A password will be e-mailed to you.

“Genel olarak edebiyatın yeterince önemsenmediği bir ülke”de çocuk edebiyatının durumunu, Can Çocuk Yayınları editörü Mehmet Erkurt’a sorduk. Yetişkinlerin çocuk kitaplarına bakışını ve çocuk edebiyatıyla eğitim arasındaki ilişkide kendini belli eden “algı” sorununu anlatan Erkurt, Can Çocuk’un 2017 projelerini de paylaştı.

Mehmet Erkurt

2016, Türkiye’de çocuk yayıncılığı sektörü için nasıl geçti?

Büyük ölçüde endişelerle gölgelenen bir yıldı, gerek ülkenin bulunduğu huzursuzluk ve sansür ortamı, gerekse içinde çalkalandığımız siyasi ve ekonomik kriz bağlamı tüm yayıncılar kadar çocuk kitabı yayıncılarını da kaygılandırdı, kaygılandırıyor. Çocuk kitapları yayıncılığının ve kültürünün yaşatılmasında büyük rol oynayan öğretmenler ve okullar cephesindeki sarsıntılar da sektörün ruh halinde son derece etkili. Mesleğinden, öğrencilerinden edilen öğretmenlerimizin ahvali, içi bilimsellikten ve evrensel değerlerden aşama aşama boşaltılan müfredatın durumu, çocuğa hak görülen edebi içerikleri tektipleştiren, kısıtlayan, tekele bağlayan mevzuat ve uygulamaların teşviki, sektördeki öngörüleri 2016’dan çok daha önce karartmaya başlamıştı elbette, ama 2016’da bir zirve yaşadığımızı söyleyebiliriz. Diğer yanda, “2023 Kitap” projesiyle kültür yayıncılığındaki etkinliğini artıran ve yayıncılara rakip olan MEB’in (Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı Metin Celâl Zeynioğlu’nun da Cumhuriyet gazetesindeki 14.12.2016 tarihli yazısında belirttiği üzere), sektörün gelişimini yavaşlatacak bir uygulamaya imza atmış olması mümkün. Buna karşın, ciddi bir ekonomik geri gidişi çocuk kitapları alanında yaşamadık.

Çocuk edebiyatının eğitimle ilişkisi, hatta sık sık “eğitim materyali” gibi algılanması, geçireceği ekonomik sarsıntıyı bir ölçüde hafifletiyor. 2008’dekine benzer bir durum. Konu çeşitliliğini, edebi niteliği, karakter zenginliğini ciddi anlamda kısıtlayıp fakirleştiren bu eğitim bağlantısının, çocuk kitapları yayıncılığında yarattığı en sıkı çelişkilerden biridir bu.


2017’deki projeleriniz neler?

Yıla, Eylül 2016’da aramızdan ayrılan şair Çetin Öner’in anısına, onun en özel kitaplarından “Dünyanın Bütün Kedileri”ne yaptığımız özel baskıyla başladık. Bu kitaba, kışın soğuğunu sıcacık bir soba gibi kıran “Burun Giysisi” adlı ilk okuma öyküsü eşlik etti. M. Banu Aksoy’la Mert Tugen’i bir araya getiren bu kitabı, çağdaş edebiyatımızın dünyaca ünlü yazarlarından Şebnem İşigüzel’in Can Çocuk’taki ilk kitabı, “Bir Puding Hikâyesi” izleyecek. Bu yıl çocuk edebiyatımızın değerli kalemlerinden Sevim Ak’ın edebiyattaki 30. yılını kutluyoruz; yeni kitaplara özel projeler eşlik edecek. İzlanda’da mültecilerin hakları için yaptığı çalışmalarla tanınan Bryndís Björgvinsdóttir’in “Savaşı Bitiren Sinek” adlı öyküsü, Mahir Ünsal Eriş’in çevirisiyle yayımlanacak.


Çocuk kitapları alanının önemli akademisyenlerinden Gülçin Alpöge’nin kaleme aldığı İdil Biret biyografisi, yılın ilk yarısında okurlarla buluşacak. “Tanrı Olmak İsteyen Otobüs Şoförü”, “Nimrod Çıldırışları” gibi kitaplarıyla ses getiren Etgar Keret’in “Uzun Yeleli Kediçocuk”u, 2017’nin sürprizlerinden biri. “Böcek Orkestrası” dizisi ve biyografileriyle tanıdığımız Göknil Genç, yeni romanı “Çok Evin Yok Kedisi”nde okurları bir kedinin hayatından özgün bir kesitle buluşturacak. Masalları modern yorumlarla, özellikle de cinsiyetçilik karşıtı bir yaklaşımla yeniden kurgulayan Melek Özlem Sezer “Sayfayı Çevir” dizisini başlatırken, anı ve masallarıyla tanıdığımız Süleyman Bulut özgün anlatımını bu kez Nasreddin Hoca fıkralarına taşıyacak.

Maceralar diyarına baktığımızda, sevilen dizilerden ikisi bu yıl tamamlanıyor:

Her yaştan okura güçlü duygularla dokunan Aslı Tohumcu “Eksimus Serüvenleri”ne, yolculukların ve kentlerin gizemini romanlarına taşıyan Delal Arya “Pera Günlükleri”ne heyecanlı birer nokta koyuyor. Bambaşka bir macera ise, şiirleri, deneme ve romanlarıyla tanıdığımız Altay Öktem’in yeni dizisiyle başlıyor. Finlandiya ve Norveç’in en çok okunan çocuk kitabı yazarları Timo Parvela ve Bjørn Sortland’ın ortaklaşa yazdıkları bilimkurgu dizisi “Kepler62”, az kitap okuyan çocukları bile baştan çıkaracak bir anlatıma sahip.

“Elayussa’dan Kaçış”la bizi MÖ 1. yüzyıldaki Mersin’e götüren arkeolog, yazar Nesibe Çakır’la yeni bir yolculuk ufukta. Usta sanatçılar Maurice Sendak ve Quentin Blake’ten gülümseten sürprizler kapıda. Yetişkin dünyasının bitmeyen hız tutkusunu ve çelişkilerini çocuk gözünden kaleme alan Ayşe Güren’in iki kitaba ulaşan “Miryalı Sarp Sakin’e Göre Dünya” dizisi okurlarından mutlu, muzip tepkiler alıyor; ama üçüncü kitap öncesi Güren’den bambaşka bir öykü geleceğini şimdiden söyleyebiliriz. “Martıya Uçmayı Öğreten Kedi”yle okurların kalbinde yer eden Şilili yazar Luis Sepúlveda da, yeni bir kitabıyla Türkçede. Edebiyat dışı, deneyler üzerine eğlenceli bir kitap da var programımızda, adını nasıl çevireceğimiz üzerine çok eğlenceli tartışmalar döndürüyoruz. Hem onu hem de diğer yeni yazarları ve dizileri sürpriz olarak tutalım, şimdilik.


Çocuk edebiyatı Türkiye’de sizce yeterince önemsenmeye başladı mı?

“Yeterince” demek zor, çünkü genel olarak edebiyatın yeterince önemsenmediği bir ülkeyiz. Türkiye Yayıncılar Birliği’nin güncel verileri kişi başına düşen kitap sayısını sekiz küsur olarak (buna eğitim kitapları da dahil) tanımlasa da, kendimize “okuyan ülke” demenin hâlâ çok uzağındayız. Her şeyden önce, nüfusun okuyan ya da edebiyata ilgi gösteren yüzdesindeki düşüklük, edebiyat dergilerinin satışı (hatta kapanış hızı) ya da edebiyat sitelerinin aldığı tıklanma sayılarında kendini gösteriyor. Ama az önce de söylediğimiz gibi, çocuk edebiyatı, kimisi kendisine hak görmediği iyilikleri çocuğuna gerek gören ebeveynler ve çocukların edebiyatla yakınlaşmasını içtenlikle önemseyen öğretmenler sayesinde her zaman biraz daha öncelikli görüldü. Bu durum hâlâ geçerliliğini koruyor. Yalnızca çocuklar için kitaplar yayımlayan yayınevlerinin ya da çocuk kitaplarına özel bir segment, alt marka açan yayınevlerinin sayısı giderek artıyor.

Güçlenen rekabete bağlı olarak, görsellikte ve malzemede bir kalite artışı da gözlemleniyor elbette. Yine de içerikte ve “öykülerde” kaliteye, özgünlüğe, yaratıcılığa, zenginliğe, çeşitliliğe dönük, içten bir arayış olmadığı sürece, çocuk edebiyatının da yeterince önemsendiğini söylememiz mümkün olmayacak. Bu da, bizi başa döndürüyor: Ancak edebiyatla hakiki bir ilişki kuran yazarlar, yayıncılar, yetişkinler olursak, çocuk ve edebiyat konusunu önemsediğimizi söylemeye yüzümüz olacak.

Türkiye’de çocuklar (ya da ebeveynleri) ağırlıklı olarak ne tür kitaplara ilgi gösteriyor? Nitelikli içeriklere ulaşabiliyorlar mı? Sizce bu seçim dünyadaki durumla benzerlik gösteriyor mu?

“Nitelikli içerikler” kısmına değinirsem, bir önceki soruya dönmem gerekir: Edebiyatla haşır neşir olmamamız, Türkçede kaleme alınan çocuk kitaplarındaki genel öykü ve karakter fakirliğini açıklıyor. Metinlerde bir artış gözlemlesek de, ne kadarının insan ve konu çeşitliliğini hak ettiği ölçüde ortaya koyduğu tartışılır. Ne mutlu ki, istisnalar artıyor. Yazarıyla, illüstratörüyle, çevirmeniyle yapıcı ve eleştirel bir ilişki sürdürebilen, kitaplarını profesyonel editörlük yaklaşımıyla yayına hazırlayan yayınevlerinden çıkmış nitelikli eserleri daha çok görür olduk. Alanda uzmanlaşmış editörlerin sayısında da paralel bir artış var. Ama konu okurlara ulaşmak oldu mu, derdimiz hâlâ büyük. Korkuyoruz.

“En çok da çocukların sorularından korkuyoruz.”

“Aman,” diyoruz, “kafası karışmasın!” Belki de bizi çoğu zaman bu kadar tekdüze, sası ve kısıtlı olmaya iten şey, kendimize güvensizlikten kaynaklanan bu çocuk korkusu. “Kafa karışıklığı” gibi gerekli, elzem, şahane bir duruma eşlik etmekten, o karışıklıkta çocukla birlikte yol almaktan ve sorularla düğümlere dokunmaktan öyle ürküyoruz ki, biz yetişkinler, edebiyatla buluşmamız da, çocuğu buluşturmamız da sıkı bir engele takılıyor. Dolayısıyla yetişkinlerin çocuk edebiyatından eğitim beklentisi hiç bitmiyor. Edebiyat, okulla iletişimi güçlendirecek bir araca indirgeniyor. Metne ve illüstrasyona yanlış sorumluluklar yüklüyoruz. Sahada, okur buluşmalarında ve fuarlarda karşılaştığımız yetişkinler -edebiyatsever, iletişime açık istisnalar dışında- çocuğa “soru sordurmayacak” bir metin beklentisi içindeler.

Hayatı sorgulama cesareti

İfadelerde terbiyecilik, hayata bakışta ahlakçılık, öyküde didaktizm, karakterde “normallik” arandıkça, hayata kısıtlı bakan dümdüz metinlere yönelim bitmiyor. Peki bu durumda çocuk ne yapıyor? Yine istisnalar dışında, bir sürü psikolojisi içinde kaybolup gidiyor. Arkadaşının aldığı, okulun önerdiği (ya da “ödev” olarak belirlediği) kitaplar dışında, harçlığının yettiği en “ucuz” kitabı arıyor. Çünkü ondan, öyle ya da böyle “okuması” bekleniyor. Bu açıdan dünyayla benzerlik gösterdiğimizi söylemek zor. Özellikle Batı Avrupa’daki ya da İskandinavya’daki çocuk edebiyatına baktığımızda, temalarda ve anlatımlarda insanla karşılaşma ve hayatı sorgulama cesaretini görüyoruz. Elbette bu ülkelerdeki kitapçıların da birer “editör” bilinciye kitap seçip önerdiğini de hatırlamalıyız ki, bu bambaşka bir tartışmanın konusu olabilir.

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 12:54:16