A password will be e-mailed to you.

Duyurulduğu tarihten bu yana merakla beklenen ve ilk fragmanlarıyla heyecanı arttıran Love, Death & Robots; yalnızca üç ayda geniş bir kitleye ulaştı ve 2019’un en iddialı antolojilerinden biri olarak değerlendirildi. Transhümanizm, yapay zeka, makineleşme, ırkçılık, feminizm, insan olma ve görelilik konularını; fantastik, bilim-kurgu, korku ve komedi unsurlarıyla aktaran seri, animasyon sinemanın teknik gelişimini görmek açısından pek şaşırtıcıydı. Süreleri 5 ile 15 dakika arasında değişen ve birbirinden farklı senaryolardan oluşan seri, Netflix’in önemli işlerinden biri olarak görülüyor. Dahası projenin yapımcıları, ikinci sezonun gelişini geçenlerde Instagram hesabı üstünden açıkladı.

Serinin başarısındaki en önemli neden olarak projenin başındaki iki isim; David Fincher (Fight Club, Se7en, Gone Girl yönetmeni) ve Tim Miller (Deadpool, Scott Pilgrim vs. the World yönetmeni) gösteriliyorsa da, dünyanın dört bir yanından farklı animasyon ekiplerince ortaya konan işler, antoloji için birbirinden farklı tekniklerin kullanıldığı görsel bir şölen halini almış. Elbette, Fincher ve Miller rehberliğinde.

Serinin yapımcılarından Tim Miller projeyi şöyle tanımlıyor: ‘Love, Death & Robots benim için bir rüya proje. Animasyon tutkumla inanılmaz hikayeleri buluşturuyor. Fantastik gece yarısı filmleri, çizgi romanlar, kitaplar ve dergiler bana onlarca yıldır ilham verseler de, vakti zamanında bir parçası olduğum marjinal geek ve nerd kültürüne hapsedilmişlerdi. Yetişkinlere yönelik animasyonların nihayet günümüz kültüründe daha geniş yer bulmasından dolayı son derece mutluyum.’

Love, Death & Robots, teknik olarak değilse de anlatı olarak post-modern temalar üstünden ilerlemiş. Bunu dememdeki en büyük sebep, insan olma anlatısının absürt ve çarpık argümanlarını pek çok şekilde gösteriyor oluşu ve hakikat mefhumunu nereye koyacağımızı bilemememize işaret etmesi. Gelin bu konuda 20. Yüzyıl filozoflarından Baudrillard’a danışalım. Kendisi Matrix, Neuromancer, Simone, Truman Show gibi nice eserin esin babası sayılır. Baurillard, Simülakrlar ve Simülasyon adlı kitabında günümüz hakikatini ‘simülakr’ fikri ile açıklar: Bir gerçeklik olarak algılanmak istenen görünüm. Oysa bu tanım aynı zamanda hakikat’e de aittir. Ancak, gerçeklik olarak algılanmak istenen görünüm? Nasıl? Hakikat? Olabilir? Baudrillard konuyla ilgili şöyle der: “Hakikati gizleyen şey simülakr değildir. Çünkü hakikat, hakikat olmadığını söylemektedir. Simülakr hakikatin kendisidir.”

Günümüzde kitle iletişim araçları, medya ve internet, gerçekliğin yeniden üretimini hipergerçeklikte sergiler. Dolayısıyla hipergerçeklik, kaybettiğimiz masumiyetin yerine geçecek, çağın modeller ve göstergelerle örülü bilgi üretim ilişkilerini yeniden organize edecektir. Love, Death & Robots’un bahsini açtığı gerçeklik ve hakikat mefhumları bu açıdan okunabilir.

Gelelim bölümlere dağılan temaların konu ve teknik olarak sunulma şekline. Baştan söylemekte fayda var, klişe konulardaki tekniğin üst düzeyliği yahut minimal çizimlere sığdırılmış orijinal hikayeler; bir şekilde, filmlerde bir yenilikle karşı karşıyayız. Kimi bölümlerde, görüntü gerçek mi yoksa animasyon mu ayırt edemeyebilirsiniz. Gerçi bu, hayatta da oluyor. Neyse. Netflix’in çağın dokusunu güncellediği bir projeden beklendiği gibi, teknolojik imkanlar had safhada kullanılmış. Minimal çizgilerle aktarılan kimi filmler ise (gönülleri çalan When the Yogurt Took Over gibi) orijinal senaryolar sunulmuş. Pek çok kullanıcı “Bir iki bölüm izliyeyim derken sezonu bitirmişim ardından boşluğa düştüm” demiş.

Normal. Arada reklamdı introydu falan olmayınca tüketiveriyoruz bir anda. Love, Death & Robots da bundan bahsediyor aslında… Diğer yandan, her ne kadar birbirinden farklı senaryolar izliyor olsak da, hikayeler arasındaki kimi benzerlikler ilgimizi çekiyor. Bu konu sebebiyle de olur, yansıtılma şekli sebebiyle de olur yahut yalnızca benzer sembolizmi kullandığı için bile olur. Sonuçta yakın temalarda üretilmiş işlerde benzerlik görmek olağandır, diyecekseniz; haklısınız. Ama bu, bunun yapılmasının bir sebebi olduğunu düşünmek için bir engel değil. Yine de evvela ortada duran üstünde konuşmakta fayda var.

Seride vurgulanan baskın temalara değinmiştik. Bu temalar kimi filmlerde birbirine oldukça yakın bir şekilde sunuluyor. Örnek vermek gerekirse; Suits ve The Secret War filmlerinin temeli, bilinmeyen bir geçitten gelen dünya dışı canlılarla savaşmak. Ancak birinde özel kostümler diğerinde Rus askerleri var. Sonnie’s Edge ve Lucky 13, feminizmi makinelerle iyi harmanlamış ve ikisi de ‘erkek işi’ bir ortamda kendini var etmesi gereken kadın karakterlerle işlenmiş. Ice Age ve Alternate History çoklu evrenlerdeki alternatif olayları ele alıyor. Ha yeni taşındığınız evin buzluğu ha yapay zeka tarafından hesaplanmış veriler… Zima Blue ve Beyond the Aqua Rift insan olmak ve varoluşu algılamak üstüne sarsıcı bir kurgu sunuyor.

En beğenilen filmlerden biri olan The Witness, günümüzde de bolca lafı geçen ‘döngü’ kavramını, ötekini algılayışımız üstünden kendimizi ötekileştirip loopa düşmemiz olarak ele almış. Good Hunting ve Fish Night gibi bölümlerde ise Japonların Şinto inancının (ruhçu – animizm) esintileri; gelişen teknolojinin dünyadaki sihri azaltması ve onun yerini alması işleniyor. The Dump bu aşırılığa yönelik bir ters söylem olarak görülebilir. Helping Hand uzay boşluğundaki çaresizliği işlerken Gravity filmini anımsatıyor. Blind Spot ise tam bir Heavy Metal kafası. Sucker of Souls’u neresinden ele alsam bilemedim. Shape – Shifter ise ırkçılığı ve insanlığı ötekileştirilenin gözünden gösteriyor. Three Robots ve When the Yogurt Took Over birbirinden farklı doneler barındırsa da, insan kibrinin işleri nereye vardıracağını net olarak tasvir etmiş. Gerçi düşününce, bunu pek çok bölüm için söylemek mümkün.

Bunca kopuk kol niye?

Seride dikkatimi çeken spesifik bi’ unsur, kopuk kollar oldu. Başı vücuttan ayırma da ikinci sırada geliyor. Şimdi diyeceksiniz bunca şiddet unsuru içeren bir seride kopuk kolların ne önemi var? Bence var. Nasıl ki başı gövdeden ayırmak Perseusvâri bir tripse, kopuk kollar da günümüz sembolizminde pek çok anlama gelebilir. Misal; topraktan çıkan yarım bir kol olası zombi salgınını söylerken, ölü gibi yaşayan kesimin yeniden dirilişi anlamına gelip bir isyan belirtebilir. Diğer açıdan, yalnız başparmağı havada olan kopuk bir kol, ironik ancak büyük resimde kendini haklı çıkartıyor da olabilir. Yahut uzayın boşluğunda kurtarmak zorunda olduğunuz bir hayatınız varken koparılan bir kol, sizin fedakarlığınız olacaktır. Bir başka kopuk kol düşmandan ganimet ve bir diğeri de kopartmasını beklemediğiniz biri tarafından kopartılan. Çöplükte bulunan bir kol ise, başına ne geleceğini bilememiş olabilir. Neticede pek çok kopuk kol ondan bir şey anlamamızı istermişçesine seri boyunca arada belirip belirip kaybolacak. Bi’ fikriniz varsa yorumlarda buluşalım.

Devamı gelecek

Love, Death &Robots ikinci sezon müjdesini verirken yeni bir haberle de çıkageldi. Kung Fu Panda 2 ve Kung Fu Panda 3’den bildiğimiz Jennifer Yuh Nelson da artık yönetmen koltuğunda. Nelson’ın Ficher ve Miller ile nasıl bir sezon hazırlayacağı merakla bekleniyor. Bekleniyor çünkü süreleri kısa olan filmleri bir anda tüketip boşluğa düşen bir kesim çoktan oluştu.

İzlemeyi düşünenler için Gaspar Noe tadındaki fragmanı şuraya bırakıyorum…

 

İLGİLİ HABERLER

HAFTANIN ANİMASYONU: PAPRIKA

HAFTANIN ANİMASYONU: LES CONTES DE LA NUIT

Daha fazla yazı yok
2024-11-21 16:10:50