A password will be e-mailed to you.

Gülçin Aksoy’un ‘Koro’sundaki işlerinden bazıları önceden gördüğüm çalışmalar. Bu sergi aynı zamanda bir Türk Musikisi anlatısı gibi, yani Türk Müziği vurgumun nedeni dönüp dolaşıp ulus devlet kurgulamasından söz etmek zorunda kalışımız. Bu beni her zaman tökezleten şimdilerde ise yoran bir durum olmuştur. Untitled (İsimsiz) 2013 çalışmanızda gösterdiğiniz gibi ileri geri yapacağım.

Tökezlemeye dönelim, çocukluğunda bütün dini ve milli bayram önemli gün ve haftalar kutlamalarında bulunmaktan pek hoşlanmadığı için riskli yollarda dolaşmış birisi olarak o korolarda resmi geçitlerde yerini bulamayan benin, dolaylı olarak dayatılana direnişi… ‘dolaylı’ diyorum çünkü benim nedenlerim daha çok coğrafyanın koşulları ile ilgili olurdu, mesela, karda kışta neden resmi geçit yaparken donmayı göze almalıydım ki. O kurguya karşı benim kurgum olmalıydı, elektrikler gitmişti, dedem ölmüştü ya da ayağımı burkmuştum o halde nasıl yürüseydim… Bir ulus inşa ederken coğrafik koşulları göz ardı etmeleri beni adeta bir direnişçiye dönüştürmüştü. Ama nasıl diyeyim, bu bir direnme biçimi olarak göz önüne alınabilir mi? Bilemiyorum, aşırı kişisel ve kendiliğinden gelişen bir takım kaçış yolları… Bunu şunun için anlatıyorum, her zaman bir çeşit formatlanmaya maruz kalıyoruz hani sanki o kaçış dediğimiz yolları da o formatlar belirliyor. O kadar da kişisel ve bilinçli olamıyor demek istiyorum.

Gülçin Aksoy: Bir saatten sonra yıllar yıllar önce yaşanılan akılda yer etmiş görüntülerle daha çok hasbıhal ediliyor sanırım. Siyah beyaz anların aklıma neden yazıldığını bilmiyorum. O akşamları neden tamamen siyah beyaz hatırladığımı da.. Siyah beyaz koroları seyrederken yaşamında siyah beyaz olduğunu zannetmem, hatta halen öyle olduğunu düşünmem o yılların karanlığına ya da çaresizliğine mi bağlanıyor onu da bilmiyorum. Haydi öyle olsun diyelim. Öğrencilik yıllarının bir bölümünü korolarda kimi söyleyerek, kimi çalarak geçirirken çok da kötü hissetmediğimi, hatta bana iyi geldiğini hatırlıyorum. Yine de siyah beyaz , kadınların önde, erkeklerin arkada sıralandığı koroları seyrederken hissiyatımın iyi olmadığını biliyorum. Türk müziğini seven biri olarak bu koroları arka sıralarda dizilen ön kısmı gözetleyen sinsi adam koroları olarak görmüşüm ki yıllar sonra erkekler korosu yapmaya kalkıştım. Mesela Gökçe Erhan ile birlikte gerçekleştirdiğimiz ‘Beraber ve Solo Şarkılar performansının bir kısmı erkekler korosundan oluşmaktaydı.

Gülçin Aksoy: Baba veya anne pozisyonunda televizyon seyredip portakal soyuyordum, Gökçe söylüyordu, erkekler korosu kitsch ve renkli bir arka plan önünde ona eşlik ediyordu. Yani korolar sadece söz-ses değillerdi, görüntüler aklımdaydı. Zaten sözlerini yabancı bir dil gibi beynime soktuğum kendiliğinden orada yer alan sesler halindeydiler. Çok seslileri, tek seslileri görüntü olarak pek farklı değillerdi. Fakat bakışlar, duruşlar koronun icraya başladığı saatler önemliydi. Korolar başlayınca izlerken bir sıkıntı basardı. Uyku basardı. İcranın sonuna doğru hızlanan ritimle biraz kendinize gelme imkanı vardı. Yine de o şarkılar, tınılar yıllar sonra farklılaştı ve özelleştiler benim için. Bu sergide çoğu görüntü olmak bakımından koro olan hatta adına koro dediğim görüntüler ve seslerle başbaşasınız.

‘Havuç-tokmak-kadeh korosu’nda bir grup insanı bir arada gösteriyorsunuz. Koroların bir çoğunda olduğu gibi ‘havuç-tokmak-kadeh korosu’nda da söz yok. Dolayısıyla daha çok görsel göndermeler üzerinden okumalar yapabiliyoruz. Bazı çalışmalarınızda izleyici biraz yukarıdan bakarak figürlerle göz göze geliyor, resimlerdeki detaylardan birisi bu, burada merakımı bakma bakılma üzerinden kurmayacağım, bu çalışmalarda daha çok aynı amaç için bir arada olma durumları temel vurgu… Çokluk/teklik karşıtlığı da okunabilir ama tabi bu çokluğun karşıtı teklik ya da tam tersi bir karşıtlık değil bir birlerinin alternatif karşıtları olmasından ziyade ikisinin de işe yaramaz olduğu durumların ayırdına varmak gibi.

Gülçin Aksoy: Sözünü ettiğin korolarda aynı insan gurubu farklı açılardan izleniyor, onlar da aynı şeyi izleyici için yapıyor. Bir karede yukarıdan aşağıya, bir karede aşağıdan yukarıya bakıyorlar. Konuya bakışlardan girdim fakat asıl mesele açılarda. Beylik laf: Bakış açısında. Ellerindeki aletlere göre duruşun veya bakışın içeriği belirleniyor. Havuç ve tokmak tutanlar tipik iyi polis kötü polis stratejisinin komik versiyonları. Kadeh kaldırıp yukarıdan size bakanlar ise pek acınası hikayenin sıradan korosu . Her yerde her zaman gözlenen insanlık halleri.

Tökezlemeye dönelim… 

Gülçin Aksoy: Seyir korosu, sanatçılar korosu, ağaç korosu, havuç-tokmak-kadeh korosu, ağlama korosu, koroların korosu, koro şefleri korosu, kendi kendinin korosu, koristler korosu, korosal faaliyetler, korosu kadar konuşanlar, korosu olup derdi olanlar, korolara gelenler, koro tatlı koro- ballı koro, karlı koro, korodan koroya, korosuzlar… Korolar alemi…

Bu koroların hepsi tökezliyor. Yaşadığım izlediğim tüm korolar gibi. Tökezlemek hamurlarında var. Birlikte güzel veya planlı sesler çıkarmak koroların kaderidir. Benim dert edindiğim koroların da hepsi doğru düzgün ses çıkarmak derdindeydiler. Fakat mesele koro inşa etmek olunca, korolaştırmak olunca veya bu iş benim yolumdan geçiyorsa, ortaya çıkan ses hiç de iç açıcı olmuyor. Korolardan geriye kalan sesleri kullanıyor gibiyim. Yani onların göstermek istemediğini, içeriği gereği gösteremeyeceğini. Aslında gösterdiğim veya oluşturduğum koroların hepsi sesli korolar, hem de hiç olmadıkları kadar çok sesli korolar.

Çok sesli koroların kanun hükmünde olduğu zamanların çok sesli koroları belki de.

Ulusal müziğin inşasında, tüm diğer alanlarda olduğu gibi yeni bir müzik arayışı çok seslilikten geçmektedir. Halk müziğinden devşirilen çok sesli müzik gereklidir ve böyle uygulanır. O gün bugündür çok seslilik tek seslilik tartışması devam eder. Öte yandan ‘koro’ diye adlandırdığım bütün bu bir araya geliş veya ayrılışların sesleri, sözleri, duruşları bu tartışmanın dışındadır.

Daha çok insanlık halleri, siyah beyaz zamanlara dokundursa da bugünün bir araya geliş ve ayrılış modelleri ile alakalıdır. Benim için koro bir yaşam biçiminin hatta bir misyonun metaforudur. Derken müziğin ötesinde yaşamsal bir form halini alır. O yüzden paragraf boyunca sözünü ettiğim çok seslilik karmaşasında böyle laflar edebilme cüretini buluyorum sanırım…

Çalışmalarınızın birinde Kızınız Zeynep’in çocukluğuna ait çoğaltılmış görüntüsüyle karşılaşıyoruz, elinde, üzerinde Koro yazan bir alış veriş torbası var. Konuşmalarımızın birinde ‘sisteme kazandırılmış bir müşteri gibi’ sunduğunuzu söylemiştiniz. Bizim gençliğimizde yarı şaka yarı ciddi ‘bu kirli dünyaya bir çocuk daha getirmek istemiyorum’ mottosu çok yaygındı. Yani aslında o sözle kastedilen sizin de sistem dediğiniz şeyin varlığına kafa tutan bir söylemdi.

Gülçin Aksoy: Dünyaya müşteri korosuna katılmaya aday olarak gelmek var. Hatta çoğalarak koroya katkıda bulunmak da..

Burada da yine azlık çokluk meselesi var, bazıları azalmanın bazıları da çoğalmanın sistemi delecek ya da devamlılığını sağlayacak bir şey olduğunu öngörmesi, sanırım ‘en az üç çocuk yapın’ talebi de bu kaynaktan çıkmış olmalı. Burada bir tek ulus devlet olmakla ilgili değil insan türünün dünya üzerinde devamlılığını sağlamakla ilgili telkinler olduğunu görebiliyoruz. En nihayetinde bu devamlılık ilkesinin yereldeki aksiyle biz ‘vatana millete hayırlı bir evlat olmak’ gibi oldukça zor bir görevle karşılaşıyoruz. Zor diyorum çünkü Türkiye gibi ülkelerde kişiden, hayırlı bir evlat iyi bir vatandaş olması beklenilir ama bu görevleri yerine getirebilmeniz için asgari koşullar bile sağlanmaz.

Gülçin Aksoy: Tüketimin körüklendiği zamanlarda da olsak, daralan akıl fikirler, sayesinde her zaman asgarileştirilmiş bir coğrafyada yaşadığımı düşünmüşümdür. Zeminin kaydığı, diagonal bir coğrafya. Sıkışıklıktan ferahlığa uzun bir yol var. Buralardan bakınca her şeyi korolaştırmak, korolaştıktan sonra da o koroyu yerle bir etmek mümkün olabiliyor ya da bana öyle geliyor. ‘Bir ve çok olmak’, ‘çokluğun birliği’ gibi sözlerin pek ürkütücü olduğunu düşünüyorum. Evet çokluk birlik gücün simgesidir. Tüm iktidarlar, tüm koro şeflerinin ortak sözüdür ki bu ‘Koro Şefleri Korosu’na ilham vermiştir. (Sergideki korolardan biri). Elbette şefsiz olamayan korolar direniş koroları da mümkün. Yani niyete bağlı bir araya gelişler mümkün. Her durumda koronun kullanışlı bir enstrüman olduğu söylenebilir.

Şu an internet üzerinden işleyen müthiş etkili, sarsıcı korolar var. Bir araya gelmenin ihtişamına, kurgunun şaheserliğine hayran olmamak, birlik, düzen duygusunu paylaşmamak mümkün değil. Tek başına yapılan kayıttan kurgu ile bir araya gelen devasa internet korosuna varış. Gerçekte olmayan bir koronun internet üzerinde var olması. Kişi kendi koro deneyimini bile ekranda görerek yaşıyor . Hayran olunası korolar. Yalnız ve bir arada korolar. Koro şeflerinin görünmediği, şeflerin ara yüzler olduğu korolar bunlar.

Böyle hayran olunacak korolar yapmak isterdim ama yapamam. En azından o minvalde yapamam.

Niyet önemli demek önemli bir şeydi şimdilerde onun da önemi sarsılıyor. Niyet, daha çok iki kişi arasında dolayıma girebiliyor. İktidarın alanlarını yeniden üretmeyen jestlerin tam olarak neler olduğunu belirlemek kolay bir iş değil. Her alan iktidar ve izleyiciyle karmaşık ilişkisini de beraberinde getiriyor. İnternet de bu alanlardan birisi. Online işleyen, katılımcılara açık bir mecra olması bakımından radikal karşılaşmalara yol açıyor. Travmatik coğrafyalarda, olağan dışı siyasal koşullar altında, muğlak jestlerin, zor anlaşılır olmanın, iktidarın alanından kendine yol açmak gibi işlevli olabileceğini de görüyoruz.

Yukarıda söz ettiğim koşulsuzluklar içerisinde gönüllülerin çıkması ilgi çekici. ‘Koro Şefleri Korosu’ isimli çalışmanız çıkış noktası da bunu apaçık gösteriyor. Bu göstergeler ‘Kirpiksizler Korosu’nda da var. Çalışmalarınızda bir kurumun siparişi veya gönüllü üretimin kitsch ürünleri ile karşılaşıyoruz. Bir çok kişi için bakması dayanılmaz olan bu ürünler benim için oldukça matrak, bir takım liderlerin, önemli kişilerin karikatürize edilmiş temsilleri, hani bilinçli bir sanat üretiminin sonuçları olsa başka türlü okumalara tabi tutulacak bu ürünler bir süredir sık sık karşılaştığımız belediye estetiği. Bir önceki serginizde de vurguladığınız birlik/çokluk meselesi mesela yine yukarıda bahsettiğim matrak duruma referans olabilir. Dünyayı algılama biçimleriyle ilgi kurulabilir. Perspektifin icadı soyutlama bilgisi ‘Doğulu’ ‘Batılı’ estetik referansları ve saire… Tarihsel mitler -muazzam-ihtişamlı-gösterişli- yapılar öyle kanıksanmış ki iktidarın matrak görüntüsü ile karşılaşmak onu şok ediyor. Sanki diğer tarafında bildiğimiz ve deneyimlediğimiz bir olmuşluk varmış gibi bu olmamışlık durumunun yarattığı kriz. ‘Kirpiksizler Korosu’ bir süredir Samsun’da takip ettiğiniz çalışmanın bir parçası. Burada ideolojinin turistik kurgularıyla karşılaşıyoruz. ‘Kirpiksizler Korosu’nu Dark Turizm üzerinden değerlendirmek mümkün. Kamusal alanların Türkiye tarihi için önemli olduğu kabul edilen tarihsel bir olayın kurgusuyla dekore edilmesi. Bu Turistik Yeniden Üretim Çağında Türkiye’de kenti organize eden aklın Dark Tourism’e yatkın olduğunu söyleyebiliyorum.

Kirpiksizler Korosu

Hüzünden zevk almak üzere eğitilen insanlar için bu görüntüler çok kullanışlılar. Neredeyse gülen bir yüz görmemek, bütün o şiddet sahneleri, bu sahnelere eklenen kahramanlık öyküleri 360 derece panoramik müzelerin kullanışlı anlatım yöntemleri. 16 dakikalık animasyona maruz kalan küçük bir kız çocuğunun ağlayarak oradan kaçmak istediğini ifade etmesinin şahaneliği. Ebeveynlerinin ise alışırsın yavrum cinsinden bakışları. Tüm bunlar dark turizmin yan etkileri ve asgarileştirmeye layık gördüğümüz coğrafyamızın talihsizliği.

Öte yandan niyetin tek sesli olduğu bu kullanışlı yöntemlerin ortaya koyduğu ‘sahte’ anlatımların kendini tekrar ede ede olmayanları var ettiği tuhaf kültürün varlığını kabul etmek gerekiyor ki sanırım bunu yapıyorum. Hatta niyetimi doğrultarak, çok çok iyi bir niyetle buradan doğacak sahte kültüründen medet umma yoluna gidiyorum. 

Bu arada ‘Turistik Yeniden Üretim Çağı bu işe yeni bir başlık oluşturacak kadar denk geliyor konuya.

Gülçin Aksoy, Yaka-Cep-Ceket

“Yaka-Cep-Ceket” isimli çalışmada Atatürk’ün Gazi Müzesi’nde sergilenen ceketini ve o ceketin formatının ezberletildiği Kız Eğitim enstitülerinde yapılan modelleri görüyoruz. Birer görsel belge olan bu dokümanların bize söylediği, tek partili dönemin merkezden çepere yayılma politikasının, günümüzdeki tek adam iktidarı kurgusunda oldukça kullanışlı bir model olduğu. Buradan ‘Sanatçılar Korosu’ isimli işinizle, tekrar, tek ses/çok ses meselesine döndüğümüzde videoda her biri farklı hikaye anlatan sanatçıların görüntülerini tek ekranda görüyor, konuşmalarını eş zamanlı duyuyoruz ve bu eş zamanlı konuşma halinin yarattığı rabarba etkisi ile karşılaşıyoruz. Diğer yandan tek sesli olanın da anlaşılmaz olabileceğini, içinde olduğumuz güncel siyasette görebiliyoruz hem de tek ses olacağım diye diğer sesleri görmezden gelme, yok sayma çeşitli yollarla reddetmelerle karşılaşıyoruz. Üstelik her şey gözümüzün önünde olup bitiyor.

Yaka ve ceplerle karşılaşmam gerçekten tuhaftı. Yıllardır yanı başımda durmaktalarmış. Ceketler ise her zaman müzelerde sergilenmekteydiler. Aralarındaki bağlantıyı insan vücudunu örtmeye dair belirlenmiş formlarla yan yana görmenin tuhaf heyecanına kapıldığımı itiraf etmeliyim. Daha sonrasında özellikle bedenin üst kısmına dair formata, cekete indirgemek. Sonrasında ise lider veya politikacı kimliğine kadar ilerletmek mevzuyu. Bir de müzelemek. Topunun aralarındaki bağın özellikle kadının formatlanmasından geçmesi iç sıkıntımı artırırken, yıllar öncesinden tekrar bugünün seyirlik ekranlarına bağlanmaya kadar varıyor mesele. Kimi ellerinle farkında olmadan inşa ediyorsun o formları. 

Evet her şey gözümüzün önünde gerçekleşiyor. Göz formatlanınca sorun çıkmıyor. Yaka ve cepler böyle dikile!

Gözümüzün önünde olanları görmemeyi tercih etmek de var. Görmemezlik siyaseti denilebilir. Bu söz üzerine düşününce sergideki korolardan birinin görmemezlik siyasetine konu olabileceğini söyleyebilirim. Yurttan ve cihandan sesler korosu(ağlama korosu), en insani görünen ağlamayı bile teğet geçebiliyor.

‘Ağlama Korosu’ performansını ilk olarak Enerji Müzesi’nde izlemiştim Ha Za Vu Zu’nun ‘Ağlama’ performansı ile sizin o sıralar Betül Bolat, Şebnem Oğuz, Giorgos Kevrekidis, Kadir Çelik ile birlikte çalıştığınız ‘Ağlama Korosu’ performansının birbiriyle kurduğu ilişkiyi izlemek etkileyiciydi. ‘Ağlama Korosu’ izleyici konumundayken Ha Za Vu Zu’nun performansına karışması…Ortak temalar üzerinden kendiliğinden kurulan çapraz geçişlilikleri göstermesi dolayısıyla da değerlendirilebilir. Yukarıya dönelim, ‘Zeminin kaydığı, diyagonal bir coğrafyadan bahsettiniz, bu tanımlamanızın ‘Seyir Korosu’ ile ilişkisinden bahsetmiştiniz. Benzer iki fotoğrafın yan yana konulmasıyla simetrikleştirilmiş bu resimde bir grup insan boğaz manzarası izliyor. Ben de katlanmış açılmış izlenimi veren resmin ortasından geçen aynı zamanda hem köşe hem kırılma algısı yaratan yeri izliyorum.

Katlanamamış iki fotoğraftan, farklı açılı iki ayrı fotoğraftan oluşuyor seyir korosu. Seyir i seviyoruz. Hele de denizi seyretmeyi..Sergi bu seyir ile başlıyor. Seyredenleri seyrediyoruz. Seyrendenleri seyredenleri seyrediyoruz vs ..

 

*Bu söyleşi Ayfer Karabıyık ve Gülçin Aksoy tarafından Galata Rum Okulu‘nda gerçekleşmekte olan ve 30 Eylül’e dek sürecek ‘Koro’ sergisi için yapılmıştır.

Kaynaklar

Turistik Yeniden Üretim Çağı: Boris Groys, ‘Sanatın Gücü’, syf, 123.

Çaprazgeçişlilikler: Nato Thompson, ‘21. Yüzyıl’da Sanat ve Aktivizm’, syf, 128.

İzleyici: Jacques Ranciere, ‘Özgürleşen Seyirci’

İzleyici Nato Thompson, ‘21. Yüzyıl’da Sanat ve Aktivizm’, syf, 135.

 

İLGİLİ HABERLER

Daha fazla yazı yok
2024-11-22 02:30:58