Çağla Gillis, 8 Mayıs’a kadar İstanbul Modern’de ziyaret edilebilecek olan “Komşular” başlıklı sergiye paralel olarak düzenlenen “Türkiye Karikatür Tarihinde Modernleşme Çizgileri” adlı söyleşiye ilişkin izlenimlerini yazdı.
İstanbul Modern’de, 9 Ocak’ta başlayan “Komşular” sergisini artık duymayanımız, bilmeyenimiz yoktur. Sergide karikatür dünyamızın önemli isimlerinden belki de ismini tek geçeceğimiz çizer Turhan Selçuk’un 1972’de kaleme aldığı “Foncistan’a Seyahat” macerasının orijinal çizimleri var. İstanbul Modern de bu vesileyle Turhan Selçuk’a saygı duruşunda bulunmak, Türkiye’deki çizgi roman ve karikatür tarihine bir selam çakmak için önemli bir söyleşiye imza attı; "Türkiye Karikatür Tarihinde Modernleşme Çizgileri".
Söyleşiye Türkiye karikatür tarihi üzerine kapsamlı araştırmalarıyla tanınan Turgut Çeviker ve usta karikatürist Tan Oral, konuşmacı olarak katıldı.
Turgut Çeviker, konuşmasına 1867’den bu yana seçtiği 50 karikatürle başladı. Çeviker, kendi dilini kurma ve sadece çizginin kendini ifade edebilmesi açısından yazısız olan 50 karikatürü derlemiş. Bunların içinde Ahmet Rıfkı’dan Ramiz Gökçe’ye, Abidin Dino’dan Oğuz Aral’a, Doğan Avcı’dan Yalçın Çetin’e kadar birçok çizerin, zamanında ses getirmiş en ünlü karikatürleri vardı.
Bu ses getirme meselesi de genelde muhalif durumlarda aması olanlarla ortaya çıkmış tabii. Buna bağlı olarak Çeviker’e göre hiçbir çizer ya da hiçbir karikatür iktidardan yana olamaz. Yine Tan Oral’a göre karikatür sanatı kaçınılmaz olarak siyasi tarihle paraleldir ve hep bu şekilde var olmuştur. Yani anlıyoruz ki karikatürün iktidarla, baskıcı rejimlerle hep bir alıp veremediği var. Tarihte hangisinin (karikatür/baskıcı rejim) ne zaman ön plana çıktığını soracak olduğumuzda Tan Oral “Biri diğerini yok ettiği zaman” cevabını veriyor.
Turhan Selçuk’un karikatür dünyası ve çizerler için ne kadar önemli olduğu konusuna gelecek olursak, kısaca Tan Oral’ın şu sözlerini aktarabilirim; “Bize öğretilen, bizden adam olmaz, biz cahiliz, her konuda olduğu gibi sanatta da geriyiz. Bu yüzden hep çırpınıp duran insanlardık; ama Turhan Selçuk 1956 yılında Bordighera Altın Palmiye Ödülü’nü alıp dünyaya ismini duyurduğu zaman tüm bu algı yıkıldı. Bu daha sonra Aziz Nesin’in de birincilik ödülü almasıyla devam etti.”
Slaytta gösterdikleri karikatürlere bakınca aslında şimdikinden ne kadar farklı bir anlayışın olduğunu görüyorum. Şimdi hiçbir alt metni olmayan, edebiyatla yakından uzaktan bir ilişki içinde bulunmayan karikatürler, sadece eğlence üzerine kurulu; tıpkı televizyon gibi. Eflatun Nuri, Ferit Öngören, Abidin Dino, Turgay Karadağ, Turhan Selçuk gibi isimlerin karikatürlerinde tek bir kelime dahi olmasa bile üstüne onlarca sayfa yazı yazılabilir.
Tan Oral bunun karikatüre egemen olan iki anlayıştan kaynaklandığını söylüyor. Biri doğu diğeri batı anlayışı. Batı anlayışında, bir hikâye kurarsın, eskizleri çıkarırsın, yanlışları düzeltirsin, sonunda da mükemmel bir iş ortaya çıkarırsın. Doğu anlayışı ise hayat gibi… Başlar ve biter, geriye dönüş yoktur! Bununla ilgili bir Çin deyimi bile varmış: Düşünce başladığı anda çizgi durur!
Çeviker’in Türkiye’deki birçok sanat galerisinin karikatürlere karşı ilgisizliğiyle ilgili sitemine de değinmeden edemeyeceğim. Gerçekten hangimiz sanatın kalbi olan Karaköy, Nişantaşı, Beyoğlu gibi her yerden galerilerin fışkırdığı bir yerde bir tane karikatür sergisi gördük. Belki birkaç kişi çıkabilir ama o kadar! Böylesine Çehovyen bir karikatür dünyasında bile galerilerin duruma yabancı kalmasını sindiremiyor Çeviker. Haklı da! Belki yıllar önce aldığı ödül ile diğer çizerlere umut olan Turhan Selçuk, İstanbul Modern’in bu kapsamdaki çalışmaları ile de umut olur. Olmasa da ben mizahın her zaman yeni bir yaratıcılıkla sözünü söyleyebileceğine inananlardanım. Çok çok yakın zamanda bunun sağlaması yapıldı bile.
Bu yolda ilerleyen genç yeteneklere de mesajı var Tan Oral’ın. Ona göre bu iş uçurumdan düşerken tutulan son dal gibi. Yani karikatür çizebilen birinin başka bir iş yapmıyor değil; yapamıyor olması gerekiyor.
Yaklaşık iki buçuk saat süren söyleşiden sonra Tan Oral’ın yanında bitiverdim tabii ki. Genelde kitap fuarlarında sıraya girmeyi reddeden biri olarak bu fırsat kaçırır mıyım? Sanatatak.com ve benim için hatıra bir şeyler çizmesini istedim, o da beni kırmadı. Sonuç olarak da ortaya böyle bir şey çıktı.
Bir gün yolunuz İstanbul Modern’e düşerse diye…
Öncelikle belirtmeliyim ki İstanbul Modern’e perşembe günlerinde gidilmeli; çünkü bir tek o gün ücretsiz.
Bir kere bana hep Paul Thomas Anderson’ın Magnolia filmindeki gökten kurbağaların yağdığı sahneyi hatırlatan kütüphanesinde bolca zaman geçirilebilir. (Tabi burada üstünüze kurbağa değil kitap yağıyor.)
Film izleyebilir, “Burada fotoğraf çekmek yasak” diyen güvenlik görevlileriyle birlikte sergi gezebilirsiniz. Muhteşem bir manzaraya sahip olan restoranda yiyip içebilir. En sonunda da birbirinden güzel; ama bir o kadar da pahalı olan kırtasiyeyi gezip, hiçbir şey almadan çıkabilirsiniz.
Tabii oraya kadar gitmişken de Karaköy’deki Bando Kafe’de bir soluk almalı. Bu soluk alma, isterseniz beş saat sürebilir; çünkü Karaköy’deki diğer mekânların aksine “Hadi yemeğini yedin, kahveni içtin şimdi gidebilirsin” diye gözünüze bakan çalışanlar orada yok.
Tam Bando’nun sokağına Karaköy’ün yeni sakini “Junk” açıldı. İkinci el eşya satan bir yer. Aslında tam da öyle değil. Orada Fellini filmlerini aratmayacak sürreal bir dünya kurulmuş sanki. Bu dünyayı çoktan Instagram sayfamda paylaştım bile. Sıra sizde!