A password will be e-mailed to you.

Emre Zeytinoğlu, Galeri/MİZ’de açtığı Aydınlanma adlı sergisinde, British Museum’daki Aydınlanma galerisi üzerinden Doğu’dan alınanların Batı’da nasıl değerlendirildiğine bakıyor.  

 

Hülya Küpçüoğlu: Aydınlanma dönemi 17. yüzyıldan itibaren, bilgiye yönelik bir birikim ortaya koyuyordu. Bu sergiyle birlikte Aydınlanma dönemini gündeme getirmenizin sebebi nedir?

Emre Zeytinoğlu: Bu sergi British Museum’daki Aydınlanma galerisinin mantık olarak kopyası. Burada Aydınlanma’nın sadece bilgi tarafını ele aldım ve o müzeyi kopya ettim. Çünkü orada da o şekilde yaklaşılmış Aydınlanma’ya. Oraya ilk gittiğim zaman, bir an her Türk vatandaşının duyduğu hisleri duydum. "Bizim buralardan çalmışlar" ya da Mısır’dan, Yunanistan’dan götürmüşler İngiltere’ye. Ancak hemen şunu söyleyeyim ki ben bu "çalma" fikrine katılmıyorum.

 

Hülya Küpçüoğlu: Neden katılmıyorsunuz?

Emre Zeytinoğlu: 16. ya da 17. yüzyılda adamlar buraya geliyor ve bazı tarihsel nesneleri alıp götürüyorlar. Fakat o zamanlar arkeoloji diye bir bilim dalı yok ki! Hazinecilik var. Arkeoloji ya da tarih ahlakı diye bir şey de yok. Hazine için geliyor, yetkililerle görüşüyor. Örneğin en büyük hırsız kimdir? Schliemann. 19. yüzyılda Truva’yı yağma etmiştir. Ama adam ben arkeolojik bir bilgi peşindeyim diye gelmiyor ki! Geliyor ve devlete, yarısı senin yarısı benim diyor. Hırsızlığı şu olabilir, %50 yerine % 30 verir, saklar bir şekilde hazineyi. İlk defa Brisitsh Museum’a gittiğinde "buralardan çalınmış" hissine kapılıyorsun. Fakat asıl etkileyici tarafı, oraya giden küçücük bir parçanın üzerine bile, muazzam bilgiler yüklenmesi, ciltlerce kitap yazılması. O kitaplar da orada sergileniyor. Eskiden bir parçayı satın almak isteyen koleksiyoner, o parçanın tarihsel değerini soruyordu. Bunun yanıtı için de o parça üzerine araştırmalar yapılıyor, eski arşivler taranıyor, çizimler yapılıyor ve böylece dünyayı tanıma meselesi başlıyor. İşte British Museum, Aydınlanma’nın bu tarafını önemli bulmuş ve o mantıkta sergisini yapmış.

 

Hülya Küpçüoğlu: Peki siz ne ifade etmek istiyorsunuz serginizde?

Emre Zeytinoğlu: Şu basitlik içine düşmek istemiyorum: Elinizdeki malları koruyun! Bu değil benim söylediğim. Benim söylediğim, bir kültür nesne üzerine bilgi edinmek, aslında nesneden etkilenmeyle doğar. Kültür sonradan kendi nesnelerini ortaya koyabilir. Ama bir kültürün oluşması için nesneler dünyasına ihtiyacı var. Aslında benim sergim bir kültür oluşturma yöntemi önermiyor. Hiçbir şey önermiyor.


Hülya Küpçüoğlu: Az önce "kültürü yaratmak için nesneler dünyasına ihtiyaç var" dediniz. Biz, bu sözlerinizin neresindeyiz?

Emre Zeytinoğlu: Sergiye gelen herkes şaşırdı: "Demek ki nesnelere karşı böyle bir bakış açısı da mevcutmuş…". İşte işin orasındayız. Burada nesnelerle olan ilişkimiz içselliğe bağlı değil. Herşey o andaki durumu kurtarmaya yönelik. Birey, değersiz olan bir şey üzerinden değer üretirse şayet, bir kültür yaratabilir. Ama bugünkü değer faktörü farklı bir şey. Zengin olmak, bina yapmak, iktidar sahibi olmak vs… Ama içinden hangi değeri üretiyorsun? Neyi seviyorsun? Bunlar ortaya çıktığı zaman, bir kültür de ortaya çıkıyor.


Hülya Küpçüoğlu: Sergide kullandığınız taşların değeri nedir?

Emre Zeytinoğlu: Hiçbir değeri yok. Sergide arkeolojik esermiş gibi görünebilir, bir kase dibi de var. Onlardan o bölgede milyonlarca var. Ben onu eşeleyip de almadım ki. Onlara satıh seramiği derler, araziye yayılmıştır ve hiçbir değeri yoktur. 


Hülya Küpçüoğlu: Sizin de söylediğiniz gibi geçmişte, Türkiye’den fazlaca eser yurtdışına çıkarılmış. Son yıllarda Kültür Bakanlığının çalışmalarıyla bu eserler geri getiriyorlar. Serginizin bu bağlamda göndermeleri var mı?

Emre Zeytinoğlu: Hem zamanın kültür bakanlıklarını hem de bu işlerle çok uğraşan gazeteci Özgen Acar’ı da unutmamak lazım. Ancak serginin bu anlamda bir göndermesi hiç yok. Benim yurtdışına çıkartılan eserler hakkında ne bir üzüntüm ne de bir kızgınlığım var. Bu anlamda sergimin hiçbir eleştirel tarafı yok. Benim sadece nesneler üzerine düşüncelerim var. Ve benim belki oradaki en önemli sözüm; eğer bir şey düşünüyorsan bir şey hakkında, sence değerli olanı, kişisel olarak değerli olanı söylemen gerekir.


Hülya Küpçüoğlu: Peki günümüzde bilgi toplamak ya da inşa etmek deyince ne anlamalıyız?

Emre Zeytinoğlu: Burada özel bir ilgi veya meraktan bahsetmiyoruz. İnsanlar bir takım nesneler hakkında bilgi sahibidir zaten. Bunu da hisseder. Heyecanlanırsan nesneler sana ilginç gelir, heyecanlanırsan bir tahayyül dünyasına girersin ve oradaki nesneler senin için değer kazanır. Zaten bir bilginin sonucudur heyecanlanmak. Sonra olaylarla nesneler arasında, kişisel bir ilişki kurmaya başlarsın ve bir değer ortaya çıkartırsın.


Hülya Küpçüoğlu: Konuşmalarımız içerisinde Batı’nın bilgiyi toplaması vardı. Elbette Doğu’nun kaynakları var ama belli bir dönemden sonra açık ara ile Batı’nın bilgiyi toplamış olması bize neyi düşündürmeli?

Emre Zeytinoğlu: Dünyayı tanıma isteği, Batıyı her zaman galip durumda tutuyor. Karşımıza bir sürü olay çıkıyor ve biz o olaylarla ilgili hiçbir yorum yapamıyoruz. Mesela Ermeniler ile olan durumu ele alalım: Ermeniler diyor ki "soykırım olmuştur". Türkler de "olmamıştır" diyor. Ermeniler arşivlerini açıyor ve tüm belgelerini ortaya koyuyor. Her şeyi yazmışlar. Her şey metne dönüştürülmüş ve metinler diğerleriyle ilişkilendirilmiş. Yurtdışındaki olaylarla örtüştürülmüş. Sonuçlar çıkartılmış. O zaman sen de arşivini açıyorsun, bir bakıyorsun ki ortada hiçbir şey yok. Yani var ama hiçbiri birbiriyle ilişkilendirilmemiş. İkinci adımda, hangi sonuçlara yol açtı diye o ikinci adımın belgeleri toplanmamış. İki-üç tane komutanın birbirine yazdığı mektup, bir İngiliz’in burada soykırım yoktur diye yazdığı mektup. Bu bilgilere veya bir bilgi dünyasına talip olmama, bilgi oluşturmama, yeni yorumlara yönelmeme, yeni sonuçlara yürümeme meselesi… Sanki iş "aman olmayıversin" gibi bir duruma da geliyor, ama sonra o iş geliyor pratiğe dayanıyor. O zaman da "niye böyle oldu?" diye düşünüyorsun işte…


Hülya Küpçüoğlu: Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Emre Zeytinoğlu: Serginin, Batı neden böyle ya da Batı böyle yapıyorsa siz de yapın gibi bir mesajı yok. Son derece kişisel bir duygu ile açılmış yada kişisel olarak bir değer verme, değeri anlatma işi benim yaptığım sergi. Bu konuştuğumuz türden bazı konulara uzantıları yok. Eğer varsa, bunu insanlar kendileri düşünebilirler. Ama ne Batı’yı eleştirmek veya övmek, ne de Anadolu’yu veya Doğu’yu eleştirmek veya övmek yada bunlardan birinin daha üstün olduğunu söylemek gibi şeyler yok burada.

(Hülya Küpçüoğlu’nun Habertürk gazetesi için yaptığı söyleşinin uzun versiyonudur.)

Daha fazla yazı yok
2024-12-04 08:20:43