İsmail Saray’ın kavramsallığı Türkiye yakın sanat tarihinde fazla kurcalanmamış bir alan olan Türkiyeli kavramsal sanatcı pratiğinde yepyeni bir sayfa oluşturuyor.  Salt ekibinin yoğun bir arşiv çalışması sonucu kurguladığı sergiyi Ulya Soley yazdı.

 İsmail Saray’ın adını ilk defa geçen yıl Eylül ayında Vasıf Kortun’un Nil Yalter ile Salt Beyoğlu’nda yaptığı söyleşide duymuştum. 1980’deki Paris bienalinden bahsediliyordu ve katılan Türkiyeli sanatçılar arasında onun da adı geçmişti. İsmi tanıdık gelmemişti, bu yüzden merak edip biraz bakınmıştım fakat tatmin edici bir bilgiye ulaşamamıştım.

Bu konuşmadan bir yıl sonra İsmail Saray bu kez karşıma Salt Galata’da oldukça kapsamlı bir sergiyle çıkıyor.

Sergiyi gezmeden önce sanatçının, serginin grafik tasarımını da yapan Ahmet Öktem ile sohbet tadındaki konuşmasını dinledim. “76’da işleri arabaya yükleyip Paris’e gittik”, diye başlayan konuşma, “bana ördek dedi, hava bulutlu” şeklinde oldukça tatlı bir kavramsal sanat tanımıyla sona erdi.

“Türkiye’de metin odaklı kavramsal sanat için malzeme çok bol” diyen Saray, ne yazık ki arabaya atlayıp gittiğinden beri Türkiye ile bir uzak mesafe ilişkisi yürütmüş. Bu ilişki sergide yer alan mektuplardan, Saray’ın orada ürettiği işlere kadar serginin her noktasında kendini hatırlatıyor.

Kütahya’da doğan İsmail Saray, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nden mezun oluyor. Ardından 1968’de heykel okumaya devlet bursuyla İngiltere’ye gidiyor ama heykel okumak aslında kendi seçimi değil, bir nevi denk geliyor.

Hikayenin sonrası ise hep mücadele: Akademiyle, devletle, karar mecralarıyla, bürokrasiyle, kurum ve kuruluşlarla mücadele etmeye bıkmadan usanmadan devam eden Saray’ın, bu durumu gözler önüne seren mektuplaşmaları da sergide yerini alan arşiv malzemelerinden.

Sanatçının pratiğine dahil olan mecralar çizim, metin, fotoğraf, video, enstalasyon gibi geniş bir yelpazeye yayılıyor. Çevredeki etkenleri tekrar kullanmak ve dönüştürmek de Saray’ın pratiğinde önemli bir yer tutuyor.

Ana sergi mekanı, bu geniş yelpaze hakkında oldukça iyi bir fikir veriyor. Bu mekan, şöyle bir bakıp geçilecek gibi değil, ilerledikçe karşımıza çıkan neredeyse tüm işler zekice esprili- her birine zaman ayırmak gerekiyor.

Yukarıda ise 1970’te İngiltere’de gerçekleştirdiği isimsiz bir enstalasyonun yeniden kurulumu ve oto portrelerinden oluşan ve bu sergi için yeniden basılan 1972 tarihli Envoy başlıklı fotoğraf serisi sergileniyor. Ana sergi mekanındaki yoğunluk, bu katlardaki işleri de bir bağlama oturtmamıza yardımcı oluyor.

Yukarıdaki katlarda izleyici biraz daha “yalnız” bırakılıyor, bir nevi aşağıdaki yoğunluk yukarıda hazmediliyor. Sanatçının üretiminde önemli yeri olan sanatçı kitaplarını karıştırma imkanı da onu daha yakından tanımaya fırsat veren bir durak olarak karşımıza çıkıyor.

Bu bölümde görebileceğiniz “Tersten Leonardo da Vinci Kitabı”nın hikayesi oldukça eğlenceli.

Sanatçı, İngiltere’den Ankara’ya döndüğünde Devlet Resim ve Heykel sergisini geziyor. Bu serginin sanatçı listesiyle ilgili bir takım şüpheleri olan Saray, sanat dünyasındaki seçme ve seçilme meselesini irdeleyen bir kitapçık hazırlamaya koyuluyor. Sergiye eleştirel bir metin yazarak, içine “Resim, Heykel, Grafik sergisine katılmadığınızdan dolayı sizi tebrik ederim” şeklinde bir not ekliyor. Kitabın kapağı bir iskambil kağıdının arka yüzü, başlıkta ise sanat dünyasının ilgisini çekebilmek için Leonardo da Vinci’nin adını kullanıyor. Kitapçığı sergiye katılan sanatçıların adreslerine yollayan Saray, kendi adını kullanmıyor fakat gönderi, Samsun’dan yapıldığı için bir nevi kendini ele vermiş sayılıyor. Yine de, gönderimlerin ardından hiçbir sanatçıdan geri dönüş alamıyor.

İsmail Saray’ın üretimini anlamak ve sergiyi özümsemek için kavramsal sanat hareketini tekrar düşünmek faydalı olacaktır.

Bu hareketin en önemli isimlerinden Joseph Kosuth, 1969’da “Art After Philosophy” (Felsefe Sonrası Sanat) başlıklı makaleyi yayınladığında, sanat fikri ve sanat aynı şeydir dedi ve sanatın matematik ve mantıkla ortak bir noktası olduğuna işaret etti. Aslında basit bir dille “Sanat, sadece kavramsal olarak varolur” diyen Kosuth, bu anlamda Duchamp’ı da bir kırılma noktası olarak görür. Kosuth, bir anlamda sanatın izleyici ile ve kurumlarla olan ilişkisini görmezden gelir ve kavramsal sanat hareketiyle, sanatı somut ve ilişkilendirilebilir özelliklerden uzaklaştırır. Artık fikir ön plandadır, ve yine hareketin önemli temsilcilerinden Sol LeWitt “Fikir, sanat eserini üreten bir makinaya dönüşür”, der. Öncelik kavramın kendisinde olduğundan, bu çizgideki üretime baktığımızda metinle de çok yakından ilişkili olduğunu görürüz.

İsmail Saray’ın 80’lerde yer aldığı “Betiksanat” ve “Sanat Olarak Betik” sergileri de üretiminin metinle olan yakın ilişkisine işaret eder.

Kosuth’un bu makaleyi sonlandırdığı alıntı, İsmail Saray’ın öyküsünü düşündüğümüzde oldukça ironik duyuluyor. Kosuth, makalesinin sonunda hem sanat alıp satan hem de küratörlük yapan Seth Siegelaub’un –ki Siegelaub, 60’ların sonunda kavramsal sanat ile ilgilenen sanatçıların grup sergilerinin küratörlüğünü yapmış ve bu sergilerden pek çoğu katalog dışında hiçbir mekanda varolmamıştır– bir cümlesini alıntılar: “Sanatçı, artık istediği yerde yaşayabilir –eskiden olduğu gibi New York, Londra veya Paris’te yaşamak zorunda değildir– herhangi bir yerde yaşayıp, yine de oldukça önemli bir sanat üretimi gerçekleştirebilir.” Saray, belli ki Londra’da yaşamak zorunda hissedenlerdendi, belki de Türkiye’de doğan bazı sanatçılar, Siegelaub’un “artık böyle bir gereklilik yok” dediği zamanın üzerinden kırk yıl geçmesine rağmen, hala bu gerekliliği hissediyor.

Not: İsmail Saray’ın üretimi hakkında kendi anlatılarını dinlemek isteyenler, saltonline.org’da sound cloud üzerinden yayınlanan kısa ses kayıtlarını dinleyebilirler.

İngiltere’den Sevgilerle

İsmail Saray Sergisi

Salt Galata

13 Eylül – 2 Kasım 2014



Daha fazla yazı yok
2024-03-19 11:39:58