A password will be e-mailed to you.

 

Ai Weiwei’nin SSM’deki solosunun tarihi yaklaşıyor. Sanatçının 2016’da Paris Le Bon Marché mağazasındaki ilginç çalışmasını, mültecilere ve mülteci sorununa yaklaşımını, sanatını, kültür üzerine fikirlerini paylaştığı Le Figaro röportajını yazarımız Efe Ülgen’in çevirisiyle yayımlıyoruz.

 

Le Figaro: Bütün dünya sizi ifade özgürlüğünü savunan, sosyal meseleleri tüm çıplaklığıyla ortaya koyan, politik bir sanatçı olarak tanıyor. Hal böyle olunca eserlerinizi lüks bir mağazada görmek çok şaşırtıcı oluyor. Burada bir çelişki yok mu sizce de?

Ai Weiwei: Bence yok; daha çok, insanların konseptler üzerine özgürce ve sınırlardan kurtulmuş bir şekilde düşünmeye alışık olmamaları durumu var. Hayatın derin anlamında mizah ve kavrayışa yer vermiyorlar.

 

Le Figaro: Yani insanlar buradaki nükteyi anlamadıkları için mi buna çelişki diyorlar?

Ai Weiwei: Kesinlikle öyle. Bence sanatçılar bütün duvarları yıkmalıdır. Biz hayat, insanlar, içinde yaşadıkları şehrin durumu, tarih ve geçmiş hakkında şeyler söyleriz. Bu noktadan bakınca bu “büyük mağaza”nın çok köklü bir tarihi var; burası, modern zamanlarda umudu, kadınlar için evlerinden çıkıp sosyalleşme fırsatını temsil ediyor. Bütün bunlar politik ve övgüye değer. Müzeler risksiz bölgeler. İçlerinde hiçbir sorun ya da çelişki barındırmayan kurumlar. Gelgelelim bugün, müzelerin kültüre katkıları çok daha az…

 

Le Figaro: Böyle düşünmenize Londra, Royal Acamedy of Arts’daki retrospektif serginizle yakaladığınız toplumsal başarı mı sebep oluyor?

Ai Weiwei: Olayları bütünlüklü olarak ele almak lazım. Bir olaydan fayda sağlamanız onu sorgulamamanız ya da bakış açınızı ona uydurmanız gerektiği anlamına gelmiyor. Daha nesnel olmalıyım; müzelerin ve galerilerin günümüz dünyasındaki rolünü daha iyi görmek için.

Le Figaro: ‘Le Bon Marché’de, bir müzede olduğunuzdan daha mı özgürsünüz?

Ai Weiwei: Evet, burası daha değişik insanlar, daha değişik yaklaşımlar sunuyor. Yüzyıllık bir mağaza, insanların hayatına etki ediyor elbette. Buraya gelen insanların satın aldıkları şeyler kişiliklerini yansıtıyor. Benim gibi çocuksuluğu seven biri için çok çekici bir durum bu. Öbür yandan, buradaki hiçbir şeyin beni çocukluğuma götürdüğünü söyleyemem. Aslında hiçbir yer için bunu söyleyemem. Aynı şeyi beni her zaman şoke eden kitapçılar için de söyleyebilirim. Bu projeden önce ‘Bon Marché’ hakkında pek bir bilgim yoktu; ama şu an burası hakkında okuduklarımla, 150 yıl önceki halini hayal etmeye çalışıyorum. 1930’ların başında buraya gelen babamı da düşünüyorum; insanların bu toplumsal kutuplarda nasıl toplandıklarını… Burası ticari bir yer; evet, ama ticari rekabet ve tüketme arzusu olmasaydı toplumumuz aynı olmazdı.

 

Le Figaro: Bugün, şüphesiz ki Çin’de müzeden çok büyük mağazalar var; ama diyelim ki çok da müze yapılıyor…

Ai Weiwei: Çin’de çok hızlı davranıyorlar. Yüzlerce, binlerce AVM yapılıyor. Müzeler başka bir olay. 2008 Olimpiyatları’ndan önce hükumet iki bin müze sözü vermişti. Bunların ne kadarı yapıldı bilmiyorum. Gelgelelim ne yazık ki Çin’de, dünya standartlarına uyacak bir müze yok henüz. Yakın gelecekte de böyle bir proje görünmüyor.

Müzeler bir toplumu derinlikli olarak algılamaya yarar; ne var ki, bu toplumdakiler bireyselliği yakalayamadıkları zaman bir işe yaramazlar. Müzede gördükleri eserleri kendi değer yargılarıyla algılamaları lazım. Buradaki gibi bir mağaza günümüz dünyası hakkında en kapsamlı anlayışa ulaşmamızı sağlıyor.

Le Figaro: Gündeme dair olaylarda sürekli adı geçen birisiniz. Sizi ilgilendiren son gündem başlığı mülteci sorununa kendinizi adamanız ve Midilli adasına yapılmasını teklif ettiğiniz mülteci anıtı. Çocuklar, Akdeniz’deki kazazedeler düşünüldüğünde trajik ama sizin uçurtmalarınızla harikulade oluyor. Bu, bilerek yaptığınız bir çift anlamlılık mı?

Ai Weiwei: İnsanlığı bölünmez bir bütün olarak ele almalıyız. Hayatı anlamak yerine bundan politik anlamlar çıkarmaya çalışmak çok tehlikeli. Hayat özgürlük için verilen bir savaştır. Burada özgürlük, ifade, düşünce ve yargı özgürlüğünü ve özel hayatlarımızı yaratma şeklimizi de kapsıyor. Burada asıl önemli olan şey trajik olaylara maruz kalan insanlarla empati kurabilmek.

Bu sabah New York Times’da Midilli’deki mülteci çocukların bir fotoğrafını gördüm. Her gün bunlara yüzlercesi ekleniyor. Düşünebiliyor musunuz; bir sene içinde küçücük bir adaya sığdırılmış üç yüz elli bin kişi! Neredeyse yarım milyon! 2013’ten beri Birleşik Devletler’e kaç mülteci kabul edildi biliyor musunuz? Sadece iki bin beş yüz… Bu sayı, Yunanistan’a bir günde giren kaçak yolcu sayısı. Dünyada maalesef adalet yok. İnsan haysiyeti, ahlaki değerler herkes için eşit geçerlilikte değil.

 

Le Figaro: Kendinizi burada nasıl konumlandırıyorsunuz? Tepki verilmesi gereken olayları nasıl seçiyorsunuz? Mesela Paris Saldırısı’na tepkisiz kalmıştınız…

Ai Weiwei: Hayır, Ocak ayında gazetecilere yönelik gerçekleşen saldırılara tepkiliyim elbette. Bu saldırı özgürlüğe karşı yapılmıştı; yani özgür dünyaya karşı. Bir sanatçı olarak konuşmakla yetinmemeliyim; bir tavır takınıp, olayların içinde yer almalıyım. Aksi takdirde ben, ben olamam. Mülteciler vakası için de aynı şey geçerli; sadece konuşmak yetmez. Bir şeyler, bir çalışma yapmalıyım. Sadece tepkili olmak yetmez; bu olayın neden gerçekleştiğini ve nasıl sona erdirileceğini bulmalıyız. Umut yoksa geç kalınmış demektir.

 

Le Figaro: Toplu göçün de ötesinde durum gittikçe karışıyor. Artık Berlin’de yaşıyorsunuz. Almanya’da mülteci sorununun, yardımsever girişimleri de yetersiz bırakarak komplikeleştiğine şahit olabilirsiniz. Köln olayları fikrinizi değiştirmenize sebep oldu mu?

Ai Weiwei: Tabii ki hayır. Şahsi fikirlerim, gerçekleşen olayları öznel bir şekilde algılamamla oluşur. Fikir değiştirmeyi çok isterdim; ne var ki durum ortada. Yardıma muhtaç insanlar varken suçlayacak birilerini aramak çok ırkçı bir yaklaşım. Bu çok kötü bir şey. Bu olayları büsbütün kötüleştirmekten başka bir şeye yaramaz. İnsanlığı bir bütün olarak görmeliyiz. Nereli olursanız olun, içinizi kaplayan karmaşa ne olursa olsun, bu insanlığa karşı yapılmış bir saldırıdır. İnanıyorum ki yerleşik nüfusun içinde ne kadar suçlu varsa, mültecilerin içinde de o kadar var. Serserilerin içinde mültecilere yüklenmek, dar bir bakış açısı olmakla beraber, bir takım politik planlara yardımcı olmaktan başka bir şeye yaramaz. Bu şekilde bütün insanların eşit doğduğu inancı zedelenir.

 

Le Figaro: Batı’da yeterince anlaşıldığınızı düşünüyor musunuz?

Ai Weiwei: Batı çok çalkantılı bir kavram. Kendine has tarihinde ihtişamlı kısımlar kadar karanlık yerler de var. Geçmişinin üstesinden gelip, buna bir çözüm getirecek vizyoner bir yaklaşım bulabilecek mi? Mülteci sorunu bugün ortaya çıkmış bir şey değil; tarihten, dini inançlardan, düşünce ayrılıklarından kaynaklanan eski bir sorun. Bunun güvenlik önlemleri , kontrol takıntısı, güvenlik kameraları gibi şeylerle çözüleceğine inanmıyorum. Bu, çözümsüz bir sorun.

“Kültür, asla entelektüel mastürbasyon değildir!”

Le Figaro: Çin’de başka türlü mü anlaşılıyorsunuz? Marcel Duchamp’a ya da Vladimir Tatlin’e olan referanslarınız burada, Çin anlatılarına olan referanslarınız ise Pekin’de ilgi çekiyor. Burada ve orada farklı şekillerde mi algılanıyorsunuz?

Ai Weiwei: Kültür, çıraklığa, meydan okumaya ve tehlikeye dair bir meseledir; bilincimize, duyarlılığımıza ve algılama kapasitemize bir anlam yükler. Kültür, asla entelektüel mastürbasyon değildir! Bunu anlamazsak sanatın bir anlamı kalmaz ve iletişim başarısız olur. Bir sanatçı olarak, özgün bir dil ya da yeni bir kültürel ittifakla kural bozan bir jargon yaratabilmek için her zaman tarihten, geçmişten ders çıkarmaya çalıştım.

 

Le Figaro: Kendinizi kural bozan biri olarak mı görüyorsunuz?

Ai Weiwei: Elbette, iliklerime kadar kural bozan biriyim. Havsalam beni her zaman ‘kurumlar’ı sorgulamaya itti.

 

Le Figaro: Çocukluğunuzdan ileri gelen bir durum sanırım?

Ai Weiwei: Belki de… ama her şeyden önce bu, bir entelektüelin doğasında olan bir şey! Saygı duyulacak tek şey yaşamdır; ve hayat nedir? Bunun anlamını bulmak kişiye kalmış.

“Ben öğrendiğimi öğretirim”

Le Figaro: Berlin’de dersler veriyorsunuz. Öğrencilerinize neler söyleyip öğreteceksiniz?

Ai Weiwei: Ben öğrendiğimi öğretirim; öğretmek namına tecrübelerimi paylaşmaktan başka yapabileceğim hiçbir şey yok. Belki de azalıyordur bu şekilde. Ayrıca ben de, öğrencilerimden çıraklık evresini öğreniyorum. Usta kimdir, kim değildir? Benim öğrettiklerimin temelinde mülteci sorunu var. Bu konuya girdiğimiz zaman görüyorum ki insanlar hep medyadan ya da kitaplardan öğrendikleri beylik laflar ediyorlar. Medya organları olayları yanlış bir biçimde sunuyor. Asla doğru bir yaklaşım sergilemeyip, terimlerin gerçek anlamlarını kavrayabilmek için derin bir anlayışa vakıf olmaya çalışmıyorlar. Bu durumla, medyada olduğu gibi sınıfımda da karşılaşıyorum.

 

Le Figaro: Bu yanlış anlaşılan terimlere bir örnek verebilir misiniz?

Ai Weiwei: Bir tane söyleyemeyecek kadar çok örnek var; ama madem çok istiyorsunuz söyleyeyim. Tarihsel ya da semantik (mülteci kelimesini sadece günümüzdeki Suriyeli mültecileri düşünmeden kelimenin genel anlamı) açıdan ele alındığında mülteci nedir? Diyebilirim ki, köklerimiz düşünüldüğünde, hepimiz bir noktada mülteciyiz. Hepimiz bir yerden belli bir yere ya da çağa iltica ettik. İnsanlığın gelişimine odaklanmalıyız. Hepimizin kökleri Afrika’ya, oradaki mücadelelere, üstünlük kurma ya da dışlama çabalarına dayanıyor. Eğer olayları bu geniş perspektiften görebilirseniz günümüz politikasını daha iyi anlayabilirsiniz.

“Beni istediğiniz gibi görebilirsiniz”

Le Figaro: (Eserlerinizdeki) Uçurtmalarınız, Asya’da yas anlamına gelen beyaz renginde. Bu seçimi buna istinaden mi yaptınız? İhtişamı ve yası birleştirmeye mi çalışıyorsunuz? Bir aktivistten ziyade bir plastisyen (Kanada’da ortaya çıkmış bir soyut resim akımı) olarak mı görülmek istiyorsunuz?

Ai Weiwei: Beni istediğiniz gibi görebilirsiniz. Bu beni çok bağlamıyor. Hayat beni sanatçı olmaya itmiş olabilir ama her şeyden önce bir insanım. Bir hapishanede ya da süpermarkette de sergi açabilirim; benim için bir fark yok arada. Benim için önemli olan tek şey; bir sergi açarak iletişim kurmak, insanların aktarmak istedikleri düşünceleri algılamak ve bunları bir şekle sokmak.

Le Figaro: En iyi özellikleriniz nelerdir?

Ai Weiwei: İnsanlığa her zaman derinden inanmışımdır. Onun özünden asla uzaklaşmam; her zaman yakın durmaya çalışırım. Benim özüm böyle sanırım.

 

Le Figaro: Peki en kötü özelliğiniz nedir?

Ai Weiwei: Aynı şekilde; insanlığa olan güvenim, sanırım…

 

Kaynak: Ai Weiwei:«Je pourrais exposer dans une prison ou un supermarché»

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 10:21:18