde toplanıyordu birine veya bir yere baktığında. Göz göze geldiğimiz an içimde yükselen hüzün sinsice biçim değiştirdi. Sanki aynı şeyi düşündük. Doğru muydu bu düşünce? Seni alıp Pıtırcık yerine koymam? Beni alıp Pıtırcık yerine koyman? Doğru değildi tabii. Ölen kedinin yasını bile tutmadan. Ama boşanmamızın sarsıntısını yeni yeni atlatan kızım da Pıtırcık’ı evde bulamamanın şokuna hazır değildi. Hayat ne kadar az değişiklikle devam ederse o kadar iyiydi onun için. Sanki karşımdaki kedi de hemfikirdi. “Bence de, bence de,” diyordu kocaman, parlak, hayat dolu gözleriyle. Ve sabırla bekliyordu. Doğru kararı vermemi.

Kucağımda kediyle eve dönüş yolunda buldum kendimi. Ağırlığı da aynıydı. Yumuşaklığı da. Onun da canına minnetti. Hemen yerleşmişti kucağıma. Derin keyif hırıltılarına bile başlamıştı. Huyu suyu da benziyordu belli ki Pıtırcık’a.

Yeniden evdeydim. Sabah ölü kediyle nasıl çıktığımı hatırlamadığım evde. Yeni Pıtırcık, Pıtırcık’ın yastığında uyukluyordu. Sanki yıllardır bu evde yaşıyormuş gibi rahattı. Kızımın okuldan gelmesine az kalmıştı. Akşamüstü atıştırmalıklarını hazır ettim. Evi toparladım. Havalandırdım. Yatağın üzerinde ölü kedinin anısı gibi uzanan bornozumu kaldırdım. Her şey eskisi gibiydi.

Sonra uyuyan hayvanın karşısına geçip bir sigara yaktım. Uzun uzun inceledim. “Vallahi aynısı,” diye mırıldandım kendi kendime. Beni duyup kafasını kaldırdı. “Pıtırcık, kızım?” dedim. Kızım gelmeden adını öğrenmeliydi. Bu nedenle tekrar edip duruyordum. Hızlandırılmış Pıtırcık kursu. Cin gibi hayvandı. Şimdiden ayırt etmeye başlamıştı yeni ismini.

Kızım adına iyi hissediyordum kendimi. Bir anne olarak evet. Çok iyi hissediyordum. Filmlerdeki, hatta reklam filmlerindeki her derdi şıp diye çözüveren süper anneler gibi. Kedi için de iyi hissediyordum. Sokaklardan kurtulmuştu yavrucak. Tam da kara kış öncesi. Ama içimde bir sıkıntı vardı. Pıtırcık’ın sıkıntısı. Zavallı Pıtırcık’ın hayatımızdan, kızımın hayatından bu kadar kolay çıkıyor olması ruh karartıcıydı. Anısına saygısızlıktı. Sigarayı söndürüp üstümü başımı düzelttim. Aynada kendime baktım. İçten içe çürüyen bir ideal anne, yarı ölü bir hayvan sever.

Telefonumun çalmasıyla içeri koştum. Koridordan her geçişimde ürperiyordum. Yakın arkadaşımdı arayan. En yakın arkadaşım. Havadan sudan konuştuk. Rutin dedikodularımızı yaptık. Söyleyemediğime inanamıyordum. İçimden “Şu konu da bitsin anlatacağım,” dedikçe erteledim. “Sen neler yapıyorsun?” diye sorduğunda bile söyleyemedim. Uyuklayan kediye bakıp, “Hiç, aynı,” dedim.

Telefonu kapatınca hem rahatladım hem müthiş bir rahatsızlığa kapıldım. Neden söyleyememiştim? Sadece kızımı kandırmak yerine herkesi kandırmak daha mı rahatlatıcıydı? Bu da mı annelik içgüdüsüydü? En yakın arkadaşıma söyleyememiş olmamla birlikte iyice acayip bir hal almıştı benimle, yeni uyanmış, Mısır Tanrısı gibi oturan kedi arasındaki sır.

III.KIZ

Kapı çaldı. Tuhaf, hiçbir şeye benzemeyen bir heyecan. Kızım geldi. Ayakkabılarını çıkarıp ellerini yıkadı. Öpüştük. Koşa koşa gitti Pıtırcık’ın başına. Nefesimi tutup bekledim. Kızım kedisiyle konuşup onu okşuyordu. Okulda başına gelenleri anlatmaya başlamıştı bile. Her zamanki gibi. Nefesimi bıraktım. Kendini kızımın şefkatine bırakan kedi yattığı yerden kafasını bana çevirdi. Yeni Pıtırcık’la iki suç ortağı gibi bakıştık. Herkesin rolü belliydi. Kedi derin derin hırıldamaya başladı. Ben mutfağa gidip akşamüstü atıştırmalıklarını sofraya taşıdım. Kızım kediyi sevmeye devam etti.

Hayat kaldığı yerden devam ediyordu. Haftalar, hatta aylar sonra sabaha karşı kızım tarafından uyandırıldığım o ana kadar. Hıçkırıklar içinde odama girmişti. Oda yarı karanlıktı. Kalbim duracak gibi korkmuştum. Ağlamaktan sırılsıklam olmuştu küçücük suratı. Paniklediğimi belli etmemeye çalışarak uyku sersemi, çatallı sesimle sordum ne olduğunu. Bir süre daha ağlamaya devam ettikten sonra yutkunup “Bu Pıtırcık değil,” dedi.

 


Bu öykü daha önce “Pati Öyküleri” adlı derleme kitapta yayımlanmıştır.

(Hazırlayan: Leyla Tün / Edebiyatist Yayınları)

 

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 13:32:28