1-Şeyler
Milattan önce de, bugünkü biçimiyle olmasa da, filozofların karşısına çıkan sorulardan biriydi formların mı yoksa kodların mı varlığın temeli olduğu. Demokritos’a göre kodlar yani atomlardı, Platon, Aristo ve daha birçoklarına göre ise formlardı. Sonuçta formlar galip geldi, ve yakın bir zamana kadar evren stabil ya da sabit formel yapılardan oluşur olarak algılandı. Demokritos “Sadece atomlar ve boşluk vardır, geri kalan her şey birer kanıdır” derken Aristo “Bütün onu oluşturan parçalarından fazladır” diyecekti. Bir tarafta Demokritos’un hekim olduğu için bedenin içinde mevcut akışları keşfederek görece bilimsel bir yaklaşımı, diğer tarafta felsefenin dilin yapısı ve kategorilerin işleyişi gereği merkeze formları alan hilomorfizm geleneği.
Her ne kadar Demokritos ve yazdığı kitaplara dair çok az şey bilsek de onun insanın algı süreciyle ve estetikle de ilgilendiğini biliyoruz. Demokritos için algılama ve öğrenmede duyular da bilinç kadar önemlidir, duyularla da atomik çerçevede bir öğrenme gerçekleşir ve bu bir estetik öğrenmedir.
Tarih sahnesinde son 2400 yılda doğanın kavranışında yaklaşık 2000 yıl Aristo’nun hilomorfizmi yani madde-biçim ikiliği hüküm sürerken, sonraki son 300 yılda atomizm, mekanizm, dinamizm hüküm sürdü. Daha sonra neredeyse son yüzyılda kuantumun teorisinin sunduğu atom altı parçacıkların sabit ve durağan olmayan mekanikleri doğayı kavrayışımızın merkezinde yer alıyor. Böylece bugün, bazısı zaman zaman ortaya çıkıp zaman zaman kaybolan 400’den fazla atom altı parçacığın oluşturduğu metastabil, düzensiz durum evreni ve şeyleri kavrayışımızda belirleyici oluyor.
2-Şeylerin Kodları
Düşünce tarihinde ve belki de dünya tarihinde “bir şeyin ne olduğu” ya da “nasıl olup da olduğu o şey olduğuna” dair iki farklı görüş karşımıza çıkıyor. Bunlardan ilki yukarda değindiğimiz Yunanca “hylo” madde ve morph form sözcüklerinin birleşmesinden oluşan hilomorfizm ve onun bireyselleşme teorisi, diğeri ise Gilbert Simondon’un hilomorfizm eleştirisi ve bilimsel verilerle yapılandırdığı bireyselleşme teorisidir. Burada bireyselleşme sadece insanın toplum içinde bireyselleşmesi değil, bir şeyin nasıl olup da o şey olduğudur. Aristo metafiziğinde bir cisim madde, formdan oluşur ve bir şeyin formu onun özüdür. Bir öz çerçevesinde oluşan bir cisim “stable”, sabit haldedir. Simondon ise bu görüşü eleştirir, herhangi bir cismin katmanlar halinde birbirleriyle bir takım mesaj alış verişleri içinde “metastable” bir durumda olduğunu söyler. Simondon, teorisini oluştururken termodinamiğin ilkeleri, kuantum teorisi, sibernetik teoriden faydalanır. Burada cismin katmanları arasında mesaj alış verişleri, kodlar, millieu olarak kavramlaştırdığı kontekstler söz konusudur ve böylece her cisim kendi içinde de millieu katmanlarında mesaj alış verişleriyle daimi bir oluş yani “devenir” durumundadır.
Evrenin doğasına dair bildiklerimiz ve inançlarımız, şeyleri nasıl görüp kavradığımızı, onlarla yapacaklarımızın nitelik ve sınırlarını da belirler. Evrendeki değişimleri ve cisimleri kodlarla okuduğumuzda, formlar ve temsiller ifadesini bulan bir dünya görüşünden çok farklı bir dünya potansiyeli ve evren algısı ortaya çıkar. Bu sadece dijital ya da sibernetik evrenin kodlarla yapılanmasından öte, insana dünyanın ve evrenin gerçeklerini dönüştürme ve değiştirme olanağı sunar, bugün hayvan klonlamadan, DNA genetik kodlarını edit etme teknolojisine dair birçok gelişme evrenin açık kodlarıyla oynayabilmekle mümkün.
3- Kodlar ve Şiirsellik
Hilomorfizm, Aristocu metafiziğin merkezinde yer alarak neredeyse iki milenyum boyunca toplumsal hayatın ve sanatın da en önemli unsurlarından biri oldu. Özün, kuralların, formların, temsillerin ön planda olduğu bu metafizik yaklaşımda Aristo cisimlerdeki değişimi “dört neden” ile açıklardı. Bu nedenler: maddesel neden, formel neden, etkileyici neden ve son neden olarak amaç nedeniydi. Bu dört neden aynı zamanda sanatsal üretimin gerçekleşmesinde de etkin nedenlerdi. Antik Yunan’da hem zanaat hem de sanat sözcükleri yerine kullanılan ve aynı zamanda teknoloji sözcüğünün de kökeni olan yapmak anlamını taşıyan tekne yani zanaatsal ve sanatsal üretim bu dört neden çerçevesinde gerçekleşirdi. Burada sanatsal üretimin yani bir yapma olarak teknenin metafizik ögesi olarak karşımıza çıkan diğer bir unsurda yine yapmak anlamını taşıyan ve şiir sözcüğünün kökeni olan poeisisti. Poeisis bir tür cisimlerin metafizik ögesi yani özlerini meydana çıkarma eylemiydi.
Kuralları, grameri, formları, temsilleri ve özleri önceleyen hilomorfist dünya ve sanat görüşü, sanatın yolunu çizmiş olan temel yaklaşımlardan biri oldu. Klasik Dönem’den Ortaçağa başat düşünce ve sanat yaklaşımı iken daha sonra da yine güçlü bir yaklaşım olarak hep var oldu.
Bugünün dünyasında ise artık formların ve temsillerin yerine kodların ve sistemlerin merkezde yer aldığı bir dünya ve sanat yaklaşımının yavaş yavaş evrilip geliştiğini söyleyebiliriz. Burada sadece dijital kodlardan söz etmiyoruz. Gilles Deleuze’ün örneğin çağdaş resim sanatını 0 ve 1 odaklı ikili kodlar üzerinden de okuduğu örneklerin olduğunu biliyoruz. Yine Umberto Eco’nun hem edebi hem de görsel sanatlarda Matematiksel İletişim Teorisi yani İnformation Technology’yi merkeze alarak geliştirdiği katmanlar arasındaki mesaj akışlarını ve kodları önceleyen “açık eser” hipotezini ve bu hipotezle çağdaş edebiyat ve sanatı okuduğunu biliyoruz. Amerkan ekolünde yine merkezinde İT’nin yer aldığı sistem estetikleri sanat yaklaşımını biliyoruz. Bütün bunlar temsiller ve formlar yerine kodlar ve sistemlerin ön planda olduğu bir toplum ve sanat görüşünün evrilmekte olduğunu açık bir şekilde doğruluyor.
Semiyoloji’de Saussurecü gösteren ve gösterilen ikiliğine dayalı teori yerine Roman Jakobson’un tıpkı Matematiksel İletişim Teorisinde olduğu gibi bir mesaj akışı üzerine yapılandırdığı semiyolojik süreçte dilin şiirsel işlevi ile kodları bir tutması, sanat üretim sürecinde artık kodların göz ardı edilemez etkinliğini ortaya koymakta.
4-Estetik Makine
Matrix filminde başkahraman Neo’nun Matrix’te akıp duran tüm kodları görüp artık onlara hükmetmeye başlayabildiği bir sahne vardır. Kendine doğru gelen kurşunları tek hareketle durdurur. O andan itibaren Neo gerçekten bir kurtarıcı olur. Çıplak gözlerle evrenin kodlarını göremezsek de artık evrenin bu kodlarla yapılandığını biliyoruz. Her kodun işlevsel nitelikleri, içinde bulunduğu kontekstte taşıdığı anlamlar dışında aynı zamanda dışarıdan aldığı mesajlarla birlikte sürekli bir değişim, dönüşüm, Deleuzecü terminolojide “oluş” içinde bir bilgi kütlesi olduğunu biliyoruz.
Kodlarıyla oynanabilen bir dünya tek tek sanat eserlerinin estetik ontolojisinde radikal dönüşümler meydana gelebilmesinin yanında oluşturacağı toplumsal ağın öncelikleri ve karakteristik özellikleri doğrultusunda kuşkusuz ki aynı zamanda bir AÇIK ESTETİK MAKİNE olabilme potansiyeli de taşır. Tıpkı bir monopol olarak hiçbir kaçık noktasının mümkün olmadığı bir TOTALİTARİZM olma olasılığı taşıdığı gibi.
Belki de ne yazık ki bugün açık kaynak kod denilince ilkin akla dijital algoritmaların ekonomik değerleri geliyor. Elbette ki bugün büyük teknoloji şirketlerinin monopolleşmesine karşı küçük girişimlerin de dijital ekonomiye dâhil olabilmeleri için açık kaynak kod hareketleri değer taşıyor. Yine de burada söz konusu olan iktisadi bir durumdan çok daha öte, dünyanın bütün kodlarının yeniden yapılandırılabilmesine dair bir durum. Bir javascript ya da PHP kodunun internette herkese açık bir şekilde paylaşılmasından öte, bütün cisimlerin ve canlı organizmaların atomik ve genetik kodlarının yeniden yazılabilmesi ile ilgili bir durum.
Kodlar dilin parçasıdırlar, yazılırlar ve yazılmış kodlar edit edilebilirler. Bugün artık ve yakın gelecek boyunca dünyadaki bütün kodların edit edilip yeniden yazılabilmelerine tanıklık edeceğiz.
Dünyanın açık bir estetik makineye dönüşebilmesi için belki tıpkı sözlü dilin kendi gibi özellikle bir takım kodların da herkese açık olmalarını sağlayabilmek gerekecek.