7 Mart 2023 tarihinde, Ay Yapım imzalı, Ahmet Katıksız’ın yönetmenliğini üstlendiği, senaristinin Hakan Bonomo olduğu ve SHOW TV’de ilk kez yayımlanan Aile dizisinde Serenay Sarıkaya ve Kıvanç Tatlıtuğ başrolleri paylaşıyor.
Dizi oldukça büyük bir sofranın kurulma aşaması ile başlar ve hatta dizi boyunca sofranın ne denli önemli olduğu vurgulanır. Dizide başrolleri paylaşan Devin ve Aslan ise başlangıçta uçakta karşılaşır, ilk bölümde kavga ve karşılıklı inatlaşma ile başlayan ilişki hızla farklı bir boyuta evrilir. Bölümün sonuna doğru her ikisinin de çocukluk travmalarından mustarip birer yetişkin olduğuna dair ipuçları verilir.
En baştan söylemem gerekir ki dizinin ilk bölümünden bazı tespitlerin yapılması çok aceleci olsa da bugünün “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” olması dolayısıyla ve dizinin bu tarihe denk gelmesiyle -7 Marttan itibaren kutlamalar yapılmaya başlandı çünkü- karakterler üzerinden bir takım tespitler yapmak mümkün. Yoksa elbette ki ikinci bölümden itibaren dizinin nasıl ilerleyeceğini bilemiyorum.
Dizinin konusu ise varlıklı bir aileden olan Aslan Soykan’ın ailesinin başından geçer ve bu olaylar zincirinde Aslan’ın ve Devin’in ortak noktaları, onları bir araya getirir, yani yaraları. Birbirine zıt bu iki karakterin, “Biz yanlış sevilen, yalnız çocuklarız,” sözleri zaten her ikisinin de ailelerinin konu olacağını işaret ediyor. Fakat burada dizi boyunca dikkatimi çeken iki nokta üzerinde durmak istiyorum. İlki Aslan karakterinin “Aslan: İnsan suretli canavar, manipülatör, narsist,” olarak tanımlanması ve annesi ile olan sorunlu ilişkisi. Kaldı ki Aslan’ın babası beş yıl önce intihar etmiş olan, sevgisiz bir babadır. İkincisi de sorunlu anne-çocuk ilişkisinin de bir yansıması olan Aslan’ın kişilik özellikleri ve O’nun kadınlarla olan ilişkisi. Burada anne-oğul ilişkisinde anne Hülya, aşırı koruyucu ve kollayıcı kişilik özelliği ile ön plana çıkıyor. Burada durup bir soru soralım, Aslan’ı yetiştiren annesi değil midir?
Aslan karakterinin bir benzerini daha önce Masumiyet dizisindeki İlker karakterinde görmek mümkündür zira İlker’in de narsistik kişilik bozukluğu emareleri bencil, kendini beğenen -ki zaten yakışıklı ve iyi giyimlidir-, manipülatif ve şiddet eğilimi ile kendini göstermiştir. Aile dizisindeki Aslan ise kendisini düz, normal, herkes gibi bir insan olarak tanıtmakta; ancak bu tutumun arkasında başka kişilik özelliklerinin olduğu, bunun davranışa nasıl yansıdığı konusunda izleyiciye bazı kesitler sunulur. Kaldı ki Aslan, kendisini takip eden bir adamı döver ve -kafasını ısırır hatta- burada şiddete olan meyli anlaşılıyor. Bu adamı ise annesi takmıştır peşine. Psikolojik olarak toksik bir aile örneğidir bu. Aslan, annesinin peşine birini taktığını anlar ve hesap sorar. Kimseye hiçbir şey yapmadığını, sorumlusunun annesi olduğunu söyler. “Bir annenin, oğlunun hayatını koruması suçmuş… Ömrümü adadım, bütün dünyayı karşıma aldım, ben ne yapıyorsam senin iyiliğin için yaptım” der annesi. Bu nedenle yeni kıza yani Devin’e dikkat etmesi gerektiğini ve bir daha uğraşmak istemediğini ekler.
Gelelim Aslan’ın şiddet gördüğü iddiasıyla ortaya çıkan eski sevgilisine ve onun anne Hülya ile diyaloğuna. Dizinin başlarında Hülya’nın telefonlarına, şantaj olduğu anlaşılan bazı kadın fotoğrafları gelir. Bu fotoğraflarda yüzü belli olmasa bile bir kadının bedenindeki farklı noktalardaki darp izleri açıkça gösterilir. Dizinin bir kısmında muhtemelen aynı kadın, vücudunda darp izleriyle Aslan’ın mekânında sahneye çıkar. İçinde bulunduğu durumu, bedenini, darp izlerini ve Aslan’ın narsist bir insan olduğunu, O’nun peşini bırakmayacağını ilan eder. Kadın korkusuzca, onları, yani aileyi ifşa edeceğini söyler. Buradaki olay Masumiyet dizisindeki Ela’nın uğradığı şiddeti hatırlatır; Ela İlker’e âşıktır, ona inanır, zaten İlker zengin, yakışıklı, eğitimli biri olduğu için başlangıçta üzerinde yoğunlaşan şüpheleri dağıtmayı başarır. Annesi ve en önemlisi de kamuoyu O’ndan taraftır, özel alanda gerçekleşen şiddet ifşa edilmez. Ne var ki dizinin sonunda İlker’in fail olduğu anlaşılmıştır.
Aile dizisine dönecek olursak, sahneye çıkarak şiddet gördüğünü söyleyen eski sevgili Aysel, anne Hülya ile yüzleşir, “Oğlunuz yaşam sevincimi öldürdü, kendimi beş para etmez değersiz bir eşya gibi hissediyorum der.” Hülya’nın buna yanıtı ise, “Bu kadar şiddet mağduru kadın varken, senin böyle piyasaya çıkman, yalanlar uydurman… Hemcinslerine yaptığın ihanetin farkında değilsin, değil mi?” olur. İşte buradaki bilinç ve yüzleşme çarpıcıdır. Ancak mağdur olduğunu söyleyen Aysel, oğlunun kendisinin yok ettiğini söyler. Bu durumda Hülya’nın sözünü ettiği bilinçli söylem ‘fiziksel şiddet’ üzerinden tanımlanırken; mağdur olduğunu söyleyen kadın, uğradığı ‘psikolojik şiddeti’, fiziksel şiddetin kanıtlarına başvurarak -diziye göre ‘numaradan’ yapar bunu- çıkış yolu arar.
Peki, hikâye bu kısma nasıl gelmiştir? Hülya’ya göre, Aysel mağdur rolü oynamakta, bedel ödetmek amacı olan, annesini tanımamış, kırılmayan kemiğini bırakmayan babasından şiddet görmüş, mazojist bir genç kadındır. Üstelik Hülya O’nun kolunu kontrol ettiğinde morluk olduğunu -uyuşturucu izi muhtemelen- görür ve tek derdinin Soykan soy ismini almak olduğunu söyler. Bölümün sonunda ise bu kadını, kaza yapmış bir araba içinde görürüz. Dolayısıyla burada muhalefeti de sindiren, sinsi bir cinsiyetçilik de söz konusu zira “Bakın, kadınlar da bu konuda yalan söylüyor,” gibi bir düşünce salık verilir. Elbette ki bunun ispatı, daha dizinin ilk bölümündeyken zordur ama yalnızca fiziksel şiddet mi ifşa edilmelidir?
8 Mart Dünya Kadınlar Günü gelmişken, “hemcinslerin” birbirlerinin uğradığı şiddeti gizlemeleri, görmezden gelmeleri ve normalleştirmeleri hiç de yabancısı olduğumuz konular değildir. Günümüzde cinsiyetçiliğin bu denli ifşa edilmesine rağmen, gün geçtikçe artan oranda öldürmeye varan kadına şiddet olaylarına tanık oluyoruz. Bu olayların, hep başkalarının, başka kadınların başına geldiğini zannederiz. Dizideki Aysel, şiddet gördüğü konusunda yalan söylüyor olsun ya da olmasın, 8 Mart’ta sosyal medyada yapılan kutlamalar, tüketime yönlendirilen toplum, dağıtılan karanfiller ile hem şiddetin üstü örtülmekte hem de bir şekilde cinsiyetçi ikiyüzlülüğün\ikiyüzlülüğümüzün deşifre edilmesinin ne denli mühim olduğunu tekraren göstermekte.
Gelelim Aslan ve Devin arasındaki ilişkiye.
Devin: Hareket, çaba, gayret ve kımıldanış.
Devin, daha ilk andan Aslan’ın dikkatini çeker ve aralarında ilginç bir çekim başlar. Devin, dizinin başlarında hastaneye koşarken, kardeşini hasta yatağında görür ve kulağına söylediği tek bir sözle çekişme yaşarlar. Devin’in kardeşi Yağmur. Kavga, uyuşturucu vakaları olan biridir. Devin, kardeşinin içinde bulunduğu durumdan kendini suçlar. “Bak ne kadar da çok seviyormuşum onu, öyle bir zehir ki çok sevmek… Ya da kanımızla canımızla nefret edeceğiz, aileden böyle gördük çünkü. Sonra büyüdük, yanlış sevilen yalnız çocuklar olduk,” der Aslan’a ve ekler, “Senin ailen nasıl?” Aslan, bu soruyu ‘sıradan’ şeklinde yanıtlar. Gel gelelim ki henüz Derin’in ailesinin nasıl olduğunu ve elbette dizinin devamında ne olacağını bilemiyoruz. Kaldı ki Devin’in psikolog olmasının kendi ailesi ile olan ilişkisinin bir yansıması mıdır bilinmez. Ancak aşağıdaki sözle, dizi bizlere ipucu veriyor. Aile yalnızca bir sofra etrafında toplanmak mıdır?
Aile: Bütün kötülüklerin iyi niyetle yapıldığı yer
AYRICA OKUYABİLİRSİNİZ:
Ayşegül Yaraman, 2020, Cinsiyetçi İkiyüzlülük, İstanbul: Bağlam Yayınları.
Kinem Tokdemir, 7 Haziran 2021, MAĞDURLAR VE İŞBİRLİKÇİLER: MASUMİYET, SANATATAK, http://www.sanatatak.com/view/magdurlar-ve-isbirlikciler-masumiyet