Balkanların özellikle dağlık bölgelerinde ve daha ziyade Kuzey Arnavutluk’ta hâlâ örnekleri görülen bir pratiğin toplumsal cinsiyet problematiği bağlamında görünür kılınmasını deneyeceğiz bu yazıda. “Görünür kılınması” diyoruz, zira 500 küsur yıldır hukuki karşılığını da bulmuş olan bu geleneğe; Balkanlar’ın uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu’nun etkin parçası olmasına, bilahare bağımsız devletlerden müteşekkil duruma gelse dahi Cumhuriyet tarihi boyunca çeşitli göçlerin tanıklık ettiği “akrabalığın” sürmesine rağmen pek aşina değiliz.
15. yüzyıldan itibaren 12 kitap ve 1262 maddeden oluşan Lekë Dukagjini Kanunu’yla Kuzey Arnavutluk’taki kadınlık durumu belirlenir oldu.[1] Bu kanunun mağduru kadınlardır. Hak ve sorumlulukları erkeklerin eline bırakılmıştır. 31. maddesine göre, kadın kocasını seçemez, onun için seçileni kabul etmek zorundadır. Evlendikten sonra kocasının egemenliğine tabi olur.
Yine aynı kanuna göre, istemese dahi kadın nişanlısını terk edemeyecek, karara karşı çıkamayacak, ebeveyni bu kararı desteklese bile bir başka kişiyle bir daha evlenemeyecektir.
Tam bu noktada kadının erkeğe dönüşümü “seçeneği” ortaya çıkar: kadın ömrü boyunca bakire kalacağına ve erkek gibi yaşayacağına yemin eder. Burrneshë (erkekkadın)fenomeni asırlardır Kuzey Arnavutluk’ta sürmektedir; günümüzde dahi altmış kadar örneği olduğundan söz edilmektedir ve belgelenmektedir.
Evlilikten vazgeçme aşamasında Lekë Kanunu’na göre kadının sahip olduğu bu seçenek, bireysel tercih olmaktan çok sert coğrafi şartlara bağlı ekonomik zorunluluklarla ilişkilendirilmektedir. Eğer aileler geleneksel olarak erkeklere atfedilmiş görevleri yerine getirecek sayıda erkeğe sahip değillerse, kadınların erkek işlerini yapabilmesi bu kanun sayesinde meşruiyet kazanmaktadır. Ailede erkek çocuk yoksa özellikle babanın ölümü ardından mirasın alınabilmesi için veya kadın evliliğe karşı çıktığında Burrneshë kararı alınmaktadır. Özellikle evlilik teklif eden erkeğin reddedilmesi üzerine bir öç alma olasılığından sakınmak için de bu dönüşüm bir imkan sağlamaktadır. [2] Öte yandan sadece özgür olmak için bu yemini ettiğini söyleyen örnekler de bulunmaktadır. [3]
Şimdilerdeki örneklerinin ise bu tercihi gönüllülükle yaptıklarını bildirdikleri görülmektedir. Ancak bu “gönüllülük”, aslında muhtemelen doğrudan bir baskıya itaatın karşıtı olarak dile getirilmektedir ama yine de sistemin benimsenmesinden doğmaktadır.[4] Tüm egemen sistemler ya cezayla ya da bir biçimde “ikna ederek”, sistemin yeniden üretimini sağlayacak edimleri kişiye empoze ederler. Geleneksel ataerkil statü, tabir-i caizse kadın için bir cezadır; bundan “kurtulmak” için erkekleşme seçeneğini kabul etmek ne derece özgürlük ve gönüllülüktür? Ancak çeşitli bilimsel yahut jurnalistik görüşmelerde bu seçimi yapan erkekkadınların hemen hepsi “Bu kararı kimsenin baskısı olmadan kendim aldım.” demektedir.
Bu süreçte kadın on iki erkekten oluşan köy heyeti önünde bir daha evlenmeyeceğine ve cinsel bir ilişkiye girmeyeceğine dair yemin ettikten sonra Burrneshë ilan edilir.
O günden itibaren saçlarını kesecek, erkekler gibi giyinecek, sigara ve alkol içecek, koyun sürülerini güdecek, silah taşıyacak, erkeklerle ahbaplık edecek, aile sorunlarını uzlaştıracak, hatta ailenin reisi olabilecektir. Daha da önemlisi, kanuna göre mal sahibi olamayan ve mirasa hakkı bulunmayan kadın, bu tercihle tüm bu sosyo-ekonomik hakları kazanır. Toplum nezdinde özel bir saygı görür. Kısacası, aseksüel bir erkek olarak toplumsallaşmasına devam eder.
Aynı kanuna göre erkekkadınlar bu yeminlerini ömür boyu tutmak zorundadırlar; aksi halde Arnavutluk’u terk etmeleri gerekir. Ancak büyük bir çoğunluk bu dönüşüm kararından pişman değildir ve hiçbir Burrneshë’in bu nedenle mahkum olduğu görülmemiştir. [5]
Erkek doğulmasa da erkek olunur: Burrneshë
2009-2014 yılları arasında gerçekleştirilen bir projeyle fotoğraflanan erkekkadınların, çok genç yaşlarında yaptıkları bu tercihe bağlı olarak erkeksi normlarla toplumsallaştıkları ve bu bağlamda erkekleştikleri açıklıkla görülmektedir.[6]
Arnavutluk Alplerini Ortaçağ koşulları terk ettikçe erkekleşmeye yeminli bakirelerin sayısı azalmaktadır.
Ancak gelenekselin antitezi erken modernite, 20. yüzyılın ilk yarısında tüm dünyada “insan hakları”, “eşitlik”, “özgürlük” bağlamında kadınlara gönüllülükle erkekleşme imkanını yaygınlaştıran bir cinsiyetçi anlayışı benimsetmiştir.[7] Diğer bir deyişle erken kapitalizmin taleplerine paralel birinci dalga kadın hareketi, erkeğe ulaşmayı hedef edinmiş, dolayısıyla erkeklik durumunu gönüllülükle yücelten “asri kadın”ı makbul kılmıştır. Bu kadınlar da, tüm dünyada, Lekë Kanunu’un moderne transkripsiyonu “sayesinde” erkekleşmişlerdir ta ki ikinci dalga kadın hareketi, modernitenin bir eleştiri biçimi olarak erkekliği sorgulayıp, kadınlara kadınlıkları içinde denklik söylemi geliştirene kadar. Oysa bu söylem de cinsiyetleri kategorikleştirme bağlamında çıkmazın içinde doğmuştur.
Burrneshë örneği Simone de Beauvoir’ın “kadın doğulmaz, kadın olunur” tespitinin pratiğin içindeki laboratuvarı gibidir. Biyolojik kadının toplumsal cinsiyeti, normlar elverirse erkek olabilmektedir. Madem cinsiyet, biyolojiye bağlı değil toplumsal gerekliliklere göre öğrenilmektedir; toplumsal gereklilikler egemenlerin çıkarları olduğuna göre, cinsiyetler kendi akışına bırakılıp “dikkat edilmez” hale gelmedikçe ataerkil sistem rakipsizliğini koruma riski taşımaktadır.
Dünyanın farklı yerlinde de benzerleri var
Zaten “iki cins ayrımımız ne içgüdüsel ne küresel. Kanıtı Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Filipinler, Nepal gibi ülkelerde. Kuzey Amerikalı yerlilerde geleneksel olan üçüncü cins. Önde gelen örnek Hindistan. Sayıları 6 milyonu aşkın, kendilerini kadın ya da erkek olarak tanımlamayan, anayasa mahkemesinin sosyal ya da tıbbi gerekçelerle değil, insan haklarının gereği olarak kimlik ve pasaportlarında ayrı bir kategoride tanıdığı ‘hijra’lar. 21. yüzyılda cinsiyetin kendisi yeniden tanımlanıyor.(…) geleceğin özeti Avustralya’da. Tüm belgelerde cinsiyet hanesine ‘X’ koyma hakkı.”[8]
Öte yandan cinsiyetten bağımsız üreme üzerine yapılan çalışmalar sonucu olarak, spermsiz üremenin mümkün olduğu bilimsel kongrelerden basın ve sosyal medyaya yansıdı. Bu tarz bir üremede sperm olmadığı için XX kromozomlu çocuklar doğuyor. Yerleşik cinsiyetçi kategorik bakışla, böylece tüm insanların kadın olacağı fantazisi yapıldı. Oysa bugüne kadar biyolojik vasıflarından çıkarak kadın ve erkek tanımını yapan; dolayısıyla XX kromozomlu bireye de kadın adını koyan toplumdur. Böyle bir bilimsel devrim hayata geçtiğinde sosyolojik olanın da değişmesi muhakkaktır. Dolayısıyla artık özellikle feminizm adına kadın niteliklerinin altını çizilip, aslında kategorik cinsiyetlerin sözde muhalefetçe bile yeniden üretilmesini tartışma zamanıdır. Kadının erkekleşmesinin çözümü kadının kadınlığını vurgulamak (denklik bağlamında dahi olsa) değildir.
Biyolojik olanı özgür bırakınız ve bunun mücadelesine geçiniz, gayrisi tutuculuktur ve toplumsal mücadelenin bu aşamasında aterkil sistemi, farkında dahi olmadan, yeniden üretme riski taşımaktadır.
Dipnotlar:
[1] Bu kanun asırlarca yazılı ve kayıtlı değildi. Eski aşiretlerin ve köylülerin saygı duyduğu ve fanatikçe koruyup nesilden nesile aktardıkları sözlü bir anlaşma mahiyetindeydi. Antropolog E.Durham kanunun halk üzerindeki etkisinin İncil’den, Kur’an’dan fazla olduğunu; kilise ve Şeriat’ın Leka Kanunu’na tabi olduğunu belirtir. (High Albania, second chapter The land and the law 19-39) Bugün dahi uygulanabilen Kanun 1930’a kadar yazılıp kodlanmamıştı.
[2] “Burrneshat shqiptare transformimi si mjet barazie” www.shqiptaria.com (erişim tarihi 24 Eylül 2016)
[3] “ ‘I became a Sworn Virgin to inherit my family’s land and protect my nine sisters.2: The Albanian mountain women prepared tu take a vow of calibacy and forever dress, work and live as men” www.dailymail.com.uk (erişim tarihi 24 Eylül 2016)
[4] P.Bourdieu bu durumu simgesel şiddet olarak tanımlar.
[5] “ Burrneshat shqiptare, jeta ne mes sacrifices e veteflijimit” www.klankosova.tv (erişim 24 Eylül 2016)
[6] “A solemn declaration, Sworm Virgins of Albania”, www.jillpetersphotography.com (erişim 24 Eylül 2016)
[7] A.Yaraman, “Toplumsal değişme ve kadında erkeksilik”, Psikanaliz Yazıları, Ekim 2002, s.47-54.
[8] G.Vassaf; Ne Yapabilirim? Geleceğe Kartpostallar, İletişim, İstanbul, 2016, s. 249.