35. İstanbul Film Festivali’nde aldığı ödüllerle büyük sükse yapan Toz Bezi özellikle başrol oyuncularının sağlam performansları ve nitelikli teknik çalışmasıyla öne çıkıyor.

Toz Bezi / Dust Cloth Official Trailer from Ret Film on Vimeo.

Kadın çok genç, henüz 18 yaşında. Temizliğe gittiği evdeki ev sahibesi “kızım sen daha çocuksun” dediğinde “benim 4 yaşında kızım var” diyor. Evi o kadar güzel temizliyor ki, okuldan eve dönen evin 12 yaşındaki oğlu akşam annesine “ev ilk kez bu kadar toplu, kokusu bile muhteşem” diyor. Genç kız aldığı parayı son kuruşuna kadar hak ediyor ama ertesi hafta telefon edip bir daha gelemeyeceğini söylüyor. Kocası izin vermiyor. Ev sahibesi dil döküyor, gelsin diye elinden geleni yapıyor ama nafile. Kız, kocaya laf geçiremiyor. Nedeni belirsiz (adam sebep göstermek zorunda mı, erkek o!), ama tahmin etmek de zor değil: kadının kendi başına para kazanıyor olması memleketimizdeki erkeklerin paniğe kapılması için yeterlidir genellikle. Alın size memleketimden kadın manzaraları; hep karanlık, hep hüsran, hep çaresiz. 

Yukarıda anlatılanlar Toz Bezi filminden değil ama filmi izleyip de kendi hayatındaki kadın hikayelerini anımsayanlar için çok tanıdık, fazlasıyla yakın. Toz Bezi de öyle. Kocası kapıyı vurup gittiğinden beri küçük kızı Asmin ile birlikte kalakalan ve abla dediği alt kat komşusu Hatun’la dertleşmekten gayrı bir meşgalesi kalmayan Nesrin en azından iki aydır ödeyemediği ev kirasını denkleştirmek için iş aramaya başlar. Zaten haftanın üç günü temizliğe gitmektedir ama oradan gelen para ancak boğazlarına yeter, şöyle sigortalı, maaşlı bir iş bulsa belki sırtlarını doğrultabileceklerdir. Ne var ki bu o kadar kolay değildir ve bir yandan kaçıp giden kocasını beklemekteyken (nafile olduğunu bile bile), bir yandan da pasif agresif komşusunun dengesiz çıkışlarıyla (“kocanı sen kovmadın mı evden?” mi istersiniz, “para yok valla, Moda’da ev alacam ben” mi istersiniz) uğraşmaktadır. Yaşadıkları gecekondu mahallesinden kurtuluşu ise ortadan kaybolmakta bulması, kızını geride bırakıp sırra kadem basması ise sınıfsal çıkışsızlığın gerçekçi bir yorumlaması olarak da ele alınabilir; izleyiciyi açığa düşüren, haksız bir final olarak da. Bu yol ayrımı filmin de tartışılması gereken yönlerinden biri bizce.

Öncelikle şunu teslim edelim: Asiye Dinçsoy da, Nazan Kesal da canlandırdıkları karakterlere son derece incelikli, gerçekçi ve doğru şekilde yaklaşıyorlar. Ellerindeki malzemeyi (karakter-senaryo) bundan daha hakkaniyetli şekilde değerlendiremezlerdi kanımızca. Onları tebrik etmek lazım, ki zaten İstanbul Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ödülünü Asiye Dinçsoy aldı ve aslında ödül iki oyuncu arasında paylaştırılsaydı da çok şaşırmazdık. Öte yandan filmde görsel açıdan sırıtan, çevre düzeninden kostüm tasarımına dek, falso veren hiçbir şey yoktu, ki artık sinemamızda bu tür basit acemeiliklerin olmaması gerekiyor zaten. Ayrıca bir kadın hikayesi anlatması açısından gayet dürüst bir bakış açısı olduğunu (erkeklerin kadınların dünyasında hemen hemen hiç olmayışı, istismara açık bir konu olmasına rağmen kolaylıklara kaçılmaması gibi), ve cinsellik, şiddet gibi izleyiciyi kolay etkileyecek meselelere değinilmeden işin kotarıldığını belirtmek lazım. Bu da filmin bir başka artısı ama tamamen eleştiriden azad olduğunu da söyleyemiz elbette. 

Kadın merkezli sınıfsal bir emek hikayesi var karşımızda. Hal böyle olunca senaryonun odağının biraz daha bu konuya konsantre olması gerekirdi diye düşünüyoruz. Nesrin’in çalışabileceği, iş başvurusu yapabileceği nice yer olabilirdi ve tüm bu toplumsal dinamikler (ve bunların kadınla ilişkisi) üzerinden çok ilginç yerlere açılabilirdi film. Yapacağı işler sınırlı olabilir elbette Nesrin’in, ama hayırsız kocası gider gitmez hayatının en büyük umutsuzluğuna düşmesi ve “ben kayboldum” oyununa dahil olması ne denli hakkaniyetli, bilemiyoruz. Ayrıca, filmde karşılaştığımız ve toplumsal zıtlıkların yansımaları olarak beliren diğer kadın karakterlerin de, gerçekçi olsalar dahi sorunlu olduklarını kabul edelim. Tek bir bakış açısıyla bu karakterlere yaklaşmak bütünlüklü bir porte çizmeye yetmiyor, manzara eksik kalıyor. Burjuva ahlakını yargılayacaksak, orta sınıf ahlakının ikiyüzlülüğünü eleştireceksek bunu daha dolu bir şekilde, gerçek bir çatışmanın içinde yapmak daha doğru olamaz mı? Aklıma hemen Çocuk Pozu (Calin Peter Netzer) geliyor örneğin. Sınıfsal eleştiri oradaki gibi yapılır, derme çatma klişelerle değil. Kürt-Türk karşıtlığı ise (bu eksende dönen gereksiz tartışmayı da hayretle izlediğimi belirteyim) ne yazık ki kristalleşemiyor, bu kadar hayatın içinde olduğu halde. Karakterleri bazı konularda konuşturmak, büyük cümleler ettirmek, açık açık bazı tartışmaların içine çekmek –tabii ustalıkla yapıldığı takdirde- çok güzel sonuçlar verebilir (bunun içinde yine festivalde izlediğimiz Saraybosna’da Ölüm adlı filmi örnek verebiliriz). Örneğin (cüretimi mazur görün, ne de olsa senarist değilim) son derece modern ve sevecen bir evsahibesinin televizyondaki bir şehit haberini izlerken lanet okuduğunu görsek ve topluma yayılmış Kürt nefretini teyit etsek fena mı olurdu? Ya da onu bile geçtik, Hatun keşke Kürt olduğunu saklamasıydı da başına neler geleceğini görseydik bari. Tabii bu bizim düşüncemiz ve yönetmenin tercihlerine de saygılıyız, ama film bir Kürt-Türk karşıtlığına pek prim vermiyor (Kürt meselesi odaklı bir film değil, kadın meselesi burada önemli olan, Nesrine ve Hatun nereli olurlarsa olsunlar buna yakın bir şeyler yaşayacaklar zaten),  o anlamda basında dönen tartışmaların gereksiz olduğunu düşünüyoruz. Sonuçta bu bir kadın filmi ve her zaman söylediğimiz gibi “Kadın dünyanın zencisidir” (Lennon).

Ahu Öztürk ilk filminde cüretli bir şekilde yasıttığı kadın dünyasını çizerken başarılı ama senaryo ve çok da üzerinde uğraşmadığı hikaye örgüsünü çatma konusunda maalesef eksikli. Eksikleri olsa da doğru cümleler kuran, karakterlerine ve anlattığı dünyaya sevecenlikle yaklaşan ama duygusal sömürüden de kaçınan (seyircinin nefretini yönelteceği kötü bir karakter bile yok, yarı iyi ve yarı kötüler var) bir Toz Filmi. Seyirciye ulaşması dileğiyle.

 

Not: Filmin yönetmeni Ahu Öztürk’ün Sanatatak röportajını da mutlaka okuyun –> Kaçacak bir yer yok!

Daha fazla yazı yok
2024-03-29 12:04:37