A password will be e-mailed to you.

F. Scott Fitzgerald’ın ünlü klasiği “Muhteşem Gatsby”, Robert Redford ve Mia Farrow’lu bir önceki sinema uyarlamasından neredeyse 40 yıl sonra, yönetmen Baz Luhrmann’ın ellerinde yeniden sinemalarda!

Baz Luhrmann’ın “Romeo + Juliet”ini çok severim. Luhrmann bu filmle, bir tiyatro oyununu sinemaya uyarlarken “yönetmen dokunuşu” denen şeyin tam manasıyla ne demek olduğunu başarıyla sunar biz izleyicilere. Shakespeare’in o tarifi zor müthiş kelimelerini, şiirlerini alır ve o büyülü sözleri aynı etkileyicilikle perdede görselleştirmeyi başarır. İşte, önceden yazılmış klasik bir metni sinemalaştırmak konusunda böylesine etkili bir iş ortaya çıkarmış bir yönetmenin, bu kez bir Amerikan klasiği olan Fitzgerald’ın “Muhteşem Gatsby”sini perdeye aktaracağının haberini aldığımda, yönetmenin bir önceki işi (ya da felaketi) “Avustralya”yı hemen unutmaya razı olmuş ve çok sevinmiştim. Fakat görünen o ki, sanırım sevinmek için biraz erken davranmışım. Luhrmann, “Muhteşem Gatsby”de, sırtını sadece kaynak aldığı metne yaslayan, fazlaca süslenmiş bir uyarlama ortaya çıkarıyor ve sanki 17 yıl önce o muazzam Shakespeare uyarlamasını bir başkası çekmiş dedirtiyor.

Luhrmann’ın “Gatsby”sinin neden “olmadığı” sorusunun cevabını belki de en başta, yönetmenin bu filmi çekme motivasyonunda aramak gerekebilir. Luhrmann’ın gerek “Romeo + Juliet”, gerek “Moulin Rouge”da gördüğümüz kadarıyla eğlence ve parti kültürüne özel bir düşkünlüğü var. İnsanların umarsızca eğlendiği, gecelerin gündüzlere karıştığı her türlü renkli partinin, Luhrmann sineması için büyük bir kaynak oluşturduğu açıkça ortada. Bu bakımdan 1920’lerin “Caz Çağı” olarak adlandırılan dönemini merkeze alan hikayesi ile “Muhteşem Gatsby”, ilk bakışta tam da Luhrmann’ın ilgisini çekebilecek bir fona sahip. Fakat gelin görün ki, asıl sorun da tam burada yatıyor! Çünkü, sadece bir romanın size sunduğu zengin bir arka planın cazibesine kapılarak o romandan bir film çıkarmaya çalışmak, her zaman için iyi sonuç veren bir girişim olmayabiliyor maalesef. Bu yeni “Gatsby” filminin de en temel sorunu; bence Luhrmann’ın 20’lerin renkli atmosferine biraz fazlaca kendini kaptırarak Fitzgerald’ın özünü ıskalamış olması. Tamam, ışıltılı partiler, renkli kostümler ve müthiş set dekorasyonu perdede çok iyi duruyor. Ama sadece bu dokuya aşık olarak perdeye bir sinema filmi koymak ve eldeki metni görsel olarak anlatmak adına ne yapılabilire hiç kafa yormamak, kısaca sadece baştan savmacılık ve tembellik olarak adlandırılabilir.

Luhrmann’ın önceki filmlerinde de birlikte çalıştığı senarist Craig Pearce ile ortaklaşa yazdığı “Gatsby”nin senaryosu da yönetmenin biçime fazlaca kendini kaptıran bu eğiliminden payına düşeni almış gözüküyor. Öyle ki ne Luhrmann ne de Pearce, Fitzgerald’ın kelimelerini, nasıl görsel hale getirebiliriz sorusuna hiç kafa yormadan, Nick Carraway (Tobey Maguire) karakterini bol bol konuşturarak meseleyi hızlıca çözmeyi denemişler. Carraway’in dış ses olarak hikayeye bu denli fazlaca dahil olarak gevezelik ediyor oluşu, üzülerek söylüyorum ki belli bir noktadan sonra oldukça rahatsız edici bir hal alıyor. Özellikle filmin sonuna doğru, neredeyse artık sinemanın temeli olan “gösterme” prensibini çöpe atarak “konuşmayı” ve hatta kendilerini tutamayıp Carraway’in (anlatıcının) kelimelerini ekrana yazmayı tercih edecek kadar ileri gidiyor Pearce ve Luhrmann. Bu da gerçekten, ikilinin, senaryo anlamında iyi bir uyarlamayı nasıl yapıyorduk sorusuna yanıt olarak, 17 yıl önce kendi yazdıkları işi yeniden izlemeleri ve bazı temel formülleri hatırlamaları gerektiğini düşündürüyor biz izleyenlere.

Bu kadar eksiğinin yanında filmi kurtaran en önemli unsur ise neredeyse tüm kadronun eksiksiz bir iş çıkardığı oyuncu performasları. DiCaprio, perdede bizi Gatsby olduğuna inandıran tüm karizmasıyla dururken, Carey Mulligan ise Daisy’yi tüm gelgitleri ile kavramış olarak arz-ı endam ederek son yıllardaki harika performanslar galerisine bir yenisini eklemeyi başarıyor. Yardımcı oyuncu kadrosunun en zayıf ismi ise aynı zamanda hikayeyi de anlatan Carraway karakteri ile Tobey Maguire. İnsan ister istemez burada, Maguire’ın Carraway rolünü Luhrmann’dan, “DiCaprio’nun gerçek hayattaki sıkı dostu” kontenjanı sayesinde aldığını düşünmeden edemiyor.

Sonuç olarak Luhrmann’ın “Gatsby”si, evet aralarında Jack White, Jay-Z, Lana Del Rey ve daha pek çok ünlü ismin de yer aldığı muhteşem bir soundtrack çalışmasına, müthiş bir set ve kostüm tasarımına ve sıkı oyunculuklara sahip bir film. Ama kesinlikle bundan daha fazlası değil! Tüm bu özellikler benim için “Gatsby”i “Muhteşem” yapmaya yeter diyorsanız bir göz atın derim. Ben, yine de Luhrmann’ın ilk dönem işlerini tekrar tekrar izlemeyi tercih ederim.

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 15:37:24