Kassel- Gurbetelli Ersöz’ün 1995 ile 1997 yılları arasında tuttuğu günlüğü de aslında bugün yasak yayınlardan biri. Arjantinli sanatçı Marta Minujin’in yüzlerce yasak kitapla inşa etmekte olduğu Kassel’deki Akropol replikasında yer alıyor mu?
Her an alabilir eğer yoksa…
Ersöz’ün önce gazeteci ardından dağa çıkıp öldürülüşüne kadar olan hikayesinden kalan satırları, ilki Atina’da gerçekleşen Documenta 14’ün aslında o büyük iddiasını, yazılmamış bütün tarihleri içermek ve bugüne kadar yazılanları da sorgulamamızı sağlamayı çok iyi deşifre ediyordu.
Banu Cennetoğlu, Gurbet’in satırlarını, onun her seferinde yok sayılan biricik varoluşunu, mahremiyetine büyük bir saygıyla taştan levhalar olarak okunmaz ama ağır, Gurbet’i temsil eden bir anma heykeli olarak anıtsallaştırmamış aksine bireyliğini, ne medyanın ne kitapların elvermeyeceği üzere, tüm öznelliğiyle muhafaza etmesine olanak sağlamıştı.
Documenta 14’ün hassas işlerinin başında gelen bu anma heykeli, Atina’nın en eski kütüphanelerinden birinin bahçesinde sergilendi.
Documenta 14, önce Atina’da, dün Akdeniz medeniyetinin beşiği bugün ekonomik krizin merkezi, açılarak bu seçiminde büyük bir iddiayı dile getirecekti:
Merkezsizliğini, merkeziliğin ve merkezciliğin iflasını…
Adam Szymczyk, 2013’te seçildiği direktörlüğünün önemli bir çoğunluğunu Atina’da bir kafede yürüttü. Bol bol Yunan kahvesi içerek ve toplantı yaparak…
Atina ve Kassel’de Documenta yapma fikri evet parlak bir fikir olarak kabul edilmiş, onu Documenta 14’ün küratörü yapmıştı ancak bu iddialı heves, Atina’da ikinci bir Olimpiyatlar hayal kırıklığı yaşanmasını nasıl önleyecekti?
(Küçük bir hatırlatma yaparsak Catherine David, 100 neredeyse Avrupa dışı misafirleriyle, Okwui Enwezor, Afrika’daki forumlarıyla, Bakargiev Kabul, Afganistan’a uzanışıyla bunu denemişti.)
Her biri ve eli en büyük arttıran Adam Szymczyk’le Avrupa merkeziyetçi bakışı gözden geçirmeye niyetliydi.
Szymczyk’in merkezi politikaların optimistik anlatılarını yerle bir edişi en başta yeri değiştirmesiyle fiziksel bir boyut kazanmış oldu.
Sanat fiziksel olduğu kadar zihinsel bir deneyimdi elbette…
Dünyayı tekrar “önygargısız, öğrenmeden, öğrendiklerimiz unutarak” belki, yazılmış kadarından vazgeçip baştan yazmak mümkün mü?
Yerli üretimler ve teknikler bilginin kendisini, tanımını baştan yazabilir mi?
Hep üstün beyaz, erkek, milliyetçi ve kolonyalistin iktidarı bir sergiliğine dev bir sergiliğine iki şehrin arasındaki tüm gerilimiyle-Kassel /Atina, zengin /fakir birlikte sarsılabilir mi?
Neoliberalizmin en yaygın dolaşımı arzudan daha kolay pazarlanır oluşuyla korkuysa tekrar arzuya dönebilir miyiz?
Neyi ve kimi arzuladığımıza?
Arzuladığımızdaki eksikliğe?
Eksik dediğimize? Ve kim olduğumuza?
Bütün otokrasilerde yaşayanlara umut aşılayabilir miyiz?
Küratör Adam’a göre eski dünya, aidiyet, kimlik ve kök üzerineydi, bizim dünyamız oysa yeni olacak, radikal bireysellikler, şaşırmış benlerin, yönünü yitirmiş, köklerini şaşırmış başka yerlere doğru uzamış, boy atmış kimliklerin dünyası…
Modernizmi baştan bu köksüzlükle birlikte tanımlamak ve dışlanan realistleri, romantikleri içeriye dahil etmek mümkün mü?
20.yüzyıl radikal avangard ve savaş sonrası neo avangard kapitalizm ve kolonyalizm karşıtı tüm pratikleri kucaklamayı denemek…
Ünlü avangard besteci Yunanlı Jani Christou’nun Continuum’u, Artaud’dan “bir tiyatro ve onun iki katı”sını ödünç alarak aslında ortak aksiyon ve belirsiz bir zamanda olup biten farklı aktörlerle angaje olunabilir mi?
Atina’dan Kassel’e üstelik Documenta 14’ün ana mekanı Fridericianum’da misafir edilen Yunanistan Kültür ve Spor Sakanlığı Ulusal Çağdaş Sanat Müzesi koleksiyonunun bu keyfi diasporası, bu sorular ekseninde düşünülmeli!
Yunanistan’dan bir avangard olarak çağdaş sanat tarihine girebilen tek isim Jannis Kounellis. Çağdaş sanat yazımına Beuys’un kapladığı yerden ötürü giremeyen nice avangardı bu sayede tanımak fırsatı çünkü bu.
Kültürel küredeki kültürel ve Avrupa merkeziyetçi bakışın en çok görünür olduğu deneyim belki de Documenta 14’e misafir bu koleksiyonu ziyaret etmek.
Nikos Alexiou, George Hadjimichalis, Nikos Navridis, Pantelis Xagoraris, Thanasis Totsikas gibi daha pek çok ismi ve operalarını tanımak, üstelik bunu 5 yılda bir dünyayı, çağı tanımlamayı kendine iş edinmiş Documenta 14’ün Avrupa’daki merkezinde yapmak çok ama çok büyük bir potansiyele sahip.
Serginin en büyük iddiası olan yazılmış sanat tarihlerinin, külliyen bir illüzyon olduğu, tıpkı merkezi politikaların savunduğu optimistik anlatılar gibi birer ilüzyon olduğunu ifşa edecek güce sahip bahsettiğim potansiyel.
Aynı zamanda Kuzey Avrupa’daki çağdaşlarına, eş eşit mesafede durabilme ve böylelikle yeni tanışmaların, karşılaşmaların, belirsiz bir zamanda olup biten farklı aktörlere angaje olabilecekler demek.
Ne var ki bu sergide yer alan hiçbir isim, profesyonel izleyicinin sergiyi gezme gününe yani preview’a etiketleri yetişmediği gibi genel sergi kataloğunda da yer almıyor.
Şahsen Avrupalı ve Avrupacı kanonun yerle bir edilişi bu anlamda yerini değerli ama sonuç vermemiş bir çabaya sevk ediyor.
Documenta 14 sanatçı kataloğunda hiçbirinin adı yok.
Onlar o koleksiyonun sanatçıları.
Koleksiyonu bir bütün olarak getirmiş Documentacılar. İşleri kendileri seçmedikleri için de kataloğa almamışlar.
Tamam küratöryal seçkiye ait olmayabilirler.
Ama bu tarihe kalmayacaklar anlamına gelmiyor.
Küratoryal seçkiye dahil olmadıkları için bir koleksiyon olarak tek bir beden olarak düşünüldüklerinden sanatçıların şahane bir tasarımla anlatıldıkları kataloğa girememiş hiçbiri.
Yazılmayacaklar yani…
Bir koleksiyon bir bütün değil.
Bir beden hiç değil!
Küratör Adam’ın buyurduğu gibi eski dünya, kimlik ve kök üzerindeydi ve yeni dünyada koleksiyonlar çokdilli, bedenli ve bireylerden oluşmalıydı.
Madem Fridericianum, Yunanistan’dan gelen bir koleksiyonun emrine amade edilmişti o halde neden serginin genel kataloğunda buradaki sanatçılar bugüne kadar olduğu gibi dışlanmış, her biri birer kendilerini anlatan yazı ve işlerinden görüntüleriyle merkeziliğini, hegemonik gücünü sorgulayan Documenta 14’ün yarına, Tarih’e kalacak kataloğunda yerlerini bulamamışlardı?
Beuys’un sanat tarihinde ve fiziksel olarak Kassel’de kapladığı yerden ötürü buraya giremeyen nice merkezi Avrupa dışı avangard misafir olabilirlerdi evet Avrupa’ya ama yazılmalarına yine vardı anlaşılan.
Belki gelecek Documenta 14’ün iddiası da bu olabilir.
Şehirleri değiştirmek yetmiyor, tedbili mekanda ferahlık olabilir ama sergiler uçuyor, hele etiketsiz olunca, yazılar, kataloglar kalmıyor mu?
Yunanistan’dan gelen misafirleri neredeyse kayıtsız, kayıt dışı olmalarıyla onları mülteci sayabiliriz ve mültecilerle dolu bir sergi deneyimi her şeye rağmen kıymetli. Hatta Eşsiz! Documenta 14’te deneyimleyeceğimiz pek çok iş ve pozisyon gibi…
(Devam edecek- Documenta 14’ün Radikalleri )