“Kime ağlıyorsun?” dedim, “bana mı?”

“Hepimize” dedi ve cümlenin devamını getirmedi. Kederle boynunu boynuma doladı.’ 

Babasını hiç görmeyen, annesinin  ise, henüz  küçücükken acımasızca cezalandırdığı  bir köpek o.  Nihayetinde  bütün suçu, neredeyse tadımlık  bir iştah kaçamağı idi ama.. ‘Evin’ kapıları sımsıkı kapandı yüzüne. O zaman geriye tek seçenek kaldı: Sokak.

Sokak dediğimiz de evet, güvensiz, riskli lakin… Aynı zamanda şu demek değil mi:  Rengarenk, birbirinden çok farklı meşrepte arkadaşlar,  neredeyse her köşe başında iyisiyle kötüsüyle ayrı bir sürpriz.  Azar ve çatık kaşla, gülen gözler, tehdit ve açlıkla,  sıcak bir dokunuş… birbirini takip ederek… Bazen o, bazen diğeri.

Kısaca: Birinci sınıf Hayat Bilgisi dersi.

Mikasa için de öyle oldu ve  kısa süren bir şaşkınlık ve yalnızlıktan sonra.. Makam Dağı’nın eteğindeki mezarlığı mesken edinmiş ‘Alevli Kalpler Çetesi’ne yazılıp,  kendi deyimiyle  ‘çocukluk denen hastalığı bir ergen sürüsünün peşinde aştı.’

Çocukluk bitince, malum; ‘başka şeyler’  başlar.

Öyle oldu.

 Ama nasıl?

‘Alevli Kalpler Çetesi’nin üyeleri çevredeki tüm köpekler gibi mevsimi geldiğinde ‘önlerine gelenle’ çiftleşirken Mikasa, ‘Hayır!’ dedi.

Şaşırıp, sordular.

Neden?

‘Ben, ancak aşık olursam!..’

Oldu.

Ama  nasıl?

xxx

Haw, Kemal Varol’un son romanı. Yazar bu kitabıyla, 2014 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nü kazandı. Şöyle söylersem abartmış olmam: Evet. Söz konusu ödülün saygınlığı malum. Lakin; Kemal Varol,  Haw romanı ile bu saygınlığı ziyadesiyle pekiştirdi. 

Yazar,  Türkiye’nin çok çileli,  acılı ve aynı zamanda çok şahsiyetli bir köşesinde  romantik,  aşık ve çok ‘insan’  kahramanı Mikasa’nın  kılavuzluğunda  öyle bir yolculuğa çıkarıyor  ki bizi.. Aşk olsun.

Yani, esasında şöyle: Büyük bir bölümümüzün ancak uzaktan bilebildiği bir cehennemin ateşine atıyor bizi Kemal Varol.

İyi yapıyor! Çok güzel yapıyor!  

Zira malum: İliklerine kadar yanmadan kim,  neyi öğrenmiş şu hayatta?

Buyrunuz size: Aşk ise aşk.  Dostluksa dostluk.  İnsanlıksa insanlık.

Öte yandan: Savaşsa savaş. Alçaklıksa alçaklık.

İlave: Unutulmuşluk.  Bir başınalık. Ipıssızlık.

Yanısıra: İnsanlık onuru denen ‘şey’ çoktan postalların tabanına yapışmış vaziyette, onu ‘geçiyoruz!’ Mayınlar. Kopan kollar, bacaklar…  İzbelerde çoluk çocuk boğazlamalar.  İnsanlara bir mezarı çok görmeler… Hem de; öyle pervasız. Hesapsız. En rahat tarafından!

Dahası da var tabii.. Ama soru şu:

Bütün bunlar olurken.. Sen neredeydin Türkiye?

Ne yapıyordun?

‘Haw’,  edebiyatın ve edebiyat kulübünün çok genç ve çok yetenekli bir ‘üyesinin’ aracılığıyla bu soruyu bir tokat gibi yapıştırıyor yüzümüze.

Cesareti olan: Cevap versin!

Ayrıca: Bir kez daha anlıyoruz ki, bir takım meseleleri anlatmak için siyasetin ve medyanın dili yetmiyor. Yetmemek ne kelime, esasında her zaman olduğu gibi edebiyatın yanında yaya kalıyor. Bu durumda şu tespiti dile getirmenin zamanı: Güneydoğu- Kürt meselesi Kemal Varol gibi kendi içinden ve dışarıdan yetenekli ve yaratıcı yazarların üretimine yansıdıkça,  her şey, her zamankinden daha fazla anlaşılacak.

En uzak bakan, hatta görmezden gelen dahil…

Kimsenin, hiçbir şeyden ‘şüphesi’  kalmayacak!

 

Notlar:

1.     Önce şu: Mikasa kendi kendine ve bize diyor ki;   ‘Eğer bir yeriniz acıyorsa, onu dindirmenin yegane yolu o acıyı başka bir acıyla değiştirmekti belki de. Açlıktan değil de bütün gün yürümekten bitap düştüğüme kendimi inandırıp midemdeki boşluğu ancak yürüyerek giderebileceğimi düşündüm.’

 

2.     Artık çoktan bir mayın arama köpeği olmuş Mikasa’yı gezdirmekle yükümlü – ‘Mehmetçik’ – Mami onu bir gün  zincirini çözüp taburdan uğurlarken şöyle bağırıyor: ‘Şafak doğan güneş!.. Kaç git, bari sen kurtar kendini.’

 

Daha ne denir bunun üstüne? Bu nasıl bir yara? Herkesi ayrı tarafından kanatan!..

 

3.     Bir de kader faslı var. Anlatan yine Mikasa:  ‘Başımdan geçecekleri süslü püslü el yazılarıyla kapkalın bir deftere geçiren melekler, o zamana kadar yazılanlardan hoşnut kalmayıp hepsini bir çırpıda çöpe atmış, dirseklerini bulutlardan yapılma bir masanın üzerine koyup bana yepyeni bir kader çizmek için harıl harıl çalışmaya başlamıştı sanki.’

 

4.     Mikasa’nın tek ve unutamadığı aşkı Melsa’nın onu ‘sınadığı’ sahneler, hakikatten mükemmel.  Melsa’nın, karşısındaki erkeğe yönelttiği soru şu: ‘Bana şehvet için mi geldi, aşk için mi?’ Mikasa’nın ‘sınav sonucunu’  kitabı okuyan, öğrenir!

 

5.     Barınaktaki Adıgüzel,  Mikasa ve Melsa’dan sonraki favorim. Yüzde yüz garanti: Böyle bir köpeği tanımaktan çok mutlu olacaksınız.

 

6.     Geç kalanlar için: Haw’dan sonra Kemal Varol külliyatını okumak güzel bir mecburiyet artık.  

 

7.     Haw’ın çok zengin bir play- list’i var. Cengiz Kurtoğlu’nun ‘Gelin Olmuş Gidiyorsun’ ile konuk olduğu diskoteğin  başköşesinde  Müslüm Gürses oturuyor. Onu hemen arkasından takip eden, Burhan Çaçan. Yanısıra, Leonard Cohen de var;  Felicita ile Al Bano ve Romina Power da.

 

Müslüm Gürses’in romanda adı geçen şarkısını Barınak’ın bakıcılarından Köpek Cengiz’e ithaf olarak dinleyelim: Kadın.

http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/113177/muslum-gurses-kadin

 

Burhan Çaçan’ın çok ünlü şarkısını ise Mikasa ve Melsa’nın büyük ve yarım kalmış aşkları için: ‘Tam hayallerim gibisin/ Sevmem çok kolay olacak.’ – Aşkımız Olay Olacak.

http://www.youtube.com/watch?v=6wmJOsq8ZnY

 

8.     Son söz – kısaltarak- romandan.

Mikasa: ‘Biz köpeklerin en büyük hatası nedir, biliyor musun? (…) Ortada bir bok yokken evcilleşmek.

Adıgüzel: Fena mı oldu?

Mikasa: Fena oldu ya, maymun ettik kendimizi.’

 

 

Daha fazla yazı yok
2024-03-19 04:41:17