Damon Albarn hem eski Afrikalı müzisyen dostları hem de yeni Suriye Orkestrası üyesi müzisyen arkadaşlarıyla Açıkhava tiyatrosunda İKSV Caz Festivali’nin açılış konserini yönetti. Bir bakıma bu konserin ‘küratörlüğü’nü yaptı. Suriye orkestrası ve korosu anlamadığımız -keşke alt yazı olabilseydi- dokunaklı şarkılarını pırıltılı ve beyaz elbiseleriyle, savaşa, göçe, ölüme rağmen gülümseyebilen gözleriyle okudular. 

Nerede bizi özgür kılacak o aşk şarkısı  Çok insan dertli Her şey tersine gidiyor Bilmiyorum aşkın ne olacağını Eğer hayal etmeyi bırakırsak şimdi

Tanrı bilir asla bulutları temizleyemeyeceğiz Ve sen son zamanlarda çok meşguldün Kafanı açacak vakti bulamadın

Ve dünyanın nasıl zarif döndüğünü izleyemedin zamanın dışında Bana rüya görmediğimi söyle zamanın dışında

Biz zamanın dışındayız zamanın dışında

Zamanın dışında zamanın dışında

(Zamanın Dışında, Tink Tank Albümü, 2003)

Bu şarkıya John Hardwick tarafından çekilen klip, Blur’un hınzır ve çılgın üyelerinin boy göstermediği ilk müzik videosuydu. 1990’ların çağdaş sanattaki Tracey Emin, Gavin Turk’leri aratmayacak denli konformist ve çılgın sanatçı gruplarından yalnızca biriydi Blur. Pulp bir başkasıydı. Ne var ki 1990’lar çabucak geçecek. Gavin Turk şansını 2000’ler geldiğinde Türkiyeli galerilerde nazar boncuğuyla aramak zorunda kalacaktı. Varolmak, bir onlu yılları kapatıp diğerine kalabilmek hele konu çağdaş sanatsa zordu. Müzikte de elbette… Ama Blur kendine özverili ve ‘modernist’ bir yön çizdi. Tracey Emin çoktan resim yapmaya başlamıştı oysa. Belki Stones’dan, belki Led Zeppelin’den ve bana kalırsa Picasso’dan miras edinerek, Blur, Damon Albarn’ın öncülüğünde Afrika’ya gitti. İkibinli yılların ilk yıllarında yapacağı albüm için Afrikalı müzisyenlerle albümün yarısını Fas’ta yarısını Londra’da kaydetti. Albüm,’Oğlan gibi kızların kız gibi oğlandan hoşlanmasından’ falan bahsetmiyordu. Albarn, Tink Tank albümünü ‘aşk ve politika hakkında’ diye tarif etmişti. Aynı dönemde John Lennon’ı andırması çok doğal açıklamalar yaparak "Afganistan’ın işgaline, Irak’a yapılan müdahalelere karşı olduğunu” sık sık dile getirdi. Şarkıya çekilen klipte 2002 yılına ait BBC arşivinden alınan film, Amerikan ordusu mensubu kadın havacıyı, bir kaybeden, bir anti kahraman olarak gösteriyordu. Bu Jill Ameropasa’ydı. 24 yaşında bir savaş uçağı teknisyeni. Eve dönüşünün hemen ardından sevgilisi tarafından terk ediyen Jill, Albarn’a göre savaş karşıtlığının bir sembolüydü. Paul Eluardvari bir tavırla, Albarn, aşk ve politikayı kesinlikle Ahmet Kaya’nın Kum Gibisi tadında şehirlere bomba yağarken sevişebilmekten bahsettiğindeki kadar politik ve derin ele alabilmişti.

Albarn, dün gece hem eski Afrikalı müzisyen dostları hem de yeni Suriye Orkestrası üyesi müzisyen arkadaşlarıyla Açıkhava tiyatrosunda İKSV Caz Festivali’nin açılış konserini yönetti. Bir bakıma bu konserin küratörlüğünü yaptı. Suriye orkestrası ve korosu anlamadığımız -keşke alt yazı olabilseydi- dokunaklı şarkılarını pırıltılı ve beyaz elbiseleriyle, savaşa, göçe, ölüme rağmen gülümseyebilen gözleriyle okudular. Onların yanı sıra Albarn elbette Ouf of Time’ı söyledi ama Bu Kolthoum, Lübnanlı Malikah, Suriyeli Mounir Troudi, ve uzun yıllardır sevdiğimiz Rachid Taha, Amerikalı Julia Holter, Noura Mint Seymali – Ardine, Bassekou Kouyaté, Seckou Keita- Kora ve Türkiye’den Ceza da şarkılar söyledi. 

Müzisyenler adını bildiğimiz ve bilemeyeceğimiz enstrümanlarıyla karşılıklı sololaşıp yaylılarından çıkan sürprizli, esrarengiz seslere, baslara ve nicelerine şaşırmamızı sağladılar.

Bu konser şunu gösterdi bir kez daha: Godard’ın meşhur sözünü hatırlatarak…

"Politik film yapmam filmleri politik olarak yaparım."

Politik bir konser değil, politik olarak yapılmış bir geceydi Damon küratörlüğündeki bu bir araya gelme… Buluşma… Her şeye rağmen acıya, savaşa rağmen şarkılar söylemeye devam etmek. İçinden geçtiğimiz günlerde şarkı söylemek bile başlı başına politik bir eylem. Tıpkı açıkhava’ya bir konser dinlemeye gitmek gibi.

Aşk ve politika hakkında hayatımız…

Her an bir savaş uçağı teknisyeninden farksız, uçurulup uçurulmayacağımız, gözaltına alınıp alınmayacağımız, bunlardan biri olursa kaybedeceğimiz aşkımızı hatırlayarak titrediğimiz zamanların birer kahramanıyız.

Hepimiz bir anti kahramanız zamanlarımızın.

O yüzden Damon Albarn’a bu bir araya getirmeyi sağladığı için, bu alan’ı açtığı için, bu alan’da bize de yer verdiği, Derrida’dan ödünçle ‘konukseverliğin ne olduğunu bilmeye’ işaret ettiği, en önemlisi bizi zamanlarımızın dışına çıkardığı, şarkılarla bildiğimiz, tanıdığımız her gün sokakta rastladığımız ve suçluluktan ne yapacağımızı şaşırdığımız komşularımızın şarkılarına seslerine kulak verip gözlerinin içine bakmamızı sağladığı hatta onlarla birlikte birkaç kez ‘Suriye, Suriye’ diye bağırabildiğmiz için Şükran.

Suriye, Suriye…

Daha fazla yazı yok
2024-03-29 09:17:10