A password will be e-mailed to you.

İkinci El Zaman, Kızıl İnsanın Sonu

ikinci-el-zaman-kizil-insanin-sonu

Haftanın yeni kitaplarından ilki, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar Svetlana Aleksiyeviç’in ‘İkinci El Zaman, Kızıl İnsanın Sonu’ adlı çalışması. Kafka Yayınevi’nden çıkan kitabın çevirisini Sabri Gürses yapmış.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, yani kısaca SSCB. İki kutuplu dünyanın diğer gücü. Soğuk savaşın ana aktörü. 1989 yılında Doğu Bloku’nun, 1991’de de SSCB’nin yıkılmasıyla tek kutuplu dünya düzenine geçildi. Bu bloğun yıkılması ile halklar tek bir seçenek olan kapitalizme mahkum olmak zorunda kaldı. Sovyet rejimi uygulayan tüm ülkelerde görece özgürlük rüzgarları esti. SSCB vatandaşları yıllarca ABD ile yaşanan soğuk savaşın arasında kalarak, en temel insan haklarından da mahrum kaldılar. Elbette barınma, beslenme vb gibi ihtiyaçlar devlet tarafından da karşılansa, ifade özgürlüğü açısından baskı çok kuvvetliydi. Glasnost ve Perestroika’ya rağmen, SSCB dağılmaktan kurtulamadı.

Kabaca bir değerlendirme yaparsak, “reel sosyalizm” ya da birçoklarının dediği gibi “komünizm”, kapitalizm ile baş edemedi ve çöktü. Bunun başlıca sebebi insana yatırım yapılmamasıydı herhalde. Bu çöküş aslında SSCB haricindeki ülkelerde ciddi bir hayal kırıklığı yarattı. Diğer ülkelerde komünizme inanmış kitleleri de sarstı ve büyük bir umutsuzluğa sürükledi. Tüm bu umutsuzluk hikayelerinin aksine, yeni düzen Rusya vatandaşlarına belki de yeni bir ferahlama dönemine girilmesi yolunda umut aşıladı. İşte bu ikili yapı muhtemelen içerde ve dışarda çelişkiler yarattı.

Yeni Rusya’ya uzanan yol

Kitap da, Sovyetler Birliği’nin dağılışını ve yeni Rusya’nın ortaya çıkışı sonrasında yapılan sözlü tarih anlatımına dayanıyor. Özgün dokümanter bir tarz kullanan Aleksiyeviç, komünizmin çöküşünün kroniğini çıkarıyor. 30 yıl öncesine dönerek, sıradan insanların komünizm şartları altında yaşamından çöküşüne giden yolunu aydınlatıyor. Yeni Rusya’ya uzanan yolun geriye dönük fotoğrafını halkın yaşamı üzerinden çekip yansıtıyor.  Bu söyleşiler 1991-2012 dönemini kapsıyor. Ve yazar bizi propagandanın ve yalan medya anlatımlarının ötesine taşıyarak, gerçekçi bir tecrübe sunuyor. Bunu yapmasının nedeni de, yeni Rusya’da yaşanan baskı, terör, açlık ve katliamların aksine, hâlâ gurur duydukları ülkeleri için beraber omuz omuza çalışıp mücadele ettikleri inancını göstermek. Bu bakışla Rusya’yı panaromik bir şekilde anlatıyor.

“İsveç Akademisi, Svetlana Aleksiyeviç’e Nobel Ödülü verdiğinde yazarın “yeni bir edebi tür” yarattığını belirtmiş, eserlerini de “duyguların ve ruhun bir tarihi” sözcükleriyle betimlemişti. Aleksiyeviç uzun bireysel monologları farklı seslerin duyulduğu bir kolaja dönüştüren özgün dokümanter tarzıyla, kendilerine nadiren konuşma fırsatı verilen, yaşantıları da çoğu zaman ülkenin resmi tarihine karışarak yitip giden sokaktaki insanların hikâyelerini kayıt altına alıyor.”*

Yeni bir anlayış ve başlangıç için…

*Kitabın arka kapak tanıtımından alıntıdır.


Sevda Kitabı

sevda-kitabi

Bu sabaha karşı Leonard Cohen’dan gelen üzücü haberi alınca haftanın kitaplarında bir değişiklik yapmak istedim ve Leonard Cohen’ın şiir kitabını tanıtmaya karar verdim. Aylak Kitap Yayınları’ndan 2015 yılında çıkan Sevda Kitabı’nın çevirisini Gökçen Ezber yapmış.   

Leonard Cohen’ı nasıl tarif etmek gerekir bilemiyorum. Şiirsel nitelikteki şarkı sözleriyle birçoğumuzu sarıp sarmalamış, başka bir dünya olabileceğine inandırmıştı. En azından benim için öyle. Mesajlarını dolaylı bir şekilde alabilmek onu sevenler için önemli bir lütuf idi. Umutsuzluğa karşı bir umuttu. Hayat iyileri çok çabuk mu alıyor acaba?

Bir Nobel Edebiyat Ödülü de ona verilseydi hiç sürpriz olmazdı. Bir modern çağ ozanıydı.  Kitaba gelince, şiir ile şarkının buluştuğu nokta diyebiliriz. Zaten müzik kariyerine başlamadan önce Montreal’de ilk şiir kitabını yayımlamıştı.

Öfkeyi ince mizahla kovuyor

Bu kitabıyla sevgiyi, aşkı ve sevdayı dile getiriyor. 12 yılını Budist bir rahip olarak geçirdiği Kaliforniya’nın Baldy Dağı’nda yazmış bu şiirleri. Toplamda 150 şiir ve şarkı sözünden oluşan bu kitap, Zen tarzındaki hicivlerini andıran şiirleriyle kalbimizin derinliklerine ulaşıyor. Hatta Halil Cibran ve Amerikan şairi Billy Collins’in esintilerini hissetmek de mümkün. Cohen’ın dizelerinde, “kuşların, örümceklerin ve çamaşırhanelerin esin kaynağı olduğu epifanilerle karşılaşıyoruz.”*

Cohen şiirlerinde sevdiği kadınları, yaşlılığı ve hepimizin büyük bir umutla aradığı aşkı anlatıyor. Yalnızlaşan yüreğindeki öfkeyi ince mizahla kovuyor. “Şair, içindeki aşkı ve sevdayı, kendinden iğrenmişliğiyle başarılı bir biçimde dengelerken, aklımıza William Blake ve Emily Dickinson gibi şairleri getiriyor.”* 

Geçen ay itibariyle çıkardığı “You Want It Darker” adlı son albümünü de göz önüne alırsak, bize fiyakalı bir şekilde veda etti. Hem de çok sevdiği Marianne’nin yanına doğru usulca sokuluverdi. Onu birçok şarkısıyla anacağız, her zaman olduğu gibi “Dance me to the end of love”…

“Mükemmeliyeti boş ver. Her şey kusurludur. Her şeyin üzerinde çatlaklar vardır. Işık da bu çatlaklar ve kusurlar sayesinde görünür” -Leonard Cohen

“Bir şaşkınlık dönemine giriyoruz, insanların çaresizlik içinde ışık bulduğu ve umutlarının zirvesinde başlarının döndüğü tuhaf bir an. Aynı zamanda dinsel bir an, ve tehlike de burada. İnsanlar otoritenin sesine kulak vermek isteyecek ve herkesin aklında otoritenin ne olduğuna ilişkin birçok tuhaf kurgu ortaya çıkacak. Aile yine, saygı gören ve övülen bir Temel olarak görülecek, fakat birçok başka olasılığın darbesini yiyen bizler, aşkın devinimleri de olsak, yalnızca devinimlerin içinden geçeceğiz. Halkın Düzen arzusu, bu düzeni tepeden indirmek isteyecek birçok inatçı ve uzlaşmazı cezbedecek. Hayvanat bahçesinin hüznü toplumlara sirayet edecek.” -Leonard Cohen

Şarkılarından birini, günümüzde yaşadığımız demokrasi sorunsalı adına buraya bırakıyorum.

 

Atatürk

ataturk-3

Bu hafta her yerde Atatürk anıldı, hakkında şiirler okundu, mücadelesi anlatıldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna olan saygı ve sevgi ritüeli yerine getirildi. Bu nedenle 2010 yılında basılmış bir Atatürk kitabını tanıtmak istiyorum.  Klaus Kreiser’ın yazdığı Atatürk adlı kitabı İletişim Yayınları yayımlandı. Çevirisini Dilek Zaptçıoğlu yapmış.   

Birçok insan Atatürk’e aşkla, sevgiyle bağlanmıştır. Bir nevi kutsalıdır. Dokunulmazıdır. Kırmızı çizgisidir. Eğer Atatürk’ü tartışmaya kalkarsanız pek de istediğiniz noktaya ulaşamayabilirsiniz. Sloganların ağırlıklı olduğu bir sevgi biçimidir de diyebiliriz. Mesela “Atam İzindeyiz” gibi. Acaba izinde miyiz? Bıraktığı mirası nasıl değerlendirdik, değerlendirebiliyoruz?  O dönemin şartları ile bu dönem aynı mıdır? Kurulan cumhuriyeti ne kadar demokratikleştirebildik? Yaptığı hatalar nelerdi? Kurucusu olduğu ülkede ‘gayrimüslimler neden uyum sağlayamadılar? Böyle birçok soruyu arka arkaya sıralayıp sorabiliriz.

Atatürk’ün de ölümlü bir insan olduğunu düşünürsek, tek bir insan üzerinden ülke düzeltilebilir mi diye de sormalıyız kendimize. Her ölümlünün iyi yaptığı şeyler gibi, hatalı yaptığı işler de vardır. Atatürk’ü daha nesnel bir bağlamda tartışmak, toplumun ilerlemesi açısından faydalı olacaktır. Hakkında onlarca kitap yazıldı çizildi. Onu çok metheden kitaplarda da tutun da, aksini savunan kitapları da gördük ve okuduk. Fakat objektif yaklaşan kitaplar oldu mu, bir anda saldırganlık artıyor. Nesnel bilgiye olan tahammülsüzlük Atatürk bağlamında çok çeşitli hallerde vuku buluyor. Aslında Cumhuriyet’in tüm sorunlarındaki tavrımız da bu şekilde değil mi? Çözüm yerine ezberlere başvurmak… Devletin yapmak istediği de bu ezberi yaymak değil mi?

Objektif bir bakış

Bu kitap bir Mustafa Kemal Atatürk biyografisi. Birçok yerli ve yabancı yazar tarafından anlatıldı. Osmanlı ve Türkiye tarihinin uluslararası düzeyde önemli uzmanlarından Klaus Kreiser’in bu çalışması, Atatürk hakkındaki zengin malzemesi ve konuya olan hakimiyeti ile diğerlerinden ayrılıyor. Daha bilimsel bir gözle yazılmış bir kitap. Klaus Kreiser, tipik hamasi övücülükten uzak, muhalif anlatıların keskinliğinden de uzak daha nesnel bir tabana oturtuyor kitabını. Direkt yıkmaktan ve acımasızca eleştirmekten öte, daha alçak sesle ve sakin bir üslup ile cevap veriyor. Yazarın asıl amacı, Mustafa Kemal’i tarihsel bağlamında gerçekçi anlatabilmek.

Klaus Kreiser, Atatürk’ün yaşam çizgisini “önceleri asker ve kendisini ulusal iradenin cisimleşmiş hali olarak gören bir siyaset adamı… daha sonraları ise dini ve dili, hukuku ve tarih anlayışını, kılık kıyafeti ve müziği derinden değiştirmek isteyen bir kültür devrimcisi…” olarak ele alıyor*. Rejimi, iki dünya savaşı arasında yaşanan diktatörlüklerden farklı bir yere oturtuyor. Titizlikle yapılan bu çalışma Türkiye’nin tarihini ve Atatürk kültünü yeniden düşünme, değerlendirme fırsatını sunuyor.

Atatürk’ü seven ama kalbinde ve aklında daha nesnel bir düzleme oturmak isteyen, sorgulayan okurlar için…


BÜLENT ECEVİT, Karaoğlan

karaoglan

Geçen hafta itibariyle Karaoğlan’ın ölümünün 10’uncu yıldönümünde 1950’den 1961’e gazetelerde yer alan tüm yazıları ecevityazilari.org adresinde erişime açıldı. Bu habere ek olarak, onu tanıyanlar, tanımayanlar ya da daha yakından tanımak isteyenler için yeni bir kitap önermek istiyorum. ‘Bülent Ecevit, Karaoğlan’ kitabı İletişim Yayınları tarafından geçen ay yayımlandı. Yeni çıkan bu kitabın yazarı Mustafa Çolak.

Bilindiği gibi, Bülent Ecevit, 1960’larda başlayan ‘Ortanın Solu’ hareketinin öncülerindendi. Aslında kendisinin önemli bir mertebeye gelmesine yol açan kritik kavşaklardan biri, bence 12 Mart 1971 muhtırasına karşı olan tepkisiydi. O dönemde muhtıraya açıkça karşı çıkmıştı Ecevit. Diğeri de 1974 yılındaki Kıbrıs Harekatı idi. Gerçi bu harekat sonraları Türkiye için uluslararası platformda sorun olmaya teşkil etmişti. Hâlâ da sürmekte. Yine de kabaca bir genelleme yaparsak, Bülent Ecevit hayatı boyunca demokratik yollardan bir mücadeleyi benimsemiş, hep halkın iktidarını savunmuştu.

1972 yılında büyük bir mücadele sonrası, 34 yıl boyunca parti liderliği yapmış Milli Şef İsmet İnönü’den CHP Genel Sekreterliği’ni alan Ecevit, daha sonraki yıllarda halkla kurduğu ilişki ve söylemleriyle toplum nezdinde önemli bir yer edindi. Parti ve taraftarlarınca ‘Ecevitçi’ olarak adlandırılmasıyla, Türkiye’de ne kadar önemli bir siyasi kimliğe sahip olduğunu da gösterdi. Özellikle 1977 seçimlerinde aldığı yüzde 41,38’lik oy oranı geçmiş dönemlere göre, CHP’nin ulaştığı en yüksek orandı. (Diğeri de 1957 seçimleri yüzde 41,09). Karaoğlan o dönem halkçı sol söylemelerle kitleleri etkilemişti. 70’lerin karışık konjonktüründe ülke koalisyonlarla yönetildi. Ardından gelen 1980 askeri darbesi ile, Karaoğlan hapse girmiş ve bir dönem de siyasi yasaklı kalmıştı. O dönemde çevresindekiler terk edince önemli sözlerinden birini söylemişti:  Mücadelenin güçlüklerini göze alamayanlarla yollarımız ayrıldı“.

Ona olan sevgi hiç bitmedi

Siyaset yasaklısı olduğu için 1985 yılında eşi Rahşan Ecevit’in kurduğu DSP’yi (Demokratik Sol Parti) ileriki yıllarda yasağı kalkınca, adım adım, binbir emekle iktidara taşımıştı. Önemli bir başarı yakalayan Karaoğlan 2001’de yaşanan ekonomik krizi ile beraber var olan gücünü yitirmiş ve partisiyle beraber siyasete fiilen olmasa da manen veda etmişti. Kısaca özetlediğimizde, Karaoğlan Türkiye’de esen sol rüzgarların da etkisiyle halkçılık, emek ve olabildiğince demokrasi üzerine politika yaparak toplumun önemli bir çoğunluğunu ikna edebilmişti. O dönemden beri, CHP’nin de mevcut durumuna baktığımızda onun kadar etkili bir lider herhalde gelmedi veya gelemedi. O yoluna eşiyle beraber kurduğu partiyle devam etti. 2006 yılında vefat etmesine rağmen, önceki kuşakların Karaoğlan’a olan sevgisi hiç bitmedi ve hâlâ özlemle de onu arıyorlar… 

İşte bu kitap da Bülent Ecevit portresini geniş bir perspektiften bakmaya çalışıyor ve onun siyaset dışındaki çeşitli özelliklerini de yansıtıyor. Biz onu sadece siyasi yönüyle de tanımıyoruz. Bu kimliğinin arkasında çeşitli inceden inceye özellikler de barındırıyor. Mesela gazetecidir, iyi İngilizce konuşur, kitaplar ve şiirler yazmıştır. Klasik bir siyaset adamından çok entelektüel kimliği olan bir karakterdir Ecevit. Fikir, siyaset ve hayat hikâyesini kapsamlı bir şekilde öğrenmek için Karaoğlan’ın yaşamına göz atmanızı tavsiye ederim.

“Kitlelerin Ecevit’e yakıştırdığı Karaoğlan benzetmesi, halkın onu bir politikacıdan çok popüler bir yıldız gibi gördüğünü gösteriyordu. (…) Aynı zamanda ‘bir politikacı gibi davranmayı’ reddetti; konuşmaları idealizmle dolu olmakla birlikte doğrudandı.” –Feroz Ahmad – Demokrasi Sürecinde Türkiye 

*Kitabın arka kapak tanıtımından alıntıdır.

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 12:51:36