Munch neden bir radikalist olarak adlandırıldı? Çağdaşlarından farkı neydi? Munch’un radikalist tutumunun -hayatındaki ve eserlerindeki kadınlar söz konusu olduğunda- sınırlarını sorgulayalım ve Munch’u 21. yüzyıl bakış açısıyla değerlendirelim.
Edvard Munch yaşadıkları dönemin normlarıyla kıyaslandığında yaşamın pek çok alanına dair radikal görüşler besleyen Oslo Bohemleri ile yakın bir isim. Ancak bu bilginin ötesinde; Munch’un utangaç yapısını, bağlı olduğu dini görüşünü ve sanatçının bu topluluğu ve topluluğun felsefesini benimseyen kişileri eleştirdiği The City of Free Love adında, yayımlanmamış bir oyunu olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Munch’un grubun felsefesini benimsemekten çok uzak olduğunu görüyoruz. Yine de sanatçının realizmden uzaklaşarak izlenimciliğe ve duygu yoğunluklu konulara yönelmesi Bohemlerden estetik anlamda etkilendiğini gösteriyor.
Özellikle karanlık duyguları keşfe çıktığı bu eserlerde sıkça karşılaştığımız kadın tasvirleri, toplumsal cinsiyet kavramı üzerinden değerlendirildiğinde Munch’un ilişiği olduğu Bohemlerden fikren ne kadar uzak olduğunu, bu bağın yalnızca estetik düzlemde kaldığını vurguluyor. Edvard Munch’un on beş yaşında ölen kız kardeşini resmettiği The Sick Child’da şefkat ön planda. Ailesinden olmayan kadınların tasvirlerinde cinsellik ve doğurganlık temaları göze çarpıyor. Örneğin sanatçının evrensel doğruların özünü anlatmak için alegorik tasvirler kullandığı The Frieze of Life serisi. Seride, kadınların hayatlarının aşka, anneliğe, anne olamamaktan kaynaklı üzüntü duymaya ve yaşlılığa indirgendiğini görmek mümkün. Woman in Three Stages’deki süjenin de toplumsal bellekte yer etmiş ve Munch’un değiştirmediği, kadınları cinsellik veya annelikle sınırlayan arketiplerle örtüştüğünü görüyoruz. Eserde beyaz giyinmiş genç bir kadın, çıplak ve baştan çıkarıcı bir kadına dönüşüyor. Daha sonra ise asık suratlı yaşlı bir kadın oluyor.
Munch’un yarattığı baştan çıkarıcı kadınlar
Munch’un eserlerinde sınırlandırdığı kadınların, çalkantılı romantik ilişkiler sürdürdüğü kadınlarla yakından bir bağı olsa gerek. Zira bir günlüğünde şöyle yazmış: “Bir kadının bir erkekle oynamasına, onu kandırmasına, baştan çıkarmasına, yalan ve tuzaklarla mahvetmesine, onu harap etmesine izni vardır.” Munch’un yarattığı baştan çıkarıcı kadın, zihnindeki imgeye paralel olarak, gerçekten de erkekleri bir kurban olarak görüyor. Ya saçlarıyla sevgililerini boğuyor (Man’s Head in Woman’s Hair) ya da cildi ay ışığında korkunç bir parıltıyla parlarken aşıklarının kanını içiyor (Vampire II). Vampir imgesinin izlerini yalnızca sanatçının kurmaca dünyasında rastlamıyoruz. Munch’un eski nişanlısıyla kendisini yan yana resmettiği (ayrılıktan sonra resim ortadan ikiye ayrılmış) Self-Portrait with Tulla Larsen‘da Larsen, vampirlerin karakteristik özellikleriyle, yakut rengi arka plandan dolayı iyice hastalıklı görünen bir cilt ve kıvırcık kızıl saçlarla resmedilmiş.
Jealousy II‘da da kadınlara karşı güvensizlik konusu dikkat çekiyor. Dönemin Bohemlerinden Stanisław Przybyszewski’nin tasvir edildiği eserin arka planında Przybyszewski’nin eşi Dagny Juel bulunuyor. Havva ve şeytanı çağrıştırır şekilde, bir ağacın altında çıplak olarak başka bir adamla dururken tasvir edilmiş. Sergide Dagny Juel’in sevgilisi tarafından öldürüldüğü de not düşülmüş.
Sonuç olarak Edvard Munch’un radikalist insanlarla bir araya gelmesi ve cinselliği açıkça işlediği eserleri bulunması sebebiyle radikalist olarak anılmasına karşın kadınlar söz konusu olduğunda belleğinde ve onunla bağlantılı olarak eserlerinde aslında bir radikalist olmaktan oldukça uzak olduğunu ve zaman zaman kadınlara karşı öfkenin ve kalıplaşmış bakış açılarının bulunduğunu söylemek mümkün.
Bu eserler geçtiğimiz yaz “Çığlık” eseri ile bilinen Edvard Munch’un üretimlerinin bir panoraması niteliğindeki Love and Angst adlı sergi ile British Museum’da sergilendi.
İLGİLİ HABERLER