A password will be e-mailed to you.

M. Kemal İz, 27 Nisan’a kadar Arter’in konuğu olacak Marc Quinn’in “Aklın Uykusu” başlıklı sergisine ilişkin izlenimlerini yazdı.

“Yeni üretimlere odaklanan kişisel ve karma sergilere yer vermek” amacı doğrultusunda, 2013 yılına Haset, Husumet, Rezalet  başlıklı, kapsamlı bir karma sergiyle giren ARTER, bu serginin hemen ardından başlayan*, Mat Collishaw’un Hayalet Görüntü  adlı çarpıcı sergisiyle, “dünyanın önde gelen çağdaş sanatçılarının çalışmalarını İstanbullu izleyicilerle tanıştırmak” biçiminde özetlenebilecek amacının bir başka örneğini ortaya koymuştu. 

Yeni üretimlere odaklanan sergi ve oluşumlara geçtiğimiz sonbaharda da ev sahipliği yapan kurum, bir diğer Genç İngiliz Sanatçı olan Marc Quinn’in Aklın Uykusu adlı sergisiyle 2014 yılına da yine hızlı bir giriş yaptı.

Yaklaşık bir yıl arayla iki Genç İngiliz Sanatçının [Young British Artists] ARTER’e konuk olması, bana “Bu, bir geleneğe mi dönüşüyor?” sorusunu sordurmadı değil; ancak sonrasında, meselenin yalnızca bir rastlantıdan ibaret olduğunu öğrendim. Collishaw’un işlerinin ardından, Quinn’in yapıtlarını da görmeme ön ayak olan bu hoş rastlantıdan memnun olduğumu söylemeliyim. Diğer yandan böylesi bir seçim ya da rastlantı, bazı eleştirilerin hedefi olmaktan da kurtulamayabilir.

Nitekim artık ellilerine yaklaşan Genç İngiliz Sanatçılar, ortaya koydukları yapıtların niteliği ve sanat piyasasıyla ilişkileri nedeniyle özellikle İngiltere’de halen ağır bir biçimde eleştiriliyorlar.

Guardian’ın sivri dilli eleştirmeni Jonathan Jones’ın, Marc Quinn’in Gezegen [Planet] adlı heykeli üzerinden sanatçıya yönelttiği eleştiriler bu duruma bir örnek olarak verilebilir. 2008 tarihli 10 metrelik heykelin Jones’un eleştirilerine hedef olmasına neden olan devasa bebek heykelinin, Singapur’daki bir parkta sergilenmeye başlanmasıydı.

Jonathan Jones’a göre bu heykel, çağdaş İngiliz sanatının kavramsal yöntemlerini, siyaseten doğruluk ve kahramanca duygularla bir araya getirerek dönemin en sığ sanat yapıtlarından bazılarını ortaya koyan Marc Quinn’in, indirgemeci bir sanatın babası olduğunu doğruluyordu. Jones’un, Quinn’i asıl eleştirdiği noktaysa, sanatçının cesur konulardan yola çıkan yapıtlarının, sanatta olması gerektiğini düşündüğü muğlaklık ve derinliği yansıtamayacak ölçüde doğrudan olmasıydı.[1]

Aynı Jonathan Jones, Hayalet Görüntü adlı sergisiyle geçtiğimiz yıl ARTER’in konuğu olan Mat Collishaw için hazırlanan katalogdaysa sanatçıya ilişkin şöyle yazmıştı:

Bir sanatçı olarak Collishaw bende mutlak bir hayranlık uyandırıyor. Onda güzellikten çirkinliğe, habercilikten fanteziye, çiğ ve gerçek olandan rüyamsı ve fantastik olana doğru son derece zeki bir tavırla kayan tehlikeli bir yan var. Bu yollardan herhangi birinde karar kılmaya asla razım olmadığından, sanat tacirlerinin sanatçılarının üslup özelliklerini birer ‘ticari marka’ olarak tanımlamaktan hiç de sıkılmadıkları bir dünyada Mat Collishaw’un sanatını satmak zor olabilir. Ama tam da sanatı bu denli huzursuz olduğu için modern hayatın tedirginliğini izleyiciye gerçekten iletmeyi başarıyor.[2]         

İki Genç İngiliz Sanatçı ve iki farklı yorum. İngiliz eleştirmenin, Collishaw’a ilişkin düşüncelerine katılsam da Quinn konusunda biraz abarttığını düşünüyorum. İki sergiyi de görmüş biri olarak, sanat tarihine yaptığı atıflar, eski ve yeni görüntü tekniklerini bir arada kullanmadaki ustalığı ve imge manipülasyonundaki yetkinliğiyle Collishaw’un sergisinin çok daha derin ve sarsıcı bir deneyime kaynaklık ettiğini söyleyebilirim. Söz konusu serginin böylesi bir etki yaratmasında, yapıtların sergileniş tarzının ve Başak Doğa Temür’ün küratöryel dokunuşunun da altını çizmek gerekiyor.

Elde edilen deneyim açısından Collishawvari bir etki yaratmıyor olsalar bile Quinn’in yapıtları da özellikle konu seçimi, kavramsal söylemi ve sanat tarihsel atıfları açısından hiç de yabana atılacak türden değil. Onlara dokunmak ve sarılarak fotoğraf çektirmek isteyenler göz önünde bulundurulduğunda, Quinn’in özellikle heykellerinin, izleyicilerle çok daha samimi bir etkileşime girdiği söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında, Quinn’in yapıtlarının çok daha davetkâr görünüyor. Sanırım, Jones’un –biraz abartarak da olsa– eleştirdiği de bu durum. 

Benim asıl gelmek istediğim noktaysa, bu gibi yorum ve tartışmalara yol açan böylesi iki sanatçıya ait yapıtların ayağımıza kadar gelmiş olmasının güzelliği. ARTER, Collishaw ve Quinn gibi sanatçıları İstanbul’daki sanatseverlerle buluşturarak hem yerel sanat sahnesine heyecan verici bir hareketlilik katıyor, hem de İstanbul’un uluslararası sanat çevrelerince bilinirliğine katkıda bulunuyor. 

Sergiye ilişkin ayrıntılara geçecek olursak, küratörlüğünü Selen Ansen’in yaptığı ve Marc Quinn’in otuzdan fazla yapıtının yer aldığı serginin, sanatçının yaklaşık yirmi beş yıllık sanat pratiğine ilişkin kapsayıcı ve açıklayıcı bir seçki olduğu söylenebilir. Quinn’in oto-portre gibi geleneksel bir resim türüne oldukça kavramsal bir noktadan baktığı ve en bilinen yapıtlarından biri olan Self, benzer bir şekilde Yunan ve Roma heykel mirasını yorumladığı mermerden yapılmış ampute heykellerden örnekler, ilk bakışta birer fotoğrafmış gibi görünen; fakat aslında yağlıboya resimler olan büyük boyutlu tablolar, Tarihin Yaratılışı adlı duvar halıları dizisi, Dünyanın Kökeni adını taşıyan dev deniz kabuğu ve Ebu Garip’te işlenen insanlık suçunu bir kez daha anımsatan Serap adlı bronz heykel bu yapıtlardan yalnızca birkaçı.

Kullandığı mecraların ve malzemelerin çeşitliliğine ek olarak, ortaya koyduğu yapıtların boyutları ve ağırlıkları da göz önünde bulundurulduğunda, hem sınırlı bir seçki oluşturulması, hem de bu seçkinin sergilenmesi bakımından Marc Quinn oldukça zorlayıcı bir sanatçı. Dolayısıyla giriş katı dâhil, mekânın dört katına yayılan serginin düzenlenişi açısından da iyi bir iş ortaya çıkarıldığını vurgulamak gerekiyor. Bu sürecin ardındaki en önemli isimlerden biri olan ve serginin küratörlüğünü üstlenen Selen Ansen**, serginin açılış günü yaptığımız sohbette, gerek serginin başlığının gerekse de içeriğini oluşturan seçkinin belirlenmesinde Marc Quinn’le birlikte karar verdiklerini dile getirdi.
        
Düşünsel arkaplanı eşik kavramı etrafında oluşturulan serginin başlığı olan Aklın Uykusu ifadesi de sergide yer alan çoğu yapıt gibi sanat tarihsel bir göndermeye sahip. Francisco Goya’nın 1797–1798 yılları arasında tamamladığı Los Caprichos adlı gravür dizisinin belki de en bilinen örneği olan Aklın Uykusu Canavarlar Üretir adlı gravürün esin verdiği başlık, Quinn ve Ansen’in ortak kararı sonucu şekillenmiş. Quinn’in birçok yapıtında görebileceğimiz sanat tarihinin yeniden yorumlanması meselesini, bu başlık özelinde de görmek olanaklı. Böylesi bir başlık seçiminin, Türkiye’nin mevcut siyasal ve kültürel iklimine üstü kapalı da olsa bir gönderme yapıp yapmadığını sorduğumdaysa Ansen, Marc Quinn’le ortaklaşa olarak belirdikleri başlığın altında böylesi bir düşüncenin yatmadığını belirtti.  

Selen Ansen’e yönelttiğim diğer bir soru da aslında dış mekânda sergilenmek amacıyla yapılmış olan Dünyanın Kökeni adlı dev deniz kabuğu heykelini sergileme mekânı dışında sergilemeyi düşünüp düşünmedikleri üzerine oldu. Serginin hazırlık sürecinin başından itibaren söz konusu yapıtın ARTER’in giriş katında yer almasını tasarladıklarını belirten Ansen, amaçlarının, mekânın içini ve dışını bir şekilde ilişkilendirerek eşik kavramını harekete geçirmek olduğunu ifade etti.

27 Nisan’a kadar ARTER’de görülebilecek olan Aklın Uykusu başlıklı Marc Quinn seçkisi, çağdaş sanatın günah keçileri olduğunu düşündüğüm Genç İngiliz Sanatçılar’ın sanat pratiklerini değerlendirmekte bir çıkış noktası oluşturabilecek olması ve Quinn’in sanat tarihini kendince nasıl yorumladığını gözlemlemek bakımından mutlaka görülmesi gereken yapıtlardan oluşuyor. Geçtiğimiz yılki Mat Collishaw sergisi gibi bu sergi de kaçırılmaması gereken bir sergi.

ykemaliz@gmail.com

 

* Haset, Husumet, Rezalet başlıklı serginin ardından başlayan iki sergiden diğeri de Volkan Aslan’ın Hatırlamayı Unutma  adlı sergisiydi.

** ARTER’in konuğu olan Berlinde De Bruyckere Yara başlıklı sergisinin küratörlüğünü de Selen Ansen üstlenmişti.

[1] Jonathan Jones, “Marc Quinn’s giant baby sculpture infantilises art”, Guardian, 21 Ocak 2013

[2] Jonathan Jones, “Çöküşün Arifesinde”, Mat Collishaw – Hayalet Görüntü sergi kataloğu içinde, ARTER, 2013, ss. 111-115

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 16:18:46