3 Ay, Otoparkın 3 Katında: The Moving Museum Istanbul
Gezici sanat platformu The Moving Museum, kendine mekan bellediği Şişhane Park Kentsel Meydan ve Yeraltı Otoparkı’nda İstanbul2014 sergisine imza attı.
Aslında bu platform bu sergide işler çıkarmak, İstanbul’u daha yakından deneyimlemek adına üç aydır burada. 11’i yerel toplam 46 sanatçı üç ay boyunca birçok atölye çalışmaları ve etkinlikler yaptı. Sonunda da otoparkın üç katını kaplayacak işler ortaya çıktı.
Otopark o kadar büyük ki galerilerde hissettiğin o tek başına gezme baskısını burada hissedemezsin. Hatta burada yürümek zorunda da değilsiniz birkaç kalori yakmak adına koşabilirsiniz de.
Bu heyecan verici sergiyi ve kendilerini daha yakından tanımak adına The Moving Museum’un iki kurucusundan biri olan Aya Mousawi ile bir röportaj gerçekleştirdim. Üç ay boyunca neler yaşadıklarından mekan seçimine, yaptıkları atölyelerden sergideki işlere ve gelecek duraklarına kadar her şeyi sordum:
Çağla Gillis: Öncelikle kendinizden bahseder misiniz? The Moving Museum’un kurucuları kimdir, ne yapar? Amacı ne?
Aya Mousawi: Ben ve Simon Sakhai tarafından 2012 yılında kuruldu. Kurulduktan sonra bir yıl içinde dünyayı gezerek Art Dubai’ye, Art Basel ve dOCUMENTA 13’e gittik ve bunların hepsi çok ilham vericiydi. Bu esnada zaten hep gezici bir sanat platformu başlatmayı düşünüyorduk. Amacımız çağdaş sanatı farklı ülkelerin farklı şehirlerine getirmek. Çağdaş sanata ve onu şekillendiren en yeni sanatçılara ve onların eserlerine destek vermek için yola çıktık. Çünkü çağdaş sanatın geleceğini onlar oluşturuyor.
İstanbul’da göçebe bir yapıyı yerleştirmek, oluşturmak ve şehrin hayatının insanlarının arasındaki kompleks siyasi ağı anlamak, araştırma, üretme ve karşılıklı anlar yaratmak üzerine düşünüldü.
Bu yaklaşım, çağdaş sanat dünyasının bugünkü küresel doğasına duyarlı bir yanıt; müze standardında üretime, eğitim programlarına, derinlikli araştırma yayınlarına sorular yöneltirken uluslararası küratöryel danışmanlar cemiyeti de müzeyi tanımlayan unsurları alıp 21. yüzyıla taşıyor.
Peki şimdiye kadar ne gibi etkinlikler yaptınız?
Aya Mousawi: İlk başladığımız yıl Dubai ve Londra’da büyük çapta sergiler yaptık. Yaklaşık 25 bin kişi bu sergileri ziyaret etti.
Hangi şehre gidersek gidelim o şehir ile uyum sağlamaya çalıştık. Kafamızda oluşturduğumuz bir sergi ile o şehre gitmedik. Örneğin Dubai’deki sanat kültürünü, genel şehrin kültürünü çok iyi biliyorduk. Orada hiç çağdaş sanat müzesinin olmadığını da. O şehrin altyapısı böyle bir proje için hiç yoktu. Bu sebeple oraya The Moving Museum’ı taşıdık. Oradaki sergide Jeremy Deller, Tom Sachs, Bruce High Quality Foundation, Ryan Gander, Haroon Mirza, Eddie Peake gibi isimlerle bir araya geldik. Yine orada Dar Al Sulh isimli bir projeye imza attık ve 7 gece sürdü.
Bu projenin ardından aldığımız heyecan ve hırsla Londra’da daha büyük bir projeye imza attık. Yine orada yaşayan, orada çalışan sanatçılara odaklanan sergi Londra’yla tam anlamıyla uyum sağlıyordu. Projede Lucky PDF, James Bridle, Broomberg & Chanarin gibi isimler vardı. Çok güzel bir projeydi çünkü bütün sanatçılar bu serginin tüm aşamalarında vardılar. 2 ay boyunca tüm süreci takip ettiler. Bir sürü performansa, havuz partilerine, akşam yemeklerine, panellere ev sahipliği yaptık. Bütün bunlar projeye farklı bir enerji verdi. Bu durum İstanbul’daki projemizi de çok etkiledi. İstanbul’da yaşayan ve çalışan sanatçıların bu şekilde ruhunu yakalamak istedik.
İstanbul’daki etkinliğe gelecek olursak… 46 sanatçı yer alacak, 11’i yerel sanatçılarımızdan. Bir kriteriniz var mıydı bu isimler hakkında?
Aya Mousawi: İstanbul, kültürü, siyaseti, tarihi olsun bizi her şeyiyle çeken bir şehirdi. Orada bir şeyler yapmak istediğimizi hep biliyorduk. Bu projeden önce de çok zaman geçirdik burada. Başlamak için buradaki sanat ortamını bu çevreyi yeterince anladığımızı düşünüyoruz.
Proje öncesi burada uluslararası misafirlik programı olmadığının farkına vardık. Bu sebeple bir misafirlik programı kurmaya karar verdik ve birçok sanatçıyı İstanbul’da yaşamak, çalışmak ve burada oluşturduğumuz yerel gruba dahil olmak için buraya davet ettik.
Mekan Şişhane’de yeni açılan bir otopark. Mekan seçiminden bahseder misiniz?
Aya Mousawi: Muhteşem bir alan. O kadar şanslıyız ki! Oradaki ilk sergiyi biz yapıyor olacağız. Sergi oradaki üç katı kaplayacak.
Bu serginin arkasındaki mimarlar kendilerini SALT’ın kütüphanesinden de tanıyacağımız Sanal Arc.
Burayı seçmedeki amacımız ise kamusal bir tecrübe yaratmak, İstanbul’un eşsiz çağdaş kent kültürünü desteklemek. Aynı zamanda farklı disiplinlerdeki platformları yaratıcı sosyal kültürler ile kucaklamak. Bu mekanı The Moving Museum ile başlatmaktan gurur duyuyoruz.
Şehir ile kültürel diyalog aracılığıyla etkileşimde olma vizyonları Sanal Arc ve İstanbul genelinin vizyonu ile örtüşüyor.
Sergi açılışı öncesi yaptığınız etkinlikler de bir hayli ilgi çekiciydi. Ağlama atölyesi gibi. Nasıl geçti? Gelen tepkiler nasıldı? Herkes ağladı mı?
Aya Mousawi: Aslında üç aylık bir program yaptık ve bu etkinliğin bir parçasıydı. Bu programlar daha organik daha interaktif oldu. Merkez olarak Cihangir’i seçtik.
Nasılsın? Nasılsınız? ismini taşıyan etkinlik üç ay boyunca sürdü. Burada bu gezici müzenin nasıl yankı bulacağı üzerine sorular sorup bunu tartışmaya açıyorduk.
Haig Aivazian İstanbul’da yaşayan bir müzikolog ve müzisyenlerle iletişim kurdu ve yerel ud ustalarıyla birlikte mesafe, iletişim ve tını kavramlarını yansıtan bir heykel üretti. Jon Rafman ise In Search of the Virtual Sublime isimli performans konuşmasını yaptı.
Amalia Ulman, misafirlik programında zamanını toplumsal tabakalaşma, kültürel başkent, sınıf taklidi, ve çekicilik üzerine devam etmek olan araştırmasını sürdürerek geçirdi. Sonunda da Excellences & Perfections Instagram performansını tatildeki küçük sevgili selfieleriyle tamamladı.
Burak Delier “Ekonomi ve İnanç Jimnastiği: 6 Zorunlu 6 Sanatsal Hareket” adındaki 12 posterden oluşan serisinden bahsetti. Hito Steyerl Is Museum a Battlefield? ismini taşıyan performans konuşması yaptı. Onun ardından 13. İstanbul Bienali için Steryerl küratör Fulya Erdemci ve sanatçı Şener Özmen ile birlikte seyircilerle tartıştılar.
Ünlü yeni medya sanatçısı Jeremy Bailey son 10 yılda neler yaptıklarını anlattı. Collective Ha za Vu Zu Caferiye Han’da Ağlama Atölyesi düzenledi. Katılımcılar ile gözyaşı ile anlaştılar. Hale Tanger, Aylin Vartanyan ve yerel katılımcılar ile Theatre the Oppressed’i düzenledi.
Peki 28’inde açılacak olan sergide buraya gelen ziyaretçiler neler görecek?
Aya Mousawi: Son 3 ayda The Moving Museum 11’i yerel toplam 46 sanatçıyı bu projede bir araya getirdi. Yoğun araştırmalar yaptık, birçok üretimde bulunduk ve insanlar ile içli dışlı olduk.
Bu projeye dahil olan bütün sanatçılar bu süreçteyken bir şeyler üretmekle görevlendirildi ve hiçbir sınır konulmadı.
Bu sergideki artistler bir jenerasyonun hem temsilcileri hem de uygulayıcıları. Disiplinler arası sınır tanımadan sorunsuz bir şekilde çalışıyorlar. Estetik algısıyla oynuyorlar ve sürekli değişen bir zemine karşın en iyi uygulamaları yeniden tanımlıyorlar. Bu sergi, İstanbul gibi sanatın yankı bulduğu bir şehirde bahsettiğimiz bu yaklaşımları ifade etmeye hizmet ediyor. Ve benzer kaygıları yaşayanların sorularını ve vaatlerini bir evrende somutlaştırıyor.
Dubai, Londra, şimdi de İstanbul’dasınız. Gelecek durağınız belli mi?
Aya Mousawi: Los Angels ve Hong Kong’u düşünüyoruz.