Merhaba ben Ayça Ceylan, performans sanatçısıyım. Kendimi çalışıyorum. Belleğimi, anılarımı, çocukluğumu, mutluluğumu, isteklerimi, arzularımı, bunlarım benim gündeliğimde yarattığı hisleri… Ancak burada size ait bir şey olmadığını düşünmeyin. Sizinle bağlantı kurmamı sağlayan üretimlerim sizden bir sürü parça taşıyor. “Nemf” de öyle. Belki yaşantısı sizden çok farklı, ama sizinle ortak bir hafızası var. Karaya çıktığından beri geri dönüş yolunu arıyor. Evinin yolu, şehrin hafızasından arta kalan ama gündeliğinizden çoktan çıkmış bir kayıpla, plajlarla eşleşiyor.
Onun dönüş yolunu bulması belki de sizin belleğinizdeki bir zaman yolculuğuyla mümkün olacak. Nemf karaya çıktığı, bedenini örten zarı yırttığı günden beri tekrar denize ulaşmanın yolunu arıyor. Ne yazık ki, o yol uzun süredir kapalı. İstanbul sahillerinde denizli, bol güneşli, bol eğlenceli, çocuklu çoluklu, gazinolu, gazozlu plajlar artık yok. Ne olduysa olmuş İstanbullunun denize iniş yolu tıkanmış. Şimdi Nemf İstanbul’un kıyısında, yıllar önce denizle bağlantısı kesilen sahillerinde eve dönüş yolunu arıyor. Onun biçare görünen bu yolculuğuna hep beraber eşlik edeceğiz.
Kim bilir belki burayı sevmiştir de. Ancak burası onun evi değil. Evden uzakta olmanın yarattığı bir çok duygu da Nemf’in beraberinde geliyor. Bu sergi bir başlangıç. Nemf’in karaya çıkış ve burada sıkışmasının hikayesi. Şimdi ona soracağım sorularla sizlerin de Nemf ile tanışmanızı isterim.
Ayça: Nemf, biraz kendinden bahsedebilir misin?
Nemf: Ben evimi denize kuran bir su perisiyim. Denizi, özellikle belirtmek istedim çünkü çeşit çeşit su kaynakları mevcut dünyada. Bizler bu su kaynakları arasında seyahat edebiliyoruz. Bu seyahatler için de kara parçaları olmazsa olmazlarımız. Sanılanın aksine bizler ölümsüz varlıklar değiliz, sadece yaşam süremiz “insan” türünün yaşam süresine oranla daha uzun ve şayet bu seyahatler sonucu evimize dönemezsek ömrümüz kısalıyor. Çünkü evimizin suyu ruhumuzu ısıtıyor.
Neden karaya çıkmayı istedin? Öncesinde şehri ve plajları ne kadar tanıyordun?
19. yy. sonlarında İstanbul Boğazı’nda doğdum. Nasıl her birinizin ilgi alanları varsa benim de karayı izlemek gibi bir merakım vardı. Merak güzel şey. Merak bana karada çeşitli tanıdıklıklar edindirdi. 20. yy. başlarında oluşan bu tanıdıklıklarım deniz hamamları sayesinde gerçekleşmiştir. Deniz hamamlarını denize doğru uzanan ve insanların denize girdikleri minik avlular gibi düşünebilirsiniz. Bu mekanlarda yüzme, insanların öncelikli amaçları değil gibiydi, insanlar sadece serinlemek ve rahatlamak ister gibiydiler. Zamanla deniz hamamlarının avluları, denize açılan bahçelere dönüştü. Bahçeler az da olsa yüzmeyi bu insanlara eşledi. Unutmadan, bu hamamlarda kadınlar ve erkekler beraber denizle buluşamıyordu. Gidip gelmelerim sıklaştıkça kent yaşamından da bazı haberler almaya başladım. Şehir yeni bir düzen kurmak istiyordu. Yeni düzeninin temsilcilerinden biri olarak da sahillere daha fazla insanın kadın erkek ayrımı olmadan gelebildiği alanlar kurdular. Ve plajlar devri İstanbul’da “cumhuriyet” diye tanımlanan yönetim biçimiyle başladı ya da en azından benim hatıramda kalan bu.
Karaya çıktığında ne umuyordun?
Karaya gidip gelmelerim plajlar dönemi ile daha da sıklaştı. Plajların hareketli yaşamını daha yakından tanımak istiyordum. Plajı sadece denize gelip güneşlenilen ve yüzülen bir alan gibi tanımlamak onun anlamını tam karşılayan bir şey değil. Plajlar kahkalarıyla, müziğiyle, yarışmalarıyla, gazozuyla, kadın ve erkeğin bir alanı ortak kullanmalarıyla, çocukların oyunlarıyla ve insanların danslarıyla bir deniz şöleni gibiydi. Şölenlere katılmayı ve arkadaş edinmeyi kim istemez ben de bu istekle karaya çıkıyordum.
Plajların kapandığını anladığında neler hissettin?
Öncelikle küçük bir bilgilendirme yapmam lazım. Biz nemflerin zaman algısı ile insanlarınki arasında bir farklılık mevcut. Merak etmeyin bu fark insanların da söylediği gibi ‘”atla deve değil”. Sadece yaşam sürelerimiz birbirinden başka. Bu nedenle bizler sizin 30-40 sene diye tanımladığınız bir zaman aralığını 3-4 gün gibi görebiliyoruz. Ve insanların 40 senesinde ben fark etmeden bu plajların birçoğu kapandı. Plajlar benim evime dönüş kapılarımdı. Sence evine dönemeyen biri nasıl hisseder?
Karada yaşamak senin için bazı sorunları da beraberinde getiriyor sanırım. Ne gibi zorluklar yaşıyorsun? Nerede uyuyorsun, ne yiyorsun?
İstanbul’da karada yaşamaya başladığımdan beri Kilyos’tan Karaköy’e kadar olan sahil şeridinde ve sahil şeridinin iç kesimlerinde konaklıyorum. Kısacası kentte farklı konaklama alanlarım mevcut. Kimi zaman deniz fenerleri kimi zaman kentin surları… kimi zamanları çoğaltabilirsiniz. Biz nemflerin öncelikli besini ambrosia (bir çeşit su yosunu). Ancak evimizin çevresinde yetişen bu yosun çeşidine ulaşmam mümkün değil.
Denizin kenarına kadar gelip, sahilin denize ulaşımı olmadığını dolayısıyla eve bu kadar yakınken, aynı zamanda dönüşün imkansız olduğunu görmek sana nasıl duygular yaşatıyor?
Gönülde yazılı olanları kağıda aktarma yetisinin yoksunluğu içindeyim. Yoksunluk zangırdamaları beraberinde getiriyor. “İçini yazılı olanlarla yıka! Bırak buharlaşan su damlaları başka yere taşınsın. Kim bilir belki parlak denizin üzerinden geçip gül bahçesinde yolunu kaybetmiş hayalete ulaşacaklar ya da hayaletin kendisi olacaklar. Ve biz sadeleştikten sonra şu kelimeleri fısıldayacağız: ‘beni ait olduğum eve götür?’ ” Bu metin benim karadaki konaklama defterimden.
İlk kez karaya ayak bastığında etrafa pembe sular bıraktığını gördüm. Zarın da pembeydi. Pembe senin için ne ifade ediyor?
Pembe benim yaşam enerjim. Ve yaşam enerjimi dengeleyebilmem için ne kadar seyahat etsem de denizin diplerine sabitlenmiş olan evime ihtiyacım var. Bu evden ayrı kaldığım süre boyunca yaşam enerjimde de bazı bozulmalar yaşanıyor. Pembeler benim kente bıraktığım hafıza parçalarım, pembeler benim kente bıraktığım kendilik hatırlatıcılarım.
Kent demişken bize göre uzunca bir süredir İstanbul’dasın. Burayı nasıl buluyorsun?
Buradaki konaklama günlerimde kentin bazı alanlarını deneyimleme imkanım oldu. Özellikle belirtmek isterim ki Kilyos ve Karaköy alanları arası epeyce hareketli. Hareket dediysem bunu insanların dolaşımı olarak düşünmeyin sadece. Sahil yolları, tekne park alanları derken sahiller dolup taştı. Bir de evini denizin kıyısına kuranlar var bu kentte, tabii bunun Dünya’daki ilk ve tek örneği değiller. Ancak İstanbullular, kente gelip gidenler aslına bakarsanız bir deniz şehrini tam da deneyimleyemiyorlar. Oysa kentteki fısıltılardan duyduğum kadarıyla denizler ve sahiller kamu malıymış.
Rüyalarında, denizde birilerine seslenmeye çalışıyorsun. Bu rüyaların anlamı nedir?
İnsanlar için anne sütü ne demekse deniz suyu da bizlerin ilk yılları için bu anlama geliyor. Deniz beni emziren ve koruyup kollayan bir anne gibi. Rüyalarımda seslendiğim şefkat ve güveni verebilen bir anne sanırım.
Bazen yüksek bir yere çıkıp sahilleri gözlüyorsun. Bunun sebebi nedir?
Bazı bazı kentte yükseltisi fazla olan yapılara çıkıyorum. Mesela Rumeli Feneri’ndeki kale ya da Rumeli Hisarı, “ya da”lar çoğalabilir. Bu yüksekliklerde kentin sahillerini gözlemleyebilmek daha kolay. Umudum var aslında bir şey kapatılmış olabilir ama bu onun günü geldiğinde açılmayacağı anlamına gelmez. Hatırlamak lazım “umut” yaşamın olmazda olmazıdır. Merak ettim senin umudun nedir?
Aslına bakarsan ben de evimi arıyorum. Ve evimi kendime iyi gelen şeylerle donatmak istiyorum. Bunun için ise en büyük yardımcım “performans sanatı”. Peki nedir bu performans sanatı ve sen bir performans sanatçısı olarak neler yapıyorsun dersen belki şöyle özetleyebilirim. Benim onarım süreçlerimiz ile ilgili bir derdim var. Bu derdim için olabildiğine kendi hafızamı kazıp anılarımı görünür kılmaya çalışıyorum. Anılarım -kendim- için ise dans, psikoloji ve fizik disiplinlerini bir araya getirip yeniden inşa sürecine giriyorum. Deneyimlerimi ve sezgilerimi izleyiciyle paylaşıp bir süre sonra izleyici-izlenilen rollerinin değiştiği dairesel yapılar kuruyorum. Bunu bir ritüel gibi düşünebilirsin. Her anda var olan ve var olacak olan bir kutsiyet alanı.
Bu alan nerede peki?
Bedenimde. Çünkü bedenimiz bizim yaşam evimizdir ve onun içinde var olan duygulanımlar bizi biz yapan şeylerdir. Kısacası bedenin yanında olduğu sürece her şeyin bir çaresi var yaşamda.