Oyuncu Nejat İşler Can Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı Gerçek Hesap Bu!’nun ardından ikinci kitabı ile yazar kimliğini pekiştiriyor.
Can Yayınları bünyesindeki Mundi‘den çıkan “Ben Hep Senin Yanındaydım” aynı kadın için yarışan iki dost, beyaz yakalının katıldığı zoraki doğum günü, Bodrum’da büyük bir yıkımın ardından gelen bohem yaşam gibi hikayeler anlatıyor.
“Buyrun nejat bey.”
“Teşekkür ederim.”Bardaktan bi yudum aldım. havai fişekler patladı içimde. votka portakal! tekrar kapattım gözümü, düşümde seni görmek için. kitabı geri verecektim, yoktun. kitabın kapağına baktım:
Ben Hep Senin Yanındaydım.
Bu haftaki kitap tavsiyemiz “Ben Hep Senin Yanındaydım“a dair fikir edinmek isteyen okurlarımız için kitabın son bölümü Öfkeli Piçler Bataryası‘ndan Yıkım Günlüğü 3‘ü sizlerle paylaşıyoruz.
Yıkım Günlüğü 3
Eski kilisenin olduğu yerde uyandım. Sol gözümü açamadım bir türlü. Gözkapağım yapışık. Elimle yokladım biraz. Kurumuş kan! Tükürüğümle yumuşattım, zar zor açıldı. Dün akşam zorlu bir koloni toplantısı vardı. Herkes birbirine girdi. Ben devamlı, “Hallederiz abi,” dediğim için, “Pis sarhoş, siktir git,” bağrışları ve tehdit içeren hakaretler eşliğinde toplantıdan kovul dum. Bu arada biri kafama şişeyle vurmuş.
Neyse, herşey yolunda sanki. Başımın ağrısına minnettarım. Yaşıyorum. Tavşan Adası karşımda. Ada denen şey, bin yıl evvel ki haline dönüşmüş; tanrılara kurban verilen sunak. Çok kurban verdiğimiz geldi aklıma. Şehit dedik onlara, eski inancımız gereği. Yosun tarlasının emekçisi Ali, kahve bulmuş Ortakent’teki gemi arayıcılarından. Beni görmüş yatarken, dün geceki mevzuları duymuş, pişirmiş kahveyi, getirdi iki bardak. Bok gibi tadı. İyi geldi ama. “Sahil güvenlik gemisini yağmaladıklarına pişman olmuşlar, kahveleri bana bıraktılar,” dedi. Sigara da bulmuşlar. Yaktık karşılıklı. “Ne zaman başladın lan sen sigaraya? Safi zararsın ha. Bulunmuyor zaten, piç etme sigarayı,” gibi sonsuz küstahlıkta bir cümle çıkıverdi ağzımdan. Yaşayan en güzel kalpli adamı kırana madalya veriyorlar sanki. Laf daha ağzımdan çıkarken ne bok yediğimi anladım. Ancak havada uçuşan kelimeleri Ali’nin kulaklarına varmadan yakalayamadım. Baktı, anlamaya çalıştı, iki yana sallandı, ayrıldı akşamdan kalma kafamdan, uzadı. Bazen böyle denyoluklar yapıyorum sanki marifetmiş gibi. İş işten geçtikten sonra da berbat sesimle “Özür Dilerim” şarkısını söylüyorum. Neyse ki Ali küsmez. Kir tutmayan kristal bir yüreği var çünkü.
Bağa gitmem lazım. Hava sıcak asmalar kurudu. Akrep belası var başımda. Deniz bittiğinden beri her yere yayıldılar. Yatağıma kadar girdiler. Küçük pazara doğru baktım. Herkes ellerindekiyle değiş tokuş derdinde. Bizim koloni pek mutlu değil. Bulduğumuz etleri saklama imkânımız yok. Çürük etlerle değiş tokuş yapma şansımız kalmadı neredeyse. Hayat berbattı. Ta ki, işportacı lar bataryası komutanının kızının ellerini görene kadar. Emekçi ellere bayılıyorum. Ne ara geldi yanıma bu kadın? Su vuruyor yüzüme, kanları siliyor, beni ayıltmak için uğraşıyor. “Çok zor bir işe soyundun, direkt soyunsaydın keşke,” diyeceğim, halim yok. Açıkçası çekiniyorum da babasından. Ayrıca umuma açık bir yerdeyiz. Gayretli kadın. Komutan kızı ne de olsa. Savaş sevmiyorum, uyku çok güzel.
“Sadece bu sıcakta beni yelleyen bir kadın istemiştim.” Aklımdan geçen son şey buydu…