A password will be e-mailed to you.

 

Bugün burada ele almak istediğim şey yine, yeniden annelik olacak. Çünkü hâlâ anneliğin, kadın kimliğinin ayrılmaz bir parçası ve birincil görevi olduğu yönündeki inanç sürmekte ve pekiştirilmekte. Hâlbuki ki bu kararın veyahut istediğin özgür bir ortamda, tamamen kişinin iradesine bağlı olarak tercih edilmesi gerektiği kanaatindeyim. Başka bir deyişle kimileri çocuk sahibi olmak istemez; ve elbette ki kimileri çocuk sahibi olma planı yapabilir. Esasen anne olmamayı tercih etmek; ataerkil sistemin söylemlerine ve pratiklerine içkindir. Tam da bu nedenle anne olmak bir üstünlükmüş gibi addedilir ve ‘gönüllü çocuksuz’ olmak, norm(al) olandan sapmış kabul edilir.

 

Geçenlerde Bergüzar Korel’in üçüncü çocuğuna gebe olmasıyla ilgili olarak yapılan eleştirilere (Cumhuriyet, 25 Ağustos 2021), “bitmiyor bu son derece mesafesiz sohbetler” şeklinde bir karşı çıkışı oldu. Çünkü Korel gibi sanat dünyası içinde yer alan birinin dış görünüşünü ve güzelliğini koruması gerektiğine dair bir ön yargı hâlâ mevcut. Üstelik bu eleştiriler yalnızca Bergüzar Korel’e yönelik eleştiriler değil. Aynı zamanda eşi Halit Ergenç de bu eleştirilerden payına düşeni almakta. “Ne zaman görsem hamilesin haha, artık durmayı düşünüyor musun, bir kız doğuramadın, çok şükür becerdin, oyunculuğu bıraktın tabii çalışamazsın ki… Ya da eşime ooo bu ne hal Halit Bey siz mi doğuracaksınız, yandın tabii sen şimdi hayatın bitti, sütü ne yapacaksınız şimdi diğeri emmek ister eyvah eyvah…” Dolayısıyla burada annelik konusu, yalnızca kadını değil erkeği de ilgilendirmekte ve erkeği de köşeye sıkıştırmaktadır.


Korel’in “Anne olmak ya da olmamak değil mesele. İnsan olmak.” şeklindeki açıklaması her yönüyle anneliği yeniden düşünmemize sevk ediyor bizleri. Görüyoruz ki yalnızca anne olmayanlar ve anne olmak istemeyenler toplumsal ve kültürel bağlamda normdan sapmış sayılmıyor; toplum nezdinde en iyi anne olmayan, yeterince iyi anne olmayan veya o anki statüsüne, yaşam tarzına veya başka birçok faktöre göre kişi olumsuz tepkiler ile karşılaşabiliyor. Bu tepkiler de kişinin; toplumsal beklentilere ve normlara uygun hareket etse bile bedeller ödediği\ödemek zorunda kaldığı yönündeki gerçeği de çarpıcı kılıyor.

“….hem Erener’in hem de Irmak’ın ortaya attığı çocuk sahibi olmama meselesi sosyal medyayı ikiye böldü…  hem her ikisinin sosyal ve kültürel sermayelerinden kaynaklı üstenci bir tepki olarak algılandı hem de bencillik, hedonist ve sorumluluktan kaçtıkları yönünde eleştirildi.  Her biri anneliğe dair inançlarımızın ezber bozucu yönleri ile beklenmedik bir biçimde karşılaşmamızdan başka bir şey değildi….”

Diğer yandan bir başka örnek ise Sertab Erener ve Şahin Irmak’a ait. Her ikisinin açıklamaları; çocuk sahibi olmanın kadınlık kimliğinin ve doğasının\doğurganlığının\üremenin zorunlu bir parçası mı yoksa tercih edilebilecek bir seçenek mi olduğu yönündeki yargılarımız ile yüzleşmemizi sağlamaktadır.

Sertap Erener

Erener’in (NTV, 8 Temmuz 2021), “Artık çocuk doğurmamamız, çoğalmamamız gerekiyor. Biraz duralım, fareden beter olduk, onlar bile bizden daha az ürüyor olabilir.” şeklindeki sözleri; Şahin Irmak’ın ise (Aydın, 20 Kasım 2021), “Hiç düşünmüyorum. Çocukla uğraşamam. Çocuk çok ciddi bir konu. ‘Heveslendim, benim de çocuğum olsun, annemler de istiyor, hadi yapalım…’ Benim için çocuk öyle bir şey değil. Çok büyük bir sorumluluk ve ben o sorumluluğu alabilecek gibi hissetmiyorum.” sözleri gündeme geldi. Bu açıklamalara yönelik eleştirilere bakıldığında hem Erener’in hem de Irmak’ın ortaya attığı çocuk sahibi olmama meselesi sosyal medyayı ikiye bölmüş oldu. Yapmış oldukları açıklamalar bir yandan destek almış olsa da diğer yandan bu açıklamalar; hem her ikisinin sosyal ve kültürel sermayelerinden kaynaklı üstenci bir tepki olarak algılandı hem de bencillik, hedonist ve sorumluluktan kaçtıkları yönünde eleştirildi. Dolayısıyla anneliğe dair inançlarımızın ezber bozucu yönleri ile beklenmedik bir biçimde karşılaşıyoruz.

“….tüketim toplumuna ek olarak kültür ve medya da, önemli oranda ‘çocuk tüketimini’ mümkün kılıyor. Sosyal medya hesaplarında gebeliklerini gizlemeyen; ‘çocuk nasıl bakılır’, ‘sağlıklı çocuk nasıl yetiştirilir’ gibi tüyolar veren ünlüleri görmek şaşırtıcı değil artık….”

Annelik-tüketim toplum ilişkisine odaklandığımızda ise modernleşme ile birlikte geleneksel topluma has kurumların, söylemlerin ve pratiklerin değişimi söz konusu. Burada esasen çocuk sahibi olmanın bir ‘meta’ haline gelmesi dikkat çekicidir. Bu durum annelik ve tüketim arasındaki ilişkiyi görünür kılar. Gebeliğin başlangıcından beri anneye sürekli olarak tüketmesi öğütlenir. Gebelik kıyafetleri, bebek giysileri, pusetler, mamalar, kurslar ve daha fazlası; alternatifleri ile birlikte yalnızca tüketilmek için varlar. Ayrıca henüz anne karnında iken bebek için cinsiyet partisi ve baby shower gibi çeşitli partiler düzenlenir. Doğmasının ardından ise hastane ritüelleri, kırk çıkarma ve diş partileri yapılır ve tüm bunlar, bir çeşit gösteriş tüketimi olarak anneler arasında bir yarışa dönüşür. Yapılacak doğum günü partisinin planlı ve üzerinde çok düşünülmüş olması gerekir ki zaten bu partiler için çeşitli dükkânlar ve organizasyon şirketleri de ortaya çıkmıştır.

Seda Bakan

Örneğin oyuncu Seda Bakan, (Onedio, 26 Eylül 2019) birkaç sene önce bebeği için mütevazı bir kırk uçurma mevlidi yaptığında gündem konusu olmuştu. Bakan’ın, geleneksel tarzda bir tören yapması halkın bir kısmının hoşuna gidip takdirini almış olsa da; başka bir kesim, Onun ekonomik sermayesinden kaynaklı olarak çok daha gösterişli bir parti yapabileceği yönünde eleştirmişti. Dolayısıyla bu örnekte görüyoruz ki tüketim toplumuna ek olarak kültür ve medya da önemli bir oranda bir ‘çocuk tüketimini’ mümkün kılıyor. Sosyal medya hesaplarında gebeliklerini gizlemeyen; ‘çocuk nasıl bakılır’, ‘sağlıklı çocuk nasıl yetiştirilir’ gibi tüyolar veren ünlüleri görmek şaşırtıcı değil artık.

“….teknolojik gelişmelerin çığır açtığı bir ortamda kadınların evde doğum tercihi hem dikkat çekicidir hem de ideal, iyi, doğal, normal annelik ideolojileri ile örtüşür.”

Diğer yandan son zamanlarda yine geç kapitalizm\tüketim toplumu ile bir arada düşünülmesi gereken ‘evde doğum’ yöntemi de doğal ve normal olduğu yönündeki fikirler ile övülmekte. Ne var ki bu yöntem her ne kadar masrafsız gibi algılansa da esasen geç kapitalizmin tüketim politikalarının işine gelmektedir çünkü doğum hastane ortamından, ev ortamına taşınmaktadır. Tıp bilimi bu yöntemin riskleri konusunda uyarılarda bulunmakta ve belirli şartlar gerçekleştiğinde bu yöntemin tercih edilmesi gerektiğini açıklamaktadır. Gerekli koşullar ise steril bir ortam, hemşire desteği ve bu konuda bilinçli hareket edilmesini sağlayacak gerekli eğitimdir. Teknolojik gelişmelerin çığır açtığı bir ortamda kadınların evde doğum tercihi hem dikkat çekicidir hem de ideal, iyi, doğal, normal annelik ideolojileri ile örtüşür. Oysaki doğum süreci oldukça sancılı ve içinde ciddi riskler barındıran bir süreç. Örnek olarak, evde doğum ve doğum sonrası annenin girebileceği postpartum bunalımı, Bir Kadının Parçaları (Pieces of Woman) isimli filmde işlenmiştir. Filmde, izleyici, evde doğum sonrası çocuğunu kaybeden bir kadının -ki bu doğum oldukça zor gerçekleşmiştir ve doğum sahnesi sarsıcıdır- duygusal ve psikolojik yıkımına şahit olur.

“Anneler günü, ona atfedilen önemi itibariyle örtük bir biçimde cinsiyetçiliği yeniden üretir…. Ne var ki tüm bu uygulamalar feministler tarafından da destek görmektedir. Böylece ataerkil ve kapitalist toplumsallaşma yeniden üretilmekte ve bu sayede kadının birincil rolünün annelik olduğu düşüncesi, pekiştirilmektedir.”

 

Anneliği tüketim toplumu bir arada düşünebileceğimiz en bariz örneklerden biri, ‘anneler günüdür’. Anneler günü, ona atfedilen önemi itibariyle örtük bir biçimde cinsiyetçiliği yeniden üretir. Duygusal reklamlar ve pazarlama teknikleriyle bugünün ne kadar önemli olduğu sürekli tekrarlanır ve annelere; onların çok fazla sevebileceği düşünülen mutfak eşyaları, takılar, çiçekler alınması öğütlenir. Ne var ki tüm bu uygulamalar feministler tarafından da destek görmektedir. Böylece ataerkil ve kapitalist toplumsallaşma yeniden üretilmekte ve bu sayede kadının birincil rolünün annelik olduğu düşüncesi, pekiştirilmektedir.  Cinsiyetçi ikiyüzlülüğün, kadın-erkek şeklindeki dikotomik cinsiyet kurgusu ile aşılamadığı ortadadır. Cinsiyetçi ikiyüzlülüğe muhalif gibi görünen ama aslında bu karşıt söylem ile cinsiyetçiliği yeniden üreten söylem ve eylemler hepimize\herkese içkindir. Ekonomik, sosyal ve kültürel sermayenin artmasıyla birlikte cinsiyetçi ikiyüzlülüğün artması; kadının, anneliği bir statü ve kazanım olarak görmesiyle de ilintilidir. Çünkü annelik, kadının toplumsal alandaki yerini belirler; kadına, ataerkil toplum içinde ayrıcalık kazandırır; bir başarı olarak görüldüğünden de ezen-ezilen ilişkileri içinde kadın, ezen tarafta konumlanır.

Bergüzar Korel ve Halit Ergenç

Özellikle 1. Dalga Kadın Hareketi, kadını, Ayşegül Yaraman’ın (2020) Cinsiyetçi İkiyüzlülük kitabında yaptığı tespitlere referansla ‘toplumsal annelik’ -iyi eş, iyi anne, makbul vatandaş- mertebesine yükseltmiş ve modernleşme ile birlikte kadın, annelik görevini üstlenmeye çağrılmıştır.

2. Dalga Kadın Hareketi’nin öncüleri ise kadın bedeni ve doğurganlığının baskıcı yönünü ön plana çıkararak; kadın-erkek cinsiyetleri arasındaki farklılıklara odaklanmıştır. ‘Farklılıklara rağmen eşitlik’ vurgusuyla, kadın bedeninin eşsiz gücü ve doğurganlığı yüceltilmiş ve anneliğin, kadının ayrılmaz bir parçası olduğu keşfedilmiştir. Bu ortamda modernleşme ile eşzamanlı olarak feminizmin ve geç kapitalizmin\tüketim toplumunun el ele olmasıyla geleneksel annelik anlayışı yeniden üretilmektedir. ‘Önce ben’ yerine ‘önce çocuk’ ideolojisi geçerlidir artık.

Burada Sharon Hays’ın (1996, s.x-8) literatüre kattığı ‘yoğun annelik’ ideolojisine değinebiliriz. Bu ideolojiye göre, geleneksel annelik modelinin çağdaş kültürel hali, yoğun anneliktir. Buna göre anneler enerjilerini, paralarını ve en önemlisi de zamanlarını çocuklarına ayırmalı; çocuklarının ihtiyaçlarını anlamalı ve geleceklerini planlamalıdır. Yani bu ideolojiye göre, çocuk bakımı konusunda birincil sorumlu olan kişi, annedir.

“….ekonomik, sosyal ve kültürel sermayenin artmasıyla birlikte cinsiyetçi ikiyüzlülüğün artması; kadının, anneliği bir statü ve kazanım olarak görmesiyle de ilintilidir. Çünkü annelik, kadının toplumsal alandaki yerini belirler; kadına, ataerkil toplum içinde ayrıcalık kazandırır; bir başarı olarak görüldüğünden de ezen-ezilen ilişkileri içinde kadın, ezen tarafta konumlanır.”

 

Kadınların ekonomik, toplumsal, ideolojik ve hukuki olarak verdiği ‘denklik’ mücadelesinin belki de en görünen kısmı annelik konusunda diyebiliriz ki bugün bu konunun tartışılması, oldukça zor ve zahmetlidir. Ve bu yüzden de tartışılması gereken mühim bir konudur. Bu konu; 21. yüzyılın bu aşamasında söz konusu mücadeleyi görünmez kılan bir pozisyonda da yer almaktadır. Zira annelik dendiğinde aklımıza ilk olarak gelecek şey annenin kutsal, fedakâr, iyi kalpli, besleyen ve büyüten yönü olacaktır. Oysaki annelik üzerine hem kamusal alanda hem de özel alanda hem birbirinden farklılaşan hem de birbirine çok benzeyen çeşitli tartışmalar söz konusudur. Dolayısı ile annelik konusu sosyoloji, psikoloji, toplumsal ve ideoloji bağlamında ele alınmakta ve gündeme gelmektedir.

Özetle anneliğe dair içselleştirmiş olduğumuz kalıp yargılarımız var. Mehmet Ali Erbil’in (CNN TÜRK, 31 Temmuz 2021) TV8 kanalında yayınlanan Paylaş Benimle isimli programda ağlayarak, “annemi asla sevmedim” itirafları, sahip olduğumuz kalıp yargıları ters yüz etmiş oldu. Aynı zamanda kendi yaşadığı olumsuz evlilik tecrübelerinin nedenini de annesi olarak gösteren -‘anneyi suçlamak’ ataerkil bir söylemdir- Erbil; bu itiraf karşısında ‘kötü annelerin’ varlığını yeniden düşünmemizi sağladı. Kadınların annelik kimliği sınırlarına sıkıştıran anneliği yücelten söylemler ve pratikler; kötü anneleri veyahut anne olmak istemeyenleri görünmez kılmaktadır. Psikolojik anlamda bilincimizin yüksek olduğu bir çağda, anneliğe dair kalıp yargılara sahip olmaya devam etmekteyiz. Elbette ki her anneye ya da her anne olmak isteyene mal etmemeli bu durumu. Çünkü yazının ilk kısmında da ele alındığı gibi anneler de cinsiyetçi hegemonyadan mustariptir. Burada mücadelenin bu aşamasında herkes için özgür bir ortamda anneliği yüce bir görev olmaktan koparmayı başarıp; bu isteğin, herkes için bir tercih olabilmesi gerektiğini salık verebilmektir.

 

Kaynaklar

Aydın, B. (20 Kasım 2021). Şahin Irmak: Çocukla uğraşamam, Asena da istemiyor!. Hürriyet.https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/magazin/sahin-irmak-cocukla-ugrasamam-asena-da-istemiyor-41943683 (30.11.2021).

CNN TÜRK. (31 Temmuz 2021). Mehmet Ali Erbil’in itirafları dikkat çekti. https://www.cnnturk.com/magazin/mehmet-ali-erbilin-itiraflari-dikkat-cekti?page=1 (1 Aralık 2021).
Cumhuriyet. (25 Ağustos 2021). Bergüzar Korel isyan etti: ‘Bitmiyor bu son derece mesafesiz sohbetler’. https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/berguzar-korel-isyan-etti-bitmiyor-bu-son-derece-mesafesiz-sohbetler-1863326 (30.11.2021).
Hays, S. (1996). The Cultural Contradictions of Motherhood. New Haven and London: Yale University Press.

NTV. (8 Temmuz 2021). Sertab Erener: Artık çocuk doğurmamamız gerekiyor. https://www.ntv.com.tr/galeri/yasam/sertab-erener-artik-cocukdogurmamamiz-gerekiyor,hQqrLVSKJ0GxdBZcQ4m4NA (30.11.2021).

Onedio. (26 Eylül 2019). Seda Bakan Bebeğinin 40’ı İçin Şatafatlı Partiler Yerine Geleneksel Olarak Mevlit Okutunca Herkes Hayran Kaldı. https://onedio.com/haber/seda-bakan-bebeginin-40-i-icin-satafatli-partiler-yerine-geleneksel-olarak-mevlit-okutunca-herkes-hayran-kaldi-886004 (1 Aralık 2021).

Yaraman, A. (2020). Cinsiyetçi İkiyüzlülük. İstanbul: Bağlam Yayınları.

Tokdemir, K. (2021). HEGEMONİK ANNELİK ANLAYIŞI ÜZERİNE: ANNE OLMAYI\OLMAMAYI TERCİH ETMEK MÜMKÜN MÜ?. INTERNATIONAL SCIENCE, CULTURE AND ACADEMIC RESEARCH CONGRESS IN GLOBAL WORLD BİLDİRİ KİTABI, 185-191.

Daha fazla yazı yok
2024-12-18 01:56:09