Abidin Dino‘nun çizdiği Seyran Destanı’nın resimlerinin çizimine dair Gülten Akın-Abidin Dino mektuplaşmaları şimdiye kadar ortaya çıkmamıştı. Hem mektuplar hem de Seyran Destanı‘nın tamamı (kitapta 16 resim yer alsa da toplamda 39 çizim bulunuyor) 6 Kasım 2016’dan beri Galeri Nev’de (Ankara) ilk kez sergileniyor.
Ölüm yıldönümünün ardından Akın’ı bir kez daha hatırlamak için Vivet Kanetti‘nin Gülten Akın’ı anlattığı yazısını paylaşıyoruz:
Gülten Akın’la hep “mavi atlar”
Gülten Akın’da beni büyüleyen, büyük şairlerin çoğunda olduğu gibi (ama söz konusu bu haşin topraklarda boy atabilmiş ve rüzgârlarda boynu kırılmamış bir Gülten Akın olduğunda, çok daha fazla), kâh hayranlık, kâh adlandırma ihtiyacı ve daha nice dürtüyle dikilmiş gömleklerin hiçbirine sığmayışıdır… O gömlek isimlerini her duyduğumda şaşırıyorum: Mesela, “Gülten Akın şiirin öz annesi” ?? Evet, gerçek hayatta büyüttüğü o beş evlât (inanılacak şey mi?), onlarla gelen ve günlerin getirdiği depremler, elbette “Anneler İlahisi” (anneler olmasa kim kimi severdi”)… Gene de, niye “şiirin annesi?” Niye şiirin ele avuca sığmazı, her koşulda kendine bir hayali pencere, hatta bir vasistas açıp ona tırmanarak uzaklaşabileni, yeniden icat ettiği özdilinde umulmadık vadilere açılanı değil?
Gene: özgürlük hayalleri kurmuş kadın-kız sözcüklerinin yanına bu topraklarda en yakışır bulunan sıfat “deli”, Gülten Akın’ın sığabileceği bir gömlek midir? Sezen Aksu’nun bestelediği Deli Kızın Türküsü’ne rağmen, hatta o şiirin dokusunda dahi (ve Sezen’in duyarlı olduğu kadar bilinçli okuyuşu bunu müthiş vurgular) Gülten Akın, bir “deli şair” olmaktan pek uzaktır.
Peşpeşe gelecek, bugün de tekrarlanan “adlandırılmalara” kendisi hiç itiraz etmez gerçi… Bir başeser olan “beni sorarsan” kitabını beklemeli, şu iki dizeyi okumak için:
“Görünmez kaldı kendi diktiğim/ Bana giydirdikleri gömleği gösterdim.” (Gömlek)
Bu kadar. Fazlası değil… Durup “ince şeyleri” düşünüp anlamaya, anlamı deşmeye zaman ayıracaklar için, buyrun, yeterince engin bir deniz.
Gülten Akın’ın şairliğinde, kendi özgül koşulları ve bu ülkenin bildik koşullarının çok ötesine geçerek yaratılmış, hepimizi, zaman zaman muhtemelen kendisini de aşan bir “sır” var. Her büyük şairde olduğu gibi. Az çok yaklaşabilsek, şu/bu sıfatla, toplum içindeki duruşlarıyla (evet İHD kurucusudur, avukat ve öğretmendir, Anadolu’yu ve kadınları işitmiştir) adlandırsak da, kendini tam ele vermeyecek, tam yakalayamayacağımız bir varoluş sırrı… Hem dayanıklı hem gayet uçucu bir çekirdek. Bir büyük şair çekirdeği.
Gülten Akın’ın şiirleri bu ülkenin kadınları için çok şey mi ifade etti? Evet, buna hiç kuşku yok.
Tonlarca matbuatın titretemediği telleri, aşılayamadığı güveni kaç nesil onun dizelerinde buldu:
“Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi/ Bir şeycik olmadı -Deneyin lütfen- ”
Tonlarca teorik literatürün yapamadığını başarabilen, o büyük sembol kadar (kara saçlarını kesmek), dramatik ve şahane imgeyi dengeleyen, sözün tumturağa düşmesini engellemek için gelen o mucizevi, bir bugün rapçisinin, bir bugün twittercisinin özeneceği o “n’olacak şimdi/Bir şeycik olmadı”dır da. Çünkü büyük şairler yazdıkları şiirden çok sonra doğacak çocukların diline de aşinadırlar…. Elbette bu nedenle, “Bana Modern Türkün Tarifini yapabilir misin Kaan” (2009) romanıma da almıştım, Gülten Akın şiirlerinden dizeleri… Orada bir dijital site vardı, bugün bizim sürekli girip konuştuğumuz, biraz da içinde yaşadığımız twitter gibi bir ortam, bir 3 Mart günü, Yozgat doğumlu Almanya’da yaşayan Merve ile Nihal arasına Gülten A.’yı sızıp şöyle demişti:
“Gülten’i Yozgatlı demesinler budan böyle/ Nerde ölürsem oralı olayım/Doğularda, yolsuz dağların / Soğuk suların başında öleyim.” Dayanamayıp birkaç dizesini daha yerleştirmiştim o ortama… İzin dahi almadan. Korsanca. Bugün twitterda ya da facebook ‘ta hep yaptığımız gibi.
Biz buraların kadınları (tabii kötücüllük mühendisliğiyle ayakta kalındığına inananlar hariç), ortak zaferlere açız… Ortak zaferlerimiz nadirdir bizim. İşte o pek nadir zaferlerimizden biri, belki birincisi, Gülten Akın’ın varlığıdır. Hem kendisine bahşedilen hem kendisinin tepeden tırnağa yeniden yarattığı varlığı. İnce ve sert kabuklu kocaman şiiri. Kalıplara, düzenin, hatta en sevdiklerinin diktiği gömleklere sığmayışı… Yırtıp parçalayarak da değil, onların içinden usulca sıyrılarak sığmayışı: “birdenbire değil, usul usul.”
Velhasıl yüzbinlerimiz üstünde hakkı vardır ve en güzel ortak zaferimiz, Gülten Akın’ın, kabuğu etrafında dolansak da hiçbir zaman tam erişemediğimiz ve delemediğimiz büyük şair çekirdeğidir. Gülten Akın’ın tekliği ve çokluğu. Çokluğu ve tekliği.
Bitirirken, son büyük şaheseri, “beni sorarsan” kitabındaki şiirlere iki üç cümleyle değinmek istiyorum. Sadece “ilkyaz”ın ıslığına, sonbaharın hüznüne değil, iyice yakınına gelmiş, artık içine yerleşmiş kışa da dikkat kesilebilen sanatçıları, şairleri apayrı bir yere koymalı… Gülten Akın’ın, yaşlılık, hastalık günlerine, “kış işte” mevsimine, en yakın ilişkilerin yeni safhasına (Çocuklar/ Onlar artık konuklardır) keskin bir içgüç, iştah ve hakimiyetle (kendini salıvererek değil) dikkat kesilişi, son ana dek süregelen kendini izleme tutkusu (tekliğini ve onun içindeki çokluğu dinlemece), bu dinleme ve izlemede aşkınlığı, yani şiiri arayışı, diyalizinden, hasta-doktor, hasta-ev, hasta-dünya diyalektiğinden hareketle yazılmış o mucizevi şiirler (Diyaliz, İktidar I, İktidar II) bunların hepsi, başedilemez, dizginlenemez özgürlüğüyle bizi büyülüyor ve izin verirseniz Gülten Akın (hepimize hakkınızı helâl etmeden önce), sanki bir kez daha ortak zaferimiz oluyor.
Vivet Kanetti, Zete