A password will be e-mailed to you.

Kassandra’nın Gözleri sergisi, görmeyi reddettiğimize işaret ediyor.

Baktığımızda gördüğümüz şeyleri ne kadar özümsüyoruz, içselleştiriyoruz, hissediyoruz ya da neyi görüp neyi görmüyoruz? Farklı algılara, sezişlere açık bir dünya karşısında gözlerimiz neleri görmek istiyor neleri reddediyor?

Banu Birecikligil’in The Empire Project’deki “Kassandra’nın Gözleri” başlıklı sergisi mitolojik bir öykü eşliğinde bu soruları doğuruyor kafanızda. Apollon’dan geleceği görme yeteneğini alan ama sonra ilişkiye girmediği için yine Apollon tarafından lanetlenip savaş esiri olan Kassandra. Geleceği görebildiği halde gördüklerini kimseye inandıramayan Kassandra’nın gözleriyle görünmeyene dair yeni/eski okumalar sunuyor Birecikligil.

Christa Wolf’un yıllar önce okuduğu Kassandra adlı romanından çok etkilendiğini söylüyor Banu Birecikligil. Sergide kadın başlığının etrafında dolansa da aslında feminist bir söylemi olmadığını özellikle belirtiyor. Başlıklardan hoşlanmıyor, kişisel ve duygusal bir bağ kurmazsa işlerinin iyi olmayacağına inanıyor.

İlk çalışmalarından başlıyoruz; “İlk temalara aile fotoğraflarımı resmederek başlamıştım, yani akademide yapılan çalışmalarda kendini bulma süreci sonrasında beni gerçekten etkileyen işler, o çalışmalarla başlamıştı. Geçenlerde bir portre yapıyordum, duygusal bir bağ kuramadım, ne olduğunu hatırlamıyorum ama şunu hatırlıyorum, galiba annem ya da teyzemi o portreye dönüştürünce, o duygusal bağ oluşunca resim hakikaten teknik olarak da olmaya başladı, ondan önce vasat bir boya işiydi, olmuyordu bir türlü.

“Kasandra’nın hikâyesi de okuduğum diğer kadın hikâyeleri gibi, kadınlık tarihini kısaca anlatan bir kitaptı, tabii insanın yol boyunca etkilendiği şeyler oluyor, taa lisedeyken bir arkadaşımın, “kadın ressam olur mu ki?” demesi, böyle şeyler insanı tabii ki etkiliyor ve kızdırıyor.  Ailede ya da toplumun şu an bulunduğum kısmında kadın sorunuyla karşılaşmasam da çok dipten gelen bir şey bu.

“Çok yoldan çıkmış bir tarih aslında, hastalıklı olduğunu düşünüyorum, her üç büyük din de ataerkil. Çok hastalıklı bir şey değil mi? Var oluş diyalektik bir şeydir, tek ikiye bölünür, karanlık aydınlığa, dişi erkeğe, her şey çifttir, o yüzden insanlığın bir oluşumun, gelişimin içinde olduğunu düşünüyorum, böyle bir umudum var. İyiye doğru gideceğini düşünüyorum aslında… Ama çalışırken ben bunları yaşadığım, duyumsadığım kadarıyla oluşturuyorum, o duygusal bağ açısından işlerimde politik bir yaklaşımım olmadı hiç. Öyle çalıştığım dönemler de oldu ama o duygusal bağı kurmam gerekiyor işlerimde.”

“Kassandra’nın Gözleri” başlığını seçmesindeki ana etkenlere gelince, “Ben her şeyden önce ‘dünya gördüğümüzden ibarettir’ gibi katı mantıksal bir dünya görüşünü sevmiyorum. Çok sıkıcı da buluyorum ayrıca. Bir sanatçı ya da bilim insanı da olsanız, biliyoruz ki gözlerimiz başka bir yaratığın gözlerinden bile farklı görüyor, kim bilir belki de başka duyularımız, sezilerimiz, algılama yollarımız vardır, evrende bilmediklerimiz ne kadar büyük. Sanki serginin ana hissi biraz da bu aslında, gözlerle neyi görüyoruz, neyi göremiyoruz? Gördüğümüzün yanılsama olduğu teorisine de katılmıyorum, hayır gördüğümüz gerçek ama çok daha fazlası var. O açıdan gözler ve inanılan sınırların yetersizliği ve belki oradan yine kadınsılık; her insanın içinde kadın ve erkek var, o anlamda kadınsılıktan bahsetmeyi tercih ederim, sezilerle, içgüdülerle; kaybettiğimiz ilkel içgüdülerle belki çok daha fazlasını görebiliriz ve bunu unuttuk. Kassandra figürü böyle oluştu.”

Banu Birecikligil’in resimleri izleyeni sırlı bir masal dünyasının içine çekiyor. Çok açık ifadeyi sevmemesinin bir yansıması aslında. Almanya’da geçen çocukluk yılları, ormanda yaptığı gezintiler, mitolojik öyküler hepsi resminin anahtarlarını oluşturuyor. “ O yolculuk içerisinde, o masalımsı, göndermeli yola girdiğimi ben de yaparken fark ettim, hiçbir resmi yaparken bir maksatla yola çıkmadım.  Eskizin sonrası çok değişebiliyor. Tuhaf bir şey, resim benim için hayali bir şeyi cisimlendirmeye çalışmak. Maddi varlığımızın bir ifadesi. Resimde görülen imgeler maddeleşmiş hâli ama algımız çok uçucu olduğu için onu bir maddeye geçirmek tuhaf bir şey aslında. O yüzden onun çok açık, net bir dille söylenebilmesi zor geliyor bana. Bir şeyi kelimelerle, yazıyla ifade etmek de çok belirgin bir şey, resim izleyicinin kendi tecrübesine göre anlamlandırılıyor, çünkü tek gerçek yok, ben öyle ‘şu şudur’ demeyi sevmem.”

Sergideki diğer işlere de kısaca değinirsek “Kırık Bebekler Madonnası”, bir hayal kırıklığı resmi aslında, kırık figürler, kırık bebekler,  katman katman işler, mevzuların tekrarlanışı. Hayat öyle bir şey çünkü…

Portrelerden bir ikisi kendi portresi olsa da bütün kadın betimlemelerini bir portre çalışması olarak görmüyor, daha ziyade kendisinin yansıması, fikri, ideası ya da olasılığı.

“Evreni dinleyen” kulak figürlerine gelince, “Dinleyince ne duyuyorum bilmiyorum ama biraz da sınırladığımızla ilgili, bazen insanlara bakıyorum, ne kadar tuhaf bir kulağımız var, güzel bir organ değil aslında ama biz çok alışığız. Burun böyle bir çıkıntı. Çocukken bir plağım vardı, iki çocuk başka bir gezegene gidiyor, bu çocukları çok çirkin buluyorlar, o anlamda bazen yabancılaşıyorum, kulaklarımız kedilerinki gibi tüylü olsa daha güzel olurdu değil mi? Böyle bir yabancılaşma yaşıyorum, maddeleşmiş bir bedenimiz var. İçinde bulunduğu dünyanın ne kadarını algılayabiliyor?”

Bazı resimlerde kolların, ellerin olmamasında bedensel engelden çok varlığımızın engelli oluşuna, yetersiz olma hissine dokunuyor. “Meditasyonlarda engin olma hali vardır ya, aslında çok büzük yaşıyoruz sürekli, hayatımızın birkaç anında onu hissedip, coşkuyu az zamanlarda hissedebiliyoruz maalesef… Yoksa hep böyle bir kutu içinde yaşayıp gidiyoruz.”

Yine o bildik, çok tekrarlanan iletişimsizlik, kalabalıklar içinde yalnız olma halleri. “Toplum çok kalabalık oldu. Yabancılaşma, yalnızlaşma, yalnız olma ihtiyacı, beraber olma ihtiyacı… İletişimimiz çok kalabalık artık, sabah facebook, akşam facebook, insanın yalnız olma ihtiyacı da artıyor aslında, geçen gün elektrikler kesilince ne yapacağımı şaşırdım, şöyle bir gökyüzünü seyretmek ne kadar iyi geldi, o boşluğu hissetmek…”

O boşlukta görünenler de bir sonraki serginin masalını oluşturur belki. Bakmak ve görmekle şekilleniyor dünyamız, sonuçta.

 

Kassandra’nın Gözleri

Banu Birecikligil

20 Mart- 25 Nisan 2015

 

theempireproject.com

Daha fazla yazı yok
2024-11-27 19:57:35