A password will be e-mailed to you.

Arter’deki "Haset Husumet Rezalet" sergisi kapsamındaki söyleşiler devam ediyor. Bu hafta, Merve Ünsal,  Hera Büyüktaşçıyan’la sergideki işleri üzerine söyleşti.

 

Merve Ünsal: Öncelikle ilk kattaki "Kayıp Guguk Kuşu" işinden başlamak istiyorum. Çoğumuzun tanıdığı, nostaljikleşme potansiyeli olan bu objeyi dönüştürme güdüsünden başlayalım.

Hera Büyüktaşçıyan: Bu işle ilgili konuşmadan önce şöyle bir şeyden bahsetmek istiyorum. "Guguklu Kuş"la başlayan seri aslında benim ilk nostaljik değer taşıyan, daha öznel nesnelerle yaptığım bir iş serisiydi. Daha öncesinde farklı yerleştirmeler yapmıştım ancak bu çok kişisel bir süreçti. 2008’de anneannemin vefatından sonra, geride kalan bana ait veya aileye ait arşiv değeri taşıyan objelerle uğraşmaya başladım. Aslında bu dönemde ilk kendime ait ya da ev içi eşyalarla oynamaya başladığım dönemde objelerin benim için ne ifade ettiğini ya da neden bu tarz kurguları oluşturmayı istediğimi sorgulamaya başlamıştım. Objelere baktığınız zaman, çevrenizdeki tüm nesnelerin kendi içerisinde barındırdığı bir bellek var. Yani kendi halinde ya da yalın varlığının ötesinde, bize de atıfta bulunan, günlük hayatımızda bir şeyler gördüğümüz bellek işaretleri içerirler. İlk seriye başladığım zaman guguklu kuş saati, çocukluğumdan beri sürekli gözüme takılan ve her zaman merak ettiğim bir objeydi. En çok merak ettiğim noktası ise, durmuş bir saat olmasının dışında, kapısının her zaman kapalı olmasıydı. Gidip sürekli o kapıyı didiklerdim; içindeki kuş hala orada duruyor mu, ne yapıyor, neden kapısı sürekli kapalı ve neden her saat başı vakti geldiğinde dışarı çıkamıyor diye düşünüyordum. 2008’de bu ilk seriye başladığım zaman, iki farklı objenin ya da iki farklı karakterdeki nesnenin bir araya nasıl geldiğini aramaya başladım. Biraz oyunvari biraz ironik bir yaklaşımı var belki ama yine keşfe dayalı; yani nesneyle sonradan yaratılan bir hikaye var. Bilinçli olarak burada bir kaçış hikayesi yaratmak istiyorum diye düşünüp oluşturulmuş ya da kurgulanmış bir iş değil. Daha sonraki birçok işimde de bu var, biraz rastlantıvari bir oyun diyebilirim aslında.


Merve Ünsal: Benim için buradaki en enteresan olan şey, çocuksu bir meraktan çıktığının hissedilmesi. Ama daha sonra kendi içinde kimliği olan bir hikayesi var; herkesin de farklı şeyler alabileceği bir hikaye. Yani hem ucunu açık bırakıyorsun aynı zamanda çok çok kişisel kişisel bir neden de var.

Hera Büyüktaşçıyan: Aslında burada benim hoşuma giden, domestik objelerin -özellikle de bu sergideki diğer işlerde de bunu fark ettim- benim için çok özel objeler olması. Ev içindeki mekansal kontekstinden sonra ve tamamıyla daha bağımsız bir yere geldiği zaman -Arter gibi-  bir objenin karakterinin ne kadar değiştiğini ve öznel bir şeyin kamusala nasıl dönüştüğünü gördüm. Bir yandan çok öznel bir hikayeden yola çıktı bu iş, ama birçok kişi kendine ait şeyler bulabildi, diğer bazı işlerde de olduğu gibi. Bu serginin genelinde de herkes kendinden bir parça bulabildi diye düşünüyorum.

 

Merve Ünsal: Emanet etme de söz konusu. Çünkü senin de dediğin gibi evinden ve anılarından çıkıp buraya gelen işi, biz izleyici olarak senden bir süreliğine de olsa emanet almış oluyoruz, kendimizden bir şeyler katıyoruz onlara.

Hera Büyüktaşçıyan: Bu yüzden işin yaşam süreci ve zamansallığı da değişmiş oluyor. Yani kendi ev kontekstinde var olduğu zaman farklı bir yaşama şekli vardı bu kuş evinin. Ama Arter’e geldiği zaman konumlandırılma şekli de çok değişti. Mesela burada bu kadar yükseğe asılması onun ulaşılmazlığı ya da o kaçış hikayesinin tekinsizliği le bağlantı karabildi, tam bir kuş evi olabildi burada aslında. Çünkü kuş evleri her zaman yüksekte olur, kuşlar zarar görmesin diye. Burada da öyle bir yaklaşım olduğu için daha farklı bir kurguya doğru kaymaya başladı diyebilirim. Yani yine bir organizmaya dönüşme durumu var. Küçük kapıdan sarkan mendilleri ben ilk olarak bir yılana benzetmiştim ya da "Halı" işinde de farklı bir organizmaya dönüşmüştü. İş kendi kendini dönüştürmeye başlıyor; sadece form dönüşmüyor, kavramlar da kendi içerisinde dönüşmeye başlıyor. O yüzden yepyeni anlamlar oluşabiliyor ve her farklı mekanda bu işi kurguladığımda belki de her mekana göre bu işin anlamı değişecektir.

 

Merve Ünsal: Ve tabi uçamayan bir kuş. Ne kadar yukarıya konan bir kuş evi olsa da senin kuşun hiçbir zaman bir şekilde uçamamış bir kuş.

Hera Büyüktaşçıyan: Aslında o kuşun şu anda orada olup olmadığını bilmiyoruz, hala kapısı kapalı. Orada bariz bir kaçış planı var ya da kaçılmış gibi görünüyor, mendiller baktığınızda bir yön gösteriyor aslında. Kapsı kapalı olduğu için bu soruyu soran vardı bana, bilerek mi kapıyı kapattın yoksa kuş içeride değil mi diye. Böyle bir merak uyandırmıştı. Bu merak da zaten o işin amacı.

 

Merve Ünsal: Bu bir çıkış noktası. Yani senin merakın izleyicinin merakına dönüşüyor. Sen kendi üretim sürecine ayna tutmuş oluyorsun. Ama ben, senin bu hikayeleri tamamen de bilmediğini düşünüyorum. Sen hikayeyi kuruyorsun ama öyle bir hikaye ki farklı sonuçları da olabilir.

Hera Büyüktaşçıyan: Zaten bütün bu hikaye anlatımını kişiden kişiye farklılaştıran da bu. İşleri kurgularken kendimi çoğu zaman bir hikaye anlatıcısı olarak da görüyorum. Burada hikaye anlatıcılığının sayısı artmaya başlıyor, bu da hikayenin çeşitlenmesini sağlıyor; bir mit, efsane gibi kulaktan kulağa… Bu sayede daha uzun ömürlü bir yaşamı oluyor.

 

Merve Ünsal: Bunların hepsi senin kişisel anılarından olduğu için kulaktan kulağa aslında anıların anlatılıyor. Zaten sen hiçbir zaman yazılı ya da kemikleşmiş bir şeyden çıkmıyorsun. Her zaman çok daha kişisel bir tarafı var işlerinin. Buna bağlantılı olarak yerleştirmelerde domestik objeleri kullanmanla ilgili, bu objelerin çok kişisel bir mekandan çıkıp buraya gelmesi sence izleyici ile nasıl bir ilişki yaratıyor ya da bunları görmek izleyicinin beklentilerini etkiliyor mu? 

Hera Büyüktaşçıyan: Bence mekan deneyimi bunu çok fazla etkiliyor. Mesela "Masa"nın ve "Ada" işinin olduğu kata baktığınız zaman, evet, onlar ev içi objeleri. Ama bu sefer bambaşka bir fizikselliğe dönüştüğü için işin kendi formu; yani masalar artık masa değil, kendi işlevinden ve gündelik kullanım alanından çıkarıldığı ve yepyeni bir bedene kavuştuğu için, gündelik hayata dair olma beklentileri ortadan kalkıyor. Artık farklı bir deneyim yaratma işlevi ortaya çıkıyor. Mekan, zaman ve izleyici ile işin kendi varlığı işlevi tetikliyor bence. Benim için o işleri birden bire ev ortamından galeriye taşımak çok değişik bir deneyimdi. Çünkü işleri ilk başta tanıyamadım.

 

Merve Ünsal: Bir de senin atölyen de çok atölyeye benzemiyor, bir evi atölyeye dönüştürüp orada çalıştığın için de mekandan mekana farklılaşmalar daha çok dikkatini çekiyor belki de.

Hera Büyüktaşçıyan: Mesela tatile giderken bavulumda taşıdığım kıyafetler, başka yere gidince farklılaşmış, yabancılaşmışım gibi geliyor, bana her şey farklı gibi geliyor, bu bende var mıydı diyorum. Benim için çok enteresan şeylerden biri de, bu mekan deneyimi yaratılırken işlerin zamansallıkla olan ilişkisi. Mesela beyaz ve temiz duvarlardan oluşan bir mekana giriyor işler ama dış dünya ile iç dünya arasındaki o sınırda görülüyor. Bunu anlamak hem işe hem de izleyiciye bağlı. Masa ve Ada’nın olduğu katta pencereleri bütünüyle bloke etmekten vazgeçtim işi kurarken. Orada pencerelerin dört panjuru var, ikisi kapalı ikisi açık. Onu açık bırakmamın sebebi, eve ait olma hissini devam ettirmeye çalışmak, evinize de böyle bir ışık giriyor pencereden. Bir de dış dünyayla iç dünyayı, yani o izole olmuş, yaratılmış dünyayı birbirine bağlamaktı amacım.

 

Merve Ünsal: Diğer bir işinize bakalım. Bu masaları kullanmadan evvel, çok daha basit bir konstrüksiyon var, havada kalmışlık.

Hera Büyüktaşçıyan: Kuş evinde olan şey burada varmış gibi hissediyorum. Masa burada işlevinden çıkıp bambaşka bir işlevselliğe giriyor. İki ayağı havada, iki ayağı yerde: Gitmekle kalmak arasındaki ara durum. Kuş evindeki gibi, kuş orada mı değil mi bilemiyoruz gibi.

 

Merve Ünsal: Peki "Masa" işinden konuşalım. Anladığım kadarıyla birçok kurgu düşünmüşsün. Buradaki kurgunun temelinde hangi hikaye var?

Hera Büyüktaşçıyan: Aslında bu çok tesadüfi olarak çıktı. Bir de bu sergideki dört işten en acılı ortaya çıkanı buydu. Çok tesadüfi bir şekilde, mekanı evden atölyeye çevirirken, bir şeyleri taşıyıp kaldırıp indirirken, iki farklı masa vardı ve bunları nereye koyacağımı düşünürken, yeniyi eskinin üzerine koydum. Tabi ki tam olarak oturmadı ve bu tekinsiz hal ortaya çıkmaya başladı. Masanın bir tarafı havaya kalktı. Birdenbire bakınca çok davetkar ve aynı zamanda da çok devingen geldi. Kendi başına bir söz söylüyormuş gibi geldi. Masalara baktığım zaman -alttaki eski üstteki yeni bir masa- ikisinin de farklı yerleri var açıkçası. Ama ikisinin birbirinin üzerine tam oturamaması ve birbirini itmesi, "Haset Husumet Rezalet"i düşünürken husumeti anımsattı; iki kutbun birbirini itmesi gibi. Bunu gördüğüm için farklı varyasyonlarıyla oynamaya başladım.

 

Merve Ünsal: Üzerindeki eller de senin ellerin.

Hera Büyüktaşçıyan: Eller benim ellerim ama oluşum süreci çok farklıydı. Bambaşka bir yerden oraya geldim. Uzun bir süredir hayran olduğum bir obje vardı: el şeklinde tokmaklar. Onun el formunda olması yani bedene ait bir parçanın koparılıp soğuk, yaşamayan bir malzemeye aktarılıp dışla içi birbirine bağlayan bir sınır noktasında kullanılması, o geçişi sağlayan bir araç olarak kullanılması bana çok enteresan gelmişti.

 

Merve Ünsal: Objelerin kullanımı, çok durağan olmasına rağmen bir hareket ve ileriye gitme hissiyatı veriyor. Bu hareket halılı işte de çok daha tehditkar bir hal alıyor. Daha durağan ama o hareket potansiyeli hala var. Halını altında biriken her neyse sanki çıkacakmış gibi kötü ve tehlikeli bir his veriyor. Bunu neye bağlıyorsun?

Hera Büyüktaşçıyan: Kavramlar üzerinden gidecek olursak halı işini daha çok hasete benzetiyorum, bir şeyler altta birikiyor ve kaynıyor gibi. Bir şeyin altta birikip kabarmasını form olarak çok severim, form olarak hep ilgimi çekmiştir. Halı üzerinde oynamaya başladığım zaman altımızdaki zeminin kayması gibi gelmişti bana. Burada da halının altına atılmış birçok şey, bizim uğraşmaya değer görmediğimiz, zor durumda kaldığımız olayalar, haset ya da kıskançlıklar biriktiği zaman ve o an uğraşıp çözümlenemediği zaman, toplumsal birçok olayda olduğu gibi, halı altına atılıyor ve zamanla birikip ortaya çıkıyor.

 

Görseller Arter ve sanatçının izniyle kullanılmıştır. Portre, sanatçının Facebook sayfasından alınmıştır.

 

 

HASET, HUSUMET, REZALET / ENVY, ENMITY, EMBARRASSMENT

24 Ocak – 7 Nisan 2013 / 24 January – 7 April 2013

 

 

Hera Büyüktaşçıyan

Terk-i Dünya

2012

Aile arşivlerinden bulunmuş görüntüler, 8 mm film, 1968–69 | Found footage from family archives, 8 mm film, 1968–69

Renkli, sesli | Colour, sound, 51’

Video kareleri | Video stills

 

 

 Hera Büyüktaşçıyan

Arada Bir Yerde | Somewhere in the Middle

2012

Ahşap masalar, ahşap masa ayakları, bronz döküm | Wooden tables, wooden table legs, bronze casting

100 x 100 cm

Foto: Hadiye Cangökçe | Photo: Hadiye Cangökçe

 

Hera Büyüktaşçıyan

Kayıp Guguk Kuşu | The Missing Cuckoo

2008

Guguklu saat, kumaş mendiller | Cuckoo clock, cotton handkerchiefs

Foto: Hadiye Cangökçe | Photo: Hadiye Cangökçe

 

Hera Büyüktaşçıyan

Ada | The Island

2012

15 m2 halı ve ahşap sandalye | 15 m2 carpet and wooden chair

Foto: Hadiye Cangökçe | Photo: Hadiye Cangökçe

 

 


Daha fazla yazı yok
2024-12-22 12:50:50