Pozitif Düşünce Belagatı Egemenlik İlişkilerinin Oyunudur!!! 

Berk Çakır’a hediyesiyle bana aşağıdakileri hatırlattığı için.

Geç kapitalizmin neoliberal zihniyetinin neredeyse/genellikle muhaliflerini dahi belirleyecek kadar içselleştirilmesini Gramsci’nin tarihsel blok ve hegemonya kavramlarıyla anlamak ne kadar kolaydır aslında. Ekonomik ilişkiler/alt yapı, zihinsel ve manevi faaliyetleri/üst yapıyı belirler ama; alt yapının egemenlik ilişkisi otomatik, eşzamanlı ve özdeş olarak üst yapıyı belirleyemez. Diğer bir deyişle ezen-ezilen ilişkisinin meşruiyet kazanması süreç içerisinde gerçekleşir. Ancak üst yapı altyapıya özdeş hale geldiğinde (tarihsel blok oluştuğunda) sistem hegemonik hale gelir. Zihinsel ve manevi faaliyetler (sivil toplum) artık tamamen altyapıyı meşrulaştırmak ve dahası yeniden üretmek durumuna dönüşmüştür. Zihin kontrolü, kişilik özellikleri ve giderek kişilik yapıları egemen sistemin/ egemen sınıfın çıkarlarına uygunlaşmıştır; egemen sınıfın/ egemen sistemin norm ve değerleri, geniş kitlelerin çıkarına ters düştüğü halde onlar tarafından dahi gönüllülükle benimsenir ve yeniden üretilir hale gelmiştir. Kısaca sistemin, doğal muhalifleri bile sisteme sadece itaat etmemekte; adeta Stockholm Sendromu’nun bir ideolojik örneği gibi işkencecisine aşık olmakta, ondan çocuk edinmektedirler! Bu sosyo-politik tespiti psikolojiden bir açıklamayla beslersek, W.Reich’ın Character Analysis (1933) tarihli kitabından alıntı yapabiliriz: “Her toplumsal düzen kendini korumak için gereksinim duyduğu karakter biçimlerini yaratır (…) Karakter yapısı (…) verili bir çağın sosyolojik sürecinin billurlaşmasıdır.”[1]

Geç kapitalizmin eklektik ve yaşamsal söylemi neoliberalizm; sistemin toplumsal, ekonomik ve bireysel yeniden üretiminde hegemonikliğin bir diğer adı olmuştur. Alt yapıya uygun norm ve değerler, ezilen geniş kitlelerin karakter yapılarını, kişiliklerini belirleyecek derece hegemoniktir; bu durum dönerek alt yapının yeniden üretimini sağlamakla yetinmez, olası muhalefeti de sistemin sınırlarına, diline kısacası zihniyetine çekerek evcilleştirir.

Bu bağlamda 2003’de yaptığım araştırmada, bireycilik, narsisizm, hedonizm, aldırmazlık, göçmenlik gibi özellikleri gençlerde test etmiş ve sistemin çıkarlarına bağlı bu niteliklerin yükselişini ortaya koymuştum.[2] Ancak söz konusu özellikler o kitaptakilerle sınırlı değildir. Yukarıdaki niteliklerle karşılıklı ilişki içinde bulunan ve hegemonikleşmiş/gönüllü zihin kontrolünde etkin rol oynayan “pozitif düşünme” ile onun sosyopsikolojik ve ideolojik komplikasyonları giderek vahimleşiyor.

Sistemin hegemonikleşmesi problematiğinden bakıldığında “dünya batsa pozitif düşünme” statut quo’nun en büyük güvencesi. Zira, “mutsuzlar (pozitif düşünmeyenler a.y.), bir tehlikeyi, bir yanlışlığı, bir haksızlığı, bir adaletsizliği mutlulardan (pozitif düşünenlerden a.y.) çok daha çabuk fark ederler.”[3] Yani olası muhalifler pozitif düşünenlerden çık(a)maz; dolayısıyla kendi zihinlerini biçimleyerek düzeni benimser ve sorgulamadan yeniden üretirler. Bu öylesine egemen bir normdur ki,  “mutsuzlar (…) sindirilirler (…) durumları hakkında konuşmaya hatta düşünmeye bile cesaret edemez olurlar, çünkü her şeyi pozitif görmek gerekiyorken negatif düşüncelere”[4] kapıldıklarını düşünürler: “belki de mutluluğa kabiliyetsizdir(ler), genetik bir (kusurları), üzücü bir sosyal enge(leri) vardır”[5]

Bu konformist pozitif düşünceciler o kadar korkarlar ki farklıdan yani olumsuz düşünenden, sürekli onlardan uzaklaşılmasını tavsiye ederler çok satan “kutsal kitaplarında” veya sosyal medyadaki “veciz paylaşımlarında”. Her şey için pozitif düşünmeyi “başarırken”; mutsuzlarla ilgili iyimser olamazlar nedense. Böylece postmodern toplumun anormali ilan edilir mutsuzlar/olumsuz düşünenler ve sürüye katılmayı “dışlanma” tehdidiyle “kendiliğinden” başaramazlarsa,  antidepresanlarla “serotonin”e kavuşarak post endüstriyel toplumun temel metalarından birini üreten ilaç sektörüne katkıda bulunurlar.

Pozitif düşünemeyecek kadar zeki ve cesur olanları sisteme uydurmanın bir diğer yolu da eğitimi ve kıymeti kendinden menkul kişisel gelişim uzmanları ve/veya koçlardır. Örneğin Türkiye’de hekimlerin muayenehane ve giderek genel çalışma koşulları tehdit altındayken; klinik ve diğer psikologlarla ilgili bağımsız çalışma yasaları hala tanımsız ve dolayısıyla bu meslek grubu neredeyse yasaklıyken;  ehliyetsiz, hayatın mağlubu (loser/raté) sığ (kendilerine medarı, psikoloji formasyonu olmayan) şarlatanlar pozitif düşünce havarisi olarak sistemin neredeyse organik aydınlığına soyunmuş; zihinleri sürekli mutluluk illüzyonuyla beslemektedirler.

Sistemi ekonomik ve ideolojik yeniden üretmeye yarayan bir başka mutlu olma yolu da tüketimdir kuşkusuz. Tüketim, ihtiyaç olarak yapılmaktan mutlu olmak için yapılmaya dönüşür; araç amaç haline gelir ama “olumlu düşünmeye” şartlandırılmış insan tüketmek için girdiği borç batağı büyüdükçe “borçlanabilme” koşullarının artmasıyla mutlu olur bu sefer. Satın alabiliyordur; o halde mutludur. Parayı/krediyi bile cep telefonundan gönderilen banka mesajıyla satın alabiliyordur ya, pozitif düşünmelidir öyleyse!

Anda/şimdide yaşamasını, ne geçmişi ne geleceği düşünmemesini de pozitif düşünce bağlamında öğrenen insan, çarpıtılmış haber bombardımanını da hızla tüketir. Her koşulda pozitif düşünmeyi erdem sanan, “an”dan başkasını unutan, tükettikçe sevinen, sıkışınca sisteme gerekli bireyin düşünce kalıplarını en basit cümlelerle aktaran çok satan kitapların hatmini indiren bu canlı kitlesine karşı egemenlik ilişkilerini korumak ve sürdürmek için darbe yapmaya gerek kalmamıştır. İşleyen demirin ışıldadığını hatırlarsak, şablonların tekrarından ibaret davranış ve düşünceleri kontrol etmeye indirgenen robotik zekaların sisteme muhalefeti değil, onu beslemesi söz konusudur.

Öyleyse pozitif düşünmeyin, düşündürtmeyin! Kaygılanın, üzülün, “mutsuz olmayı (özgür a.y.) insan olmanın bir imkanı olarak kabullen”in![6]

 

 



[1] R.Jacoby; Belleğini Yitiren Toplum, Adler’den Laing’e Konformist Psikolojinin Eleştirisi, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1996, s.115.

[2] A. Yaraman; Toplumsal Değişme ve Kişilik Özellikleri, Bağlam Yayınları, İstanbul, 2003.

[3] W.Schmid; Mutsuz Olmak/Bir Yüreklendirme, İletişim Yayınları, İstanbul, 2014, s.91.

[4] age; s.10. 

[5] age;s.11.

[6] age; s.92.

Daha fazla yazı yok
2024-03-29 09:26:42