…Söz konusu oyuncak hikayesi olduğunda akla ilk gelen Disney – Pixar yapımı ünlü Toy Story serisi olsa da, Çek yönetmen Jiri Barta’nın Na Pude’si kıyas oluşturamayacak denli özgün bir yapım…
Oyuncaklar, kişinin özdeşleşim kurarak hayatının anlam merkezine oturttuğu bir aracı; gösteren, gösterilen, gösterge yahut model olmasıyla bile zihnimizi ve yaşam deneyimimizi nelerle ve nasıl oluşturduğumuzu söyleyen imgeleri barındırır. Diğer yandan çok değil birkaç yüzyıl geriye gidip, belli bir amaç için yapılmış ve kendi kendine hareket eden makine anlamına gelen otomatonların işleyiş ve anlam mekanizmalarını incelersek, onların evvela portatif insan ve mekanlar üstünden oluşturulduğunu, dolayısıyla bu hareketli oyuncakların insan rolüne bürünerek bizim hikayemizi bize anlattığını söylemek mümkün.
Toy Story ve Princess Bride’ı içinde barındırıyor
Söz konusu oyuncak hikayesi olduğunda akla ilk gelen Disney–Pixar yapımı ünlü Toy Story serisi olsa da, Çek yönetmen Jiri Barta’nın Na Pude’si kıyas oluşturamayacak denli özgün bir yapım. İçindekilere baktığımızda yalnız Toy Story’yi değil, aynı zamanda 1987 yapımı bir klasik olan The Princess Bride’ı da barındıran film, iç içe oluşturduğu evrenlerin ögelerini, uyarlamasını yaptığı yapımların temel özelliklerini işaret ederek kurgulamış. Barta, The Princess Bride’ın hikaye ve karakterlerinden esinlenirken, filmdeki masal kitabı kahramanlarını kendi filminin oyuncak bebeğine (Buttercup), ayıcığına (Teddy), kukla Don Kişot figürüne (Sir Handsome), yahut kil hamuruna (Laurent) dönüştürüyor. Eski bavul içindeki gözden düşmüş oyuncaklar da (Toy Story) böylece bir büyükbabanın torununa hediye ettiği özel bir masalın (The Princess Bride) yeniden gösterimini yaparmışçasına, etrafımızdaki eşyaların olağanlığıyla birleşerek zamansız bir çerçeve kazanıyor.
Malum, oyuncak bebeklerle olan münasebetimiz, insanlık tarihi kadar eskidir. İlk çağlardaki totem heykellerden seri üretim Barbie’lere, yahut ilk mekanik oyuncaklar sayılan otomatonlara; insanın kendi benzerini yaratma ve geliştirme uğraşı neticesinde, binlerce yıldır pek çok amaçla hazırlanmış pek çok oyuncak, psikolojik ve sosyolojik bağlamlarıyla hayatımızda yer aldı. Dini, bilimsel yahut eğlence amaçlı; etrafımız oyuncaklarla sarılmış durumda. Belki de onlar, bizim kendimizi oyuncak hissetmememize vesiledir, ha? –Baudrillard’ı dürtükler-
Stop-motion tekniğiyle oluşturulmuş fantastik bir film
Bugün kimin doğum günü? Prag’daki eski bir evin çatı katında unutulmuş bir valizi kendine ev belleyen bir grup oyuncağın sıradan sabahı, işte bu cümleyle başlıyor. Doğu’daki mutlu oyuncak diyarı ve Batı’daki The Head’in kasvetli ülkesi olarak ayrılan çatı katı, Barta’nın Çek Cumhuriyeti’ndeki soğuk savaş dönemini yansıtma biçimi. Filmin oldukça naif süren seyri, şeytani The Head’in Düğün Çiçeği Operasyonu’nu (Buttercup’ın kaçırılması) başlatmasıyla giriftleşiyor. Raydan çıkarılan tren ile ülkeye yayılan kaos bir yandan, Buttercup’ın şirin valiz evine dadanan haşereler diğer yandan; bir de bakmışız ki Buttercup, The Head’in şahsi fantezisi uğruna bir fanusta esir… Haberin duyulmasıyla ayağa kalkan Doğu ülkesi ise Buttercup’ı kurtarma operasyonunu başlatacak ve halk yarının doğum gününe varabilmeyi umut edecektir.
2009 yapımı Na Pude, her gün karşılaştığımız sıradan eşyaların / çer çöplerin birleşimiyle dekore edilmiş ve stop-motion tekniğiyle oluşturulmuş fantastik bir film. Siyah poşetten deniz, yastık kılıfından bulutlar, tebeşirle çizilmiş tren rayı, satranç taşlarından insanlar ve nicesi… Gittiği her yeri The Head’in önündeki monitöre yansıtan borudan devşirme tek gözlü yılan, taktığı sakal ve gözlük ile büyükbaba rolüne bürünen muzır kara kedi ve The Head’in akıl hocası; doktor kulağakaçan böceği ise filmin karanlık tipleri. Antika bir bebek olan Buttercup, oyuncak ayı Teddy, kukla Sir Handsome, kil hamuru Laurent ve zeki fare Madam Curie ise Doğu yakasının iyi niyetli vatandaşları. Barta yalnız kuklaları değil, insan ve hayvanları da filme sokarak kurgu ile gerçeği iç içe geçirmiş. Tıpkı, The Princess Bride’ın masal kahramanlarını kuklalara, Toy Story hikayesini Çek soğuk savaşına uyarlaması gibi. Unutmadan, bir de Tim Burton estetiği üstünde duruluyor.
Bir çocuk filmi mi?
İnsan, kendi varoluşunu anlama ve anlamlandırma serüveninde, kendini kendine kukla etsin yahut ekran içinde ekran açsın, bildiğini düşündüğü şeyi tekrar ve tekrar hatırlamak gayretine düşüyor. Güneşin altında yeni bir şey olmadığı söylense de; sanatçının ifade biçimi ve perspektifi, aşina olmadığımız “yeni”yi karşımıza çıkarmakta. 2010 Czech Lion’da En İyi Sanat Yönetmeni ödülü alan Jiri Barta, aşina olduğumuz karakterleri özgün sunumuyla birleştirerek alışılmışın dışında bir seyir sunuyor.
Pekala… Toys in the Attic bir çocuk filmi midir? Bunu cevaplamak güç. Havasındaki optimizm bunu onaylatır gibi dursa da, bazı sahnelerin bilinçaltına işleyecek tarzda sunulduğunu, bu yüzden bir yetişkin rehberliğinde izlenebileceğini söylemek daha uygun olur. Siz her halükarda Çek mutfağına önden bir giriş yapın ve fragmana göz atın. Keyifli seyirler!