Sanatsal ve estetik pratiğini, multidisipliner bir yaklaşımla ortaya koyan Bengü Karaduman eserlerinde kendi rüyalarından ve onların varoluşsal durumlarından yola çıkarak, global çaptaki bireysel ve toplumsal krizlere işaret ediyor. Son sergisi Yankı’yı ve sergideki çalışmalarını sorduğumuz Karaduman, toplumda politik krizlerin merkezinde yer alan insanlığın, hızla değişen teknoloji ile de bir iletişim/ ilişki kuramadığını, varlığının aidiyetsizliğini ve çaresizliğini, görsel ve işitsel açıdan çarpıcı bir şekilde ortaya koymayı hedefleyerek günümüz insanına ulaşmaya çalışıyor.
Uzun zamandır İstanbul’da bir serginizi izlemedik. Buradaki son kişisel serginiz ise İstanbul Modern‘deki “Hepimiz Aynı Gemideyiz” adlı Uluslararası Sanatçı Filmleri programındaki sergiydi. Bu sergide gösterdiğiniz videolar ile yaşamımızı yönlendiren, içinde bulunduğumuz dünya düzeninin işleyen çarklarına karşı olan bir karşılaşma ve bu belirsiz yüzleşme karşısında ne tepki vereceğimizi kestiremeyişimizi sorgulamıştınız. Bu serginiz üzerinden geçen dört yıl içinde sanatsal ve estetik pratiğinizde neler değişti? Bu süreçten söz eder misiniz?
Bengü Karaduman: Sergileri İstanbul veya başka bir yer gibi ayırmadığımdan dört yıllık bir zaman penceresi duygusu oluşmuyor bende. Ben hep üretiyorum ve hep sergiler olmaya devam ediyor. En büyük değişiklik çalışma ve yaşama ortamımı değiştirmek oldu. 2016’nın şubat ayında Ayvalık’ a taşındım. Ses ve görsel kirlilikten uzak olmak nefes almamı sağladı, çalışma verimliliğimi arttırdı. Kendimi daha çok duyumsamaya ve ona göre farkındalıklar geliştirmeye başladım. Daha ince duymaya ve görmeye yol açtı sanki. Hayatımda kendime daha çok yer açıldı.
“Yankı” adlı serginizi 14 Kasım’da Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde Öykü Özsoy’un küratörlüğünde açtınız. Serginin kavramsal ve formsal yapısından söz eder misiniz?
Sergiyi kavramsal ve / veya formel yapılar olarak ayırmaktan, değerlendirmekten ziyade; Kişisel bir sergi kendini inşa ederken birbirinden çok farklı bileşenlerden (soyut, somut, günlük, geçmişe veya geleceğe dair, yeni veya kullanılmış, “gerçek” veya fantezi ürünü) oluşuyor ve bir bütüne doğru hareket ediyor. Bu açıdan form da bir kavrama dönüşebilir, kavram da forma. Bir şeye çalışırken içerik ve form diye ayırmıyorum. Her şey bir bütün.
Serginizde disiplinlerarası bir çeşitlilik göze çarpıyor. Tartıştığınız kavramları ele aldığınız disiplinlerin birçoğunu sergide izleyebiliyoruz. Sergideki bu farklı medyumlardaki üretimlerinizden söz eder misiniz? Bu sergi için hangi tekniklerde eserler ürettiniz?
Sergide kavramları tartışmıyorum aslında. Bulunduğum ortama olan duyusal, zihinsel ve bilinçaltından gelen verileri işliyorum. Sergide eski ve yeni medyalar birbiriyle iletişim kuruyor. Hem ayrı ayrı tekil işler olarak hem de “Huzursuz Manzara” işinde olduğu gibi çini mürekkebi desenlerin, 3 boyutlu bilgisayar animasyonuna zemin oluşturması gibi. “Yara İzi” enstalasyonunda bilinçaltının girift durumunu ifade edecek bir yapı oluşturmayı seçtim. Laptop ve i – pad ekranlarını çalıştırmak için Raspberry Pi adlı minik bilgisayarları kullanıyorum ve tüm ekipmanı tüm hamlığıyla göstermeyi yeğledim.
Eserlere dönecek olursak, galerinin en büyük duvarında mekanla bütünleşmiş bir şekilde yer alan “Huzursuz Manzara” adlı video ve kırık ayna parçalarından oluşan enstalasyonunuzu içerik ve form açısından anlatabilir misiniz?
İçerik formun kendisi. Soyut desenlerdeki çizgi, kümeleşme, dökülme, devinme, bükülme gibi hareketler ve çizgi davranışlarına odaklanarak ilerledim. Ne yapıyor bu çizgi? Düşüyor mü, akıyor mu, salınıyor mu, titriyor mu?, Uzuyor mu? Hızı ne, kırılgan mı, diğerlerine göre dominant mı?
Her parçaya sorduğum sorular o parçaların karakterini belirledi. Sorularıma sezgisel ve duyusal bir şekilde cevaplar vererek. Ögelerin birbiriyle ilişkisi koreografiyi oluşturdu.
“Huzursuz Manzara” enstasyonunuz, aynalar ile kendi içinde bir dönüşüme ve çizgilerin, yarattığınız gölge ve minimal soyutlamaların iç içe geçmesiyle sonsuz kere çoğalan bir hale bürünüyor. Buna ayrıca eklemlenen bir de müzik var. Bu müzik nereden, nasıl geliyor ve esere nasıl bir yorum ekliyor sizce?
Müzik aslında eklemlenmiyor. O da bütüne doğru hareket eden parçalardan bir tanesi olarak
diğerleriyle beraber oluştu. Her bölümün de bir teması var. Temalar sırasıyla Islak Işık, Denizin Dalgaları, Sis Kuşları ve İşleyen Metal. Her bir tema o bölümün atmosferi için bir anahtar duygu gibi.
Duygulara göre midi klavyeyle sentetik seslerden melodiler ürettim. Kendi sesimle bu melodilere eşlik ettim.
“Yerleşik Geçicilik” adlı video enstalasyonunuz da ise kurguladığınız 2 ve 3 boyutlu bilgisayar animasyonları kadar, görüntünün sol kısmındaki bilgi akışı da izleyiciyi içine çekiyor. Bu eserin genel çerçevesinden bahseder misiniz?
Dünya üzerinde mülteci olmak her kıtaya yayılmış bir durum. Avrupa’nın kapısında cereyan eden bir durum değil sadece. Bu durumun boyutunu anlamak ve anlatmak istedim. Dünyadaki mülteci kamplarının sayısını bilmek istedim. Böyle bir liste var mı onu merak ettim. Tatmin edici bir bilgiye ulaşamadım. Sadece yardım kuruluşlarının (UNHCR gibi) finanse ettiği kampların haritalarına ulaşabildim ilk önce.
Bu gerçeği yansıtmıyordu. Sırasıyla dünyadaki bütün ülkelerin listesini çıkardım. Ülke ülke interneti kamp isimleri ve yerleri için taradım. Haberi yapılan kamplara ulaşabildim. Yanısıra kar amacı gütmeyen araştırma merkezi “Global Detention Project” – (https://www.globaldetentionproject.org)’ in çok faydası oldu. Kampların bulunduğu ve ne tür bir kamp olduklarını not ettim. Ulaşabildiğim kamp sayısı 3003. Eminim ki bundan çok daha fazla. Sadece yüzeyi eşeleyebildim.
“Yara İzi” adlı dört kanallı video enstalasyonunuzda zor durumlar içinde olan, düşen, kendi yarasını diken figürleri izliyoruz. Kim bu kadınlar ve neler yapıyorlar?
O kadınlar, farklı zaman zarflarında benim. Son iki yıl içinde gördüğüm rüyalardan kesitler seçerek, kamera karşısına geçerek videoya kaydettim. “Yara İzi” iyileşmeyle ilgili. Çünkü iz ancak yara kabuk bağlayıp, sonrasında iyileştiğinde ortaya çıkıyor. Sık gördüğüm, temaları tekrarlayan rüyaları seçtim. Diş dökülmesi, bir yerimin kesik olduğu ve doğurduğum rüyalar. Kolektif temalar aynı zamanda.
Sergi içinde yer alan çizimlerinizden söz edecek olursak aslında dikkatle bakıldığında iki farklı şey göze çarpıyor. Birisi videolarda da gördüğümüz çizimleriniz, diğeriyse çizim gibi duran incecik kesilip hazırlanmış kolajlarınız. Bu eserlerinizden söz eder misiniz?
Kolajlar öncesinde küçük desen eskizleriydi; stabil olmayan yapılar. Mülteci kamplarıyla ilgili “Yerleşik Geçicilik” işine çalışırken arada zihnimi dinlendirmek için çiziktirdiğim şeylerin çatılara, derme çatma sığınaklara benzediğini fark ettim ve bunların birer barınak olduğu fikri doğdu. Onları çizmek yerine inşa etmek istedim, ince şeritler kestim üst üste yapıştırarak kolajları oluşturdum.
“Yankı” yaşananların yankısı
Serginin adı “Yankı*”. Bu neyi simgeliyor, nereden geldi bu isim?
Seslenmek ve geri geleni beklemek, yankıya kulak vermek; aynı şekilde geri gelmiyor. Nasıl değiştiğini, deforme olduğunu izlemek, tekrarlayarak azalmasına şahit olmak. Yaşadıklarımıza benziyor. Birebir bir anlatımdan çok yaşadıklarımızdan edindiğimiz izlenimin bize geri dönüşü.
Küratörlüğünü Öykü Özsoy’un yaptığı ve Milli Reasürans Sanat Galerisi birlikte çalıştığınız bu süreç nasıldı? Sergiyi kurgularken birlikte nasıl bir yol izlediniz?
Sergileme düşüncesi oluşmadan çok önce Öykü işlerimin başlangıcını görmüştü. Mili Reasürans Sanat Galerisi’yle de bir araya gelince doğal ve doğaçlama gelişti sergiye çalışmamız. Üretim sürecinde konuşabiliyor olmak, temas halinde olmak çok değerli. Hayatıma girmiş oldular ve faydalı ve huzurlu bir ortam buldum çalışmak ve içinde hareket etmek için. Öykü’ nün küratörlüğünde beni mutlu eden şey, küratörlüğü bir görev gibi üstlenmek yerine onunla yaşaması. Ayvalık’ ta vakit geçirerek sergi kurgusunu lego oynar gibi inşa ettik.
Yapıtlarınızı izlerken dikkat çekici olan şeylerden birisi de kurguladığınız çizimlerin sizin rüyalarınızdan doğmuş olması. 2009 yılından bu yana uyanır uyanmaz not alarak, kayıt altına aldığınız rüyalarınız ve onların üretimlerinize yansımasından bahsedebilir misiniz?
Aslında rüyalar kendilerini kurguluyor. Ben editörüyüm sadece. Hep uyanır uyanmaz not almıyorum artık. Sanırım bir hatırlama alışkanlığı gelişti. Akşama doğru da not aldığım da oluyor bazen. Benim ilgimi çekiyor bu bilinçaltı ortam, çünkü sansürlemiyor kendini. Bilinçaltı, bilinçten daha cesur. Zengin bir dünya. Renk, ses, mekan ve zaman sınırları yok, otokontrol yok. Kurulan bağlantıları gözlemlemek çok zevkli. Bağlantıları gözlemledikçe ne anlatmaya çalıştıklarını giderek daha fazla anlıyorum.
“Ortama çarpıp geri dönüyorum”
Son olarak Carl Gustav Jung, Freud‘dan farklı olarak bilinçaltını sadece bastırılmış arzuların olduğu bir yer olarak tanımlamıyor, bilakis bireysel yaşamın ve egonun, bilinçli bir dünyası olduğunun altını çiziyordu. Bu noktada eserleriniz için bireysel bir yaklaşım üstünden toplumsal meselelere odaklanıyorsunuz diyebilir miyiz? Toz pembe rüyalarınız ya da kabuslarınız başkalarının realitesinin çarpıcı bir yansıması olarak sizin bilinçaltınızdan yola çıkmış olabilir mi?
Bireysel bir yerden toplumsal bir yere varmıyorum. Ben varım, toplum var, doğa var, içinde bulunduğum fiziki ve politik ortam var. Bu ortamların sabit durmayışı var. Ortama verdiğim duyusal, bedensel, düşünsel tepkiler var. Ortama çarpıp geri dönüyorum. Geri dönerken bilinçaltında birikenler oluyor. Onlar rüyada kendini dışarı vuruyor. Dışarıya çıkanlara bakınca yeni bir yere varıyorum. “Gerçek” başka türlü yorumlanmış oluyor. Bir döngü gibi.
*Bengü Karaduman’ın Öykü Özsoy küratörlüğünde açılan Yankı/ Echo sergisi 30 Aralık’a kadar Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde izlenebilir.