“Ben tarih dışı bir Türkiye düşünemiyorum. Her insan, her millet, her milletin içinde yaşayan insan belli bir zaman içinde yaşar ve belli bir toprağa basar.
Yani topraktan kopup zaman dışı kalmamız ancak ölümle mümkün.
Diri bir Türkiye zaman dışında veya tarih dışında kalmayacak.
Avrupa dünyası olduğumuza ve 20. asır insanı da olduğumuza göre Avrupa’da olup biten hadiselerin dışında kalmayacağız ve kalmamalıyız.
Adım uydurmaya mecburuz. Ama ne şekilde?
Bu hususta sarih bir şey söylemek mümkün değil.
Ancak bir temennide bulunulabilir.
Ümit ediyorum ki taklitçi olarak değil, yaratıcı olarak zamanımızı da doldururuz, zamana da ayak uydururuz.”
Bu sözleri Mazhar Şevket İpşiroğlu, 1967 yılında Varlık dergisinin organize ettiği Yaşar Nabi Nayır’ın yuvarlak masasında sorduğu sorulardan birine yanıt olarak sarf ediyor.
Bu tartışmaya Ömer Uluç, Sezer Tansuğ, Ercüment Kalmuk, Nuri İyem, Sabri Berkel, Cemal Tollu, Zahir Güvemli ve Özdemir Altan da katılıyor.
Tartışma, Doğu- Batı çelişkisi, Plastik Sanatlar denen kategorinin halkla ilişkisi ve ilişkisizliği, devlete düşen görevler, soyut resim mi somut resim mi çağın resmi gibi başlıklar içinde gelişiyor.
Gaye Su Akyol’un yeni albümü “İstikrarli Hayal Hakikattir” albümü üzerine Mehmet Tez’in yazdıkları işte bu dev alıntıyı ister istemez çağırdı.
Ben de Sanatatak Yayınları olarak Ömer Uluç-Vivet Kanetti Uluç Arşivi’nden – Ömer Bey’in yıldızlı notuyla- İngilizce ve Türkçe olarak bastığı yayınladığımız Plastik Sanatlarımız 1967 kitabımızı açtım ve oradan yazdım hemen.
Mehmet Tez, Akyol’un başarısını formülü belirsiz bir simyaya benzetiyordu yazısında.
Çünkü Doğu -Batı sentezi denemelerinde müzikal anlamda ortaya çıkan bazen teneke çok ender olarak da Altın olabiliyordu.
Akyol ve çalışma arkadaşlarınınki Altın’dı.
Akyol, bir hayali gerçek kılarken kendi ülkesinde ‘oryantalist’ olarak damgalanmaktan hiç ürkmez aksine neden besleniyorsa hem Selda Bağcan hem Nirvana ikisini bir araya getirdiği bir sound’u ortaya koyarken Ahmet Hamdi‘nin deyişiyle bir “terkip” yakalamıştı.
Bu terkip, ilk albümünü-Develerle Yaşıyorum- dinlediğimde örneğin bana Nurhan Damcıoğlu’nu anımsatmıştı. (Enerjisi ve kostümleriyle hafif müzik tarihimizin benzersiz dişisi Nurhan Damcıoğlu’nu, o TRT’ye sığmaz ve hep bayrama layık görülen libidoyu.)
Bu terkip, zaman içinde epey katmanlı bir forma dönüşmüş ama yazının konusu bunun analizi değil. Tez’in ortaya koyduğu bu simya’nın, tıpkı 1967 yılında İpşiroğlu’nun bu hususta “sarih” bir şeyler söylemek mümkün değil ama taklitten uzak olmak diye tarife çalıştığı ama yine de bunun formülünün olmadığını belirttiği sözleri tekrar gündeme getirmesi. Ve bu taklitçilikten uzak terkibin, burada bizi çocukluğumuza, kendine mahsus yerli kadın vokallerimize döndüren o sound’un, Batı’da büyük ilgi çeker, turne yapar nice insanlara ulaşırken Batı tarafından neden “dünya müziği” olarak kodlandığı, etikenlendiği, kavanoza konduğu… Akyol’un kendi memleketinde ürettiği Altın’ının, Batı dediğimiz, 21. Yüzyıl başında hala geçerli Kanon ve onun popüler müzikteki uzantıları tarafından “Dünya Müziği” olarak tarif edilişi.
Neden örneğin Galler’den ve adalıca şarkı söyleyen Gwenno, “Dünya Müziği” başlığı altında değil de Alternatif/Bağımsız Müzik başlığı altındaki listelerdeki yerini alıyor?
İstiklarlı Hayal Hakikattir albümü niçin kendi ülkesinde Alternatif ve Bağımsız bir müzik iddiası taşırken “Indie” şarkılar başlığı altında araştırmacı, köklerine sadık, arayış içinde bir sound olarak İstanbullu bir miscela olarak etiketlenmiyor?
Tarih dışı bir müzik yok
Şöyle de (Çetin Altanlaşarak) soralım:
Bugün içtiğimiz kahvenin üzerinde neden Kolombiya’nın neresinden geldiği yazıyor da
“dünya kahvesi” denip geçmiyor?
Sevgili kahve kullanıcısı şu anda Batı dışı bir kahve tüketmektesiniz, diye niye yazmıyorlar? Aksine neden kahvenin çekirdeklerinin geldiği Latin Amerika köyüne kadar bilgi sahibiyiz?
Tarih dışı bir müzik yok.
Dünya Müziği kategorisi tarih içi bir müziği tarih dışı, Kanon dışı bırakma çabası, ne Doğu’lu ne Batı’lı, sınır tanımayan, bir tür mülteci, kendi ülkesinde de gurbetteki müzik türlerini…
Gaye Su Akyol ve arkadaşlarının başarısı bence mülteciliklerindedir.
Batı’nın başarısızlığı ise “başarı”sını Doğu sanatı fantezisinden alan bir modernizmin sahibi olarak bu kaynağı her seferinde, bilhassa müzikte unutmak (kahvede hatırlamak) isteyişindeki “ısrar” ve “tekrar”dır.
Ve galiba Freud haklıdır:
Coğrafya değil, “tekrar” kaderidir, hepimizin…
İLGİLİ HABERLER