A password will be e-mailed to you.

“Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”, “Kıyıdakiler” gibi ünlü yapımların senaryolarını yazan Ceyda Aşar son kitabı “Fena Şeyler, Mutlu Sonlar”  ile iki kız kardeşin hesaplaşma hikayesini anlatıyor.

Okurlardan ve eleştirmenlerden olumlu yorumlar alan romanında Ceyda Aşar, iki kız kardeşin bir sahil kasabası olan Fidanlı’ya yolculuklarını ve hesaplaşmalarını, zamanda, nesnelerde ve duygular evreninde katmanlar yaratarak derinlikli bir şekilde anlatıyor. Son olarak “Burası Size Göre Değil” adında bir kısa film çeken Ceyda Aşar, yazma sürecini, sinema ve edebiyatla ilişkisini anlattı.

“Devasa bir amnezi bulutunun içindeyiz”

Hatırlamak insan için bir lütuf da olabilir bir lanet de… Fena Şeyler Mutlu Sonlar da hafızaya, hatırlamaya dair bir roman. Hem bireysel açıdan hem de toplumsal açıdan hafızaya bakışınızı merak ediyoruz, hesaplaşılması gereken bir şey midir hafıza sizce?

Hatırladıklarımızdan ziyade unuttuklarımızla ilgileniyorum, bizim gibi trajedileri, travmaları biteviye sırtlanan, bünyeyi zorlayan acılara göğüs geren toplumlarda, bir savunma mekanizması olarak veyahut apolitikleşmiş bir kayıtsızlık olarak “unutuş” o kadar hızlı cereyan eder ki bunun, birey olarak gündelik hayatımızı, kişisel hafızamı da kapsadığını fark edemeyecek kadar devasa bir amnezi bulutunun içinde yaşarız. Çıkış noktam, hatırlamanın aktif bir eylem olduğu fikriydi. Yani, bir dış etkenle aniden hatırlamak yerine yavaş yavaş, çok içerilere dalarak, zihnin uzun yıllar karanlıkta kalmış bölgelerine doğru tek kişilik, cesaret dolu bir keşif yolculuğu yaparak anımsamak…

O kara mağarada bekleye bekleye bozulmuş ya da değişime uğramış küçücük anları ve anıları yan yana dizip, anlamlı bir bütün oluşturma uğraşı ve büyük hakikate varana dek süren sancılı bir hatırlama deneyimi… Ana karakterimiz, Ankara’da yaşayan bir genç kadın olan Zeynep, yani anlatıcımız, işte böyle bir iç yolculuğa ve aynı zamanda fiziki bir seyahate soyunuyor, 80 ve 90’lı yılların nesnelerinin rehberliğinde, her aşamada iç dünyası değişirken, okuyucuyu da tahminler ve yanılgılar silsilesinde eşlikçisi kılıyor.

 

Kitabınız çıkalı birkaç ay oldu, güzel tepkiler de aldı. Siz nasıl dönüşler aldınız kitapla ilgili?

Gerek eleştirmenlerden gerek okurlardan ummadığım kadar büyük bir hızla gelen yorumlar çok samimiydi; iki günde kitabı bitirmişlerdi, sürükleyici, aynı zamanda da derinlikli ve sinematografik bulmuşlardı. Dijital platformlar için dizi ya da sinema filmi olmasını arzulayanlar da vardı. Bunca bombardıman içinde, odaklanma sorunu yaşadığımızı düşünüyordum. Bu devasa gürültünün içinde roman okumanın imkansızlığına inanan pesimistlerdendim. Fikrimi değiştirdiler, minnettarım.

Peki, ortaya çıkardığınız karakterler kendi hafızanızdan, yaşadıklarınızdan izler mi taşıyor yoksa tamamen başka bir yöntem mi kullanıyorsunuz karakter yaratımında?

Bir yazara yapılacak en büyük sövgülerden biri, kendisini ya da çevresini yazdığını ima ederek, hayal gücünü, gözlem yeteneğini, birikimini ve araştırmaya adadığı uzun zamanı küçümsemektir sanırım. Gerek senaryolarda gerek edebiyat çalışmalarında, kendimden çok uzaklara kaçarım, hatta tersten söylersek kendimden kurtulmak için yazmak da diyebiliriz. Sıfır noktasından bir karakter inşa etmek, yazmanın en oyuncul ve en keyifli kısmı.

Ceyda Aşar

“En geniş anlamıyla isyan ve özgürlük”

Sizin pek çok senaryoda da imzanız var, bu ilk romanınız olsa da karakter, atmosfer ya da mekan yaratmak konusunda oldukça tecrübeli olduğunuzu biliyoruz. Peki, senaryoda bir karakter yaratmakla romanda bir karakter yaratmak arasındaki fark ya da avantaj/dezavantajlar nedir sizce?

Her ikisinde de karaktere dair psikanalitik çalışmalar yapıyor; bastırdıklarıyla, gizli arzularıyla, baskı altında ne yapacağıyla ilgili net bir fikriniz olacak kadar uzun bir hazırlık süreci yaşıyorsunuz. Senaryoda az bir zamanınız var ve kelimelerin gücüne yaslanamazsınız, karakteri çok kısa sürede seyirciye en derinlikli biçimde tanımlayabilmek için, sinema tarihini de bilecek ve yapılmış örnekleri eleyecek kadar yaratıcı olmanız gerekiyor. Tek bir karede, diyaloga hiç yaslanmadan, bir karakteri inandırıcı bir şekilde eyleme sokabilmek ve tanımlayabilmek, işte bu sinemanın zorlayıcı gücü.

 

Romandaki iki kadın karakter birbiriyle taban tabana zıt olsalar da ortak bir geçmişi paylaşıyorlar. Bu tek bir kadının iki yönü de olabilirdi, bu iki kadın özelinde tüm kadınlara da yansıtılabilir… Böyle düşününce roman kadının toplumla, toplumun kadınla yüzleşmesi olarak da okunabilir. Siz bu niyetle mi kurdunuz peki bu çatıyı?

Yazdığım her eserin bir çeşit otopsisini çıkardığımda karşılaştığım şu oldu: En geniş anlamıyla isyan ve özgürlük. Bu isyan da çoğunlukla dişil olandan geliyor, illa “kadın” dememiz gerekmiyor.  Tüm sistem eril bir biçimde kurulduğu için, nefes alamayan dişilin tek yolu isyan etmek. Bu romanda uslu kız olmaktan kurtulup isyan eden kadın karakterlerin serüvenini anlatırken, aslında bu temayı en derinlere gömdüm. “Burası Size Göre Değil” adlı kısa filmde de ev arayan bir kadın ile emlakçının karşılaşmasını izlerken, gözden en uzak noktalara gömdüğüm kavram yine isyan ve özgürlük tutkusuydu. Bu kavramların okur ve izleyici tarafından hemen anlaşılmasını da tercih etmiyorum. Sezgisel deneyimlerle, çağrışımlarla, duyu hafızasıyla seyir keyfi yaşanmasını önemsiyorum.

Kitap hakkında

Karakarga yayınlarından çıkan Fena Şeyler Mutlu Sonlar, Ceyda Aşar’ın ilk romanı olma özelliğini taşıyor. 288 sayfa uzunluğundaki kitabın arka kapak yazısıysa şöyle:

“Güneyde bir sahil kasabası olan Fidanlı, bir hikâye avcısıydı. Bizden beklediği de buydu. Herkesin kötülüğünü ifşa ediyor, gölgeleriyle yüzleştiriyor, çarpıştırıyor, melek yüzlü âdemoğlundan cani mahlukat yaratıyordu. Buradaki herkes kusurluydu, az biraz tuhaftı ve kötülüklerle doluydu.

Tüm hayatımız boyunca bu yolculuğa hazırlanmıştık, zamanın dışındaydık artık. Hafızanın bulanık ve berrak sularındaydık. Hiç acelemiz de yoktu. Bu kasabada, üç gün içinde, tüm ömrümüz boyunca ve bir anda olacaktı her şey. Fena şeyler, çok fena şeyler…”

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 19:08:42