“Amacım ziyaretçileri herhangi bir noktaya yönlendirmek değil, sadece yapıtlar karşısındaki doğal tepkilerini görmek.“ Maurizio Cattelan
Tarihinin en yumuşak kışlarından birini yaşayan Paris’te, Seine nehri kenarında önceki yıllara nazaran daha az rüzgârlı darphane lojmanlarının cephesi…
2011’de yürürlüğe konulan bir kararla, vaktiyle üst düzey yöneticilerin yaşadığı 5 adet ihtişamlı daire artık bir sanat mekanı. Büyük kapıları, yer yer düz – yer yer içbükey duvarları ve sadece gözlerinizi dikerek en üst noktasını görmenizin imkansız olduğu yüksek tavanlarıyla sanat faaliyetlerine epey cömert bir mekan…
Binanın mimarlığını yaparken emeğinin maddi karşılığını alamadığı için kendisine tasarımının bir odası ücretsiz tahsis edilmiş mimar Jacques-Denis Antoine da hala sanki orada, koridorlarda geziniyor.
İtalyan sanatçı, Padovalı Maurizio Cattelan’ın sergisi, 70 milyon avroya restore edilen taş yapıda, Chiara Parisi komiserliğinde bir sergiyle iki buçuk aylığına karşımızda.
Cattelan deyince akla önce ‘uslanmaz bir şakacı’ geliyor. Provokatif girişimlerinin oluşturacağı sert tepkileri gülümseterek yumuşatabilme zekasına sahip Cattelan. Muhtemelen bir zamanlar gusülhane görevlisi olduğu günlerinin etkisiyle din, ölüm gibi her türden tabulara takıntılı bir hümanist pekala bir humourist, bir şakacı da.
Marjlarda yaşayan bir gözlemci.
Hiçbir ürününün imalatını bizzat yapmayan bir tasarımcı.
Yalnız.
Otuzlu yaşlarının başından itibaren içinde yüzdüğü takdir denizinden, 2011’de 51 yaşında emekliliğini açıklayarak karaya yol alan Cattelan’ın sanat yaşamı bugün, eski yapıtlarının şehir şehir gezdiği bir turne.
An itibariyle durak Paris...
Francesca Woodman’dan alınan esin
Giriş merdivenlerini arkada bıraka durun, karşınıza Bertolucci’nin başyapıtı ile aynı adı taşıması tamamen tesadüf olan “Novecento“ çıkıyor. Cattelan’ın meşhur atı. Hizmet ettiği yılların gururlu izlerini taşıyan kasları, taksidermistin hünerli elleri tarafından yaşarken olduğundan daha heybetli hale getirilmiş dev bedeni, yüzyıl başında kendisine ezelden beri emanet edilmiş taşıma ve ulaşım görevlerinin sanayiye kurban gitmesinin getirdiği bezginliği – üzgünlüğü ve ölümü çelişkili bir şekilde ortaya sermekte hep maharetli.
Okuldan nefret eden Cattelan
Atı içinde bulunduğu siyah matemde yalnız bırakmaya içi dayanmamış olsa gerek, küratör Chiara Parisi, eserin tam karşısına İsimsiz’i yerleştirmiş. Cattelan’ın Francesca Woodman’ın kendini resimlediği ikonik fotoğraftan esinlenerek, yatakta çarmıha gerdiği kadın figürünü.
Gücünü detaylar ve hiperrealizmden alan sadomazo soslu, konfor / anti-konfor sorgulaması sayesinde sergiye böylesine bir başlangıç, elektroşok etkisinde.
İlk büyük salona girip meşhur “La Nona Hora“nin karşısında, ezilmiş büzülmüş bir Papa II. Jean Paul’ün önünde saygıyla eğilirken kulaklarımızı Günter Grass’ın Teneke Trampet’inin küçük Oscar’ını beceriksiz baget darbeleri tırmalıyor. Oscar, meteorun altında haçına sımsıkı sarılan başrahip karşısında büyük bir tehlike sezmiş olmalı. Kulak zarlarımın bu büyümeyen sevimlinin çığlıklarına dayanamayacağını bildiğimden kaçarak yandaki küçük odaya geçiyorum.
Cattelan kendini her gün yanından umursamadan geçtiğimiz bir dilenci olarak modellemiş bu kez. Austin Powers serisinden etkilenerek isimlendirdiği 30 cm’lik kendi minyatürünü güvercinlerin yanına yerleştiren Cattelan, ‘Mini Me’de üstten bakıyor. Potansiyel amacı kendini yüceltmeye yönelik bir tür oto-dışavurum olabilecek bu oto-portre ile kendini yok etmeye varabilecek minimizasyon girişimi arasındaki çelişki, sanatçının temsili yüzüne anksiyete ve ürperme olarak yansımış.
Sanatçının en büyük çocukluk travmalarından biri, ilkokul arkadaşının kendisini geçemediği bir yazı testi ile sınamasının ardından maruz kaldığı aşağılanma ve arkadaşının eline Nikita edasıyla sapladığı bir kalem.
Boşuna şöyle demeyecek büyüdüğünde:
“Aptal olduğum için değil, beni aptallaştırdığı için okuldan nefret ederdim.“
Çalışmayı sanata daha fazla vakit ayırmak için bıraktığını söyleyen Maurizio Cattelan, hayatının en bunalımlı yıllarını herkesin ona ne yapması gerektiğini söylediği dönemler olarak hatırlıyor. Okulun bu sıkıcı ortamının zirve yaptığı periyoda denk geldiğini düşünürsek, aslında eğitimin çarmıha gererek çıldırttığı çocuk, küçük Maurizio’nun ta kendisi.
Her yapıtta biraz yalnızlık var
18 parçalık sergideki her yapıtta biraz yalnızlık var. Belki bazılarında biraz daha fazla… Taşra İtalyası’nın evlilik müessesini taçlandırmak için sık sık kullandığı, gelinlikli – damatlıklı Katolik düğünü fotoğrafının sınırlarını çizen gümüş çerçeve, yalnızlığın ve bireysel özgürlüğün emrinde bir çift mutlu elle komodinin üzerinde benzer şatafata ulaşabilir mi ? Ya da yatağın bir yanı imzalanan kontratla ömür boyu bir eşe mi tahsis edilmek zorunda?
15 milyon dolarlık süperstar “Him“, ‘Adolf Hitler de bir zamanlar çocuktu’ vurgusu ile Rakel Dink’in iyiliğini, iyi niyetli güzelliğini hatırlatıyor.
İç salonlardaki kartonpiyerlerde gözüme Napolyon dönemi sanatınının ince işlenmiş N.E. (Napolyon – Eugénie) veya N harflerine benzer iç içe geçmiş M.C yaldızları çarpıyor. Narsisizm, yalnızlığın getirdiği en büyük ayrıcalık belki de.
Balmumu ve benzeri malzemeden üretilmiş, sanat dünyasında tesadüfen varolduğunun altını çizen birkaç oto-modelleme ve kompozisyonun ardından serginin en etkileyici ve vurucu içeriği olarak adledilen bölüme ulaşıyoruz.
Yan yana dizilmiş 9 adet üstü örtülü insan bedenini andıran ALL’ da sanatçı her zamanki gibi ziyaretçilerin ilk tepkilerini ölçme arzusunda. Kendi deyimiyle Cattelan ölümü algılamamızı iste de asla somut olarak göstermiyor. “Dalgalı kumaş efektini tertemiz veren mermerin altında pekala başka şeyler de olabilir“ deyişi bunu ispatlıyor. Ancak sezgilerimiz güncel problemlere çoktan teslim… Bir savaşa, bir kıtlığa, bir maden kazasına, alabora olmuş bir göçmen teknesinden karaya vuranlara kilitlenmiş olumsuz anılarımızın kara trajedisi bu hissedilen.
Serginin başı ve sonu yüksek ateş misali kendini bir sıcak – bir soğuk hissetirirken, genel bir bakışın ardından kendimi dışarı atıyorum.. Benimle beraber çıkan “VICE Magazine” müptelası hipsterların gözlerinde yeterli bedteyst ve kiç görememenin verdiği hayal kırıklığı bana haz olarak yansıyor.
Sergiye girerken üzerinde düşünmeyi yararlı bulmadığım “titr“ ’e takılıyorum. Bu cümleyle ilk adımı atacağıma bütün olanın bitenin sonuna başlığı ilave etmeyi tercih ediyorum. Cattelan’ın “İşte hepsi bu, ve ben Aşk’tan Korkmuyorum“ diye ekleyişini kulaklarımda bir fısıltı olarak duyuyorum.