Ekim ortalarından bu yana tasarım,sanat ve marka etkinlikleri ile dolu dizgin geçen yoğun haftalar daha durulmamıştı ki 19 Kasım ‘da bir de mimarların Arkimeet’i sahne aldı.Etkinlik 19-20 Kasım tarihleri arasında Arkitera tarafından düzenleniyor.

Gerçekten çok işim vardı ama oradaydım, hem de sabah saatlerindeki başlangıcından en sonuna dek. Diyeceksin ki sen de söyleneceğine ofisinde otur bitir kardeşim işlerini… Olmuyor ama işte öyle.. 15 yıldır dünyanın her köşesindeki yaratıcı etkinlikleri adım adım arşınlamışım; yetmediği gibi Türkiye’de neden bunlar olmuyor diyerek irili ufaklı tasarım sergilerine etkinliklerinde motivator olmuş, bilfiil çalışmışım, bir de üstüne bu ülkede yaratıcı alanlarda düzenlenen en kapsamlı etkinliklerden birinin müsebbibi olmuş, yönetmişim..

Böyle güzel bir zamanda, bu konferanslar, bu sergiler, bu buluşmalar varken hiçbirşey yokmuş gibi oturabilir miyim ofisimde? Arkimeet’i günlerdir bekliyordum.. Geçtiğimiz yıl düzenlenen etkinlikteki özellikle PechaKucha seansı herkes gibi benim de gönlümde taht kurmuştu.

Bir önceki seferde Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen etkinlik; tüm dağınıklığına ve bu mekanın kasvetine rağmen, eğer bu alanda biraz deneyiminiz varsa gözden kaçmayacak işaretleri zaten veriyordu. Bu kez, 2014’de daha merkezive şık bir lokasyona,

The Four Seasons Bosphorus’a taşınmış olduğunu duyduğumda, bu günler için daha da umutlandım. Bu hafta içerisinde, çok değil tam bir gün once büyük umutlarla izlemeye gittiğim ve 125 TL ödediğim TEDxİstanbul konferansında maruz kaldığım organizasyon beceriksizliği sonrasında iyi bir deneyime de ihtiyacım vardı açıkçası! Beklediğimi de buldum.( Merak edenler için, TEDxİstanbul’u terk ettim ve izlemedim yaşanan aksaklıklar sonucunda.)

Marka dünyası etkinliklerinden aşina olduğumuz otel konforu elbet Arkitera ekibine pahalıya patlamış ve sıkıntılı günler geçirtmiş besbelli. Bu süreci en azından davetliler adına yönetmekte çok başarılı olduklarını hissetmedim. Bu yük sponsorların üstünde de hissedilmedi değil, ne varki Türkiye’de yaratıcı etkinliklerin daimi ve öncü destekçileri arasında olan VitrA ve Ytong gibi markalar yine sahnedeydi. Şişecam gibi yeni oyuncuların yanısıra Dyo, bu aralar hemen her etkinliği iyi bir tanıtım aracına dönüştürmeyi başaran 3 boyutlu yazıcı firması 3Dörtgen beraberinde Trox Technic ve Forbo’da bu etkinliğin hayata geçmesini sağlayan kurumlar arasındaydı. İyi ki varlar.

Düz bir insan evladı olarak hayatımda bir etkinlikte attığım en fazla tweet ve facebook bildirimi ile kişisel rekorumu kırdım. Gün boyunca attığım 30 kadar bildirim ve görsel çeşitli sosyal mecralarda onlarca tekrar ve beğeni topladı. Bunu yapan sadece ben değildim; benim gibi pek çok insan aynı durumdaydı, eminim etkinlik yöneticileri bunu raporlayacaklardır gün sonunda. Bunu yapmamızı sağlayan şey, etkinliğin profesyonelliğinin yanısıra, iyi tema ve iyi içerikti elbette.

Etkinliğin teması “ya sonra?” olarak belirlenmişti.

Hep yazıp çiziyorum; tekrarlarca söylüyorum: içerik her şeydir. Arkimeet’in ilk günün böylesine güzel yapan şey içerikteki insanların ve konuların güzelliğiydi elbette.

Gün boyu kalabalık izleyici sayısından ödün vermeyen etkinlikte, akşam saatinde yer alan PechaKucha gecesi her zamanki gibi 34 Solo organizasyonuyla gerçekleşti, ve kalabalık bu saatlerde doruk noktasına ulaştı. Arkimeet bu bölümü öncü sponsor VitrA’nın cömertiği ve mekan düzenlemesi eşliğinde kalibresi yüksek ve eğlenceli bir deneyim olarak sundu. Gün sonunda gerçekleşen PechaKucha gecesinde konuşmacı olarak yer alan genç mimarların sunumları Gezi ruhunun bir yansıması niteliğinde ağır, ciddi ama içerdiği hiciv yeteneği ile bir o kadar da eğlenceliydi. 

Cem Dinlenmiş’in etrafımızda olup bitenlerle ilgili ve neredeyse tüm kentsel meseleleri çizgi altına almış olan karikatürleri eşliğinde gerçekleşen sunumu, Hakan Evkaya’nın bütün salonu kahkaya boğan ve bir mimarın idealleri ile gerçekler arasındaki dramatik farkı gözler önüne seren anlatımı, Elif İnce’nin sürdürülebilirlik ve çevre alanındaki eğlenceli dokundurmaları ve Nevzat Sayın ‘ın Taksim Meydanı için Gezi’den ilham alan, superpositioning önerisi bu bölüme bence damgasını vuran sunumlar olurken, aynı kısımda Derin Sarıyer, Harun Tekin, Sedat Bayrak ve Özgür Mumcu da konuşmacılar arasında yer aldı. Günü anlatmaya sondan başladım ama beni sabahın köründe bu etkinliğe götüren isim aslında Carlo Ratti idi. MIT’deki çalışmalarını bir süredir yakından takip ettiğim bu ismin her bir projesi gelecek hakkında biraz öngörü sahibi olmak isteyen herkesin ilgisini çeker; eğer aşina değilseniz vakit ayırıp incelemenizi tavsiye ederim. Senseable City başlıklı konuşmanın içerisinde İtalya takımının futbol maçı süresince Roma kentindeki insanların mobil iletişim yoğunluğunun haritalanmasından, California’da 3000 adet çöpün üzerine yerleştirilen sensörlerle bu eşyaların çöpe atıldıktan sonraki maceralarını izleyen proje gibi örnekler anlatılanlardan sadece ikisi. Peki tüm bunlar ne işe mi yarıyor? Bunu öğrenmek için ya gelip sunumu izlemeliydiniz yada şimdi netten Ratti’nin çalışmalarına ve vakfına bir göz atacaksınız. Benim de türlü sebeplerle zaman zaman bir araya geldiğim ve çoğu genç kuşaktan olan Sinan Logie, Atölye İstanbul’un kurucuları Kerem Alper ve Engin Ayaz, Saitali Köknar, sevgili arkadaşım Gökhan Karakuş, birbirinden değerli sunumlara ve paylaşımlara imza attılar gün boyunca . İkinci Tasarım Bienali vesile çalışmalarını aktaran Alexandra Daisy Ginsberg, doğayı biyosentetik ürünlerle replase eden önermesini paylaştı.

Aynı panelde sevgili dostum Alpan Manas her zamanki kendine özgü üslubu ile gelecekte bizi nelerin beklediğine dair – kendi deyimi ile – üfürmelerde bulundu. Kuşkusuz Mark Burry ‘nin Gaudi’nin bir türlü bitmek bilmeyen eseri La Sagrada Familia’ya adanmış çalışmalarını, Damiano Cerrone’nin kollektif gücün bir yansıması olan kentsel planlama çalışmalarını hatta düz bir portfolyo sunumu dahi olsa Odile Decq’i izlemek ayrı bir keyifti. Ama öyle bir an vardı ki bence bütün günün ve 2 gün sürecek Arkimeet’in – şimdiden belirtebilirim ki – en keyifli seansını oluşturdu: CNN Türk’deki programlarını keyifle izlediğim Emin Çapa ve duayen hoca Celal Abdi Güzer’in ortak sunumu son yıllarda Türkiye’de izlediğim benzer alanlardaki konferanslar arasında tahta oturdu bana göre. Mimar bakış açısının ülkemizde bir süredir olup biten karşısında ne kadar da naif ve asil kaldığını bir kez daha gözler önüne seren bölümde Çapa’nın isyanı en sahici andı: Bir kul ile bir vatandaşı ayıran en önemli fark; kulun itaat etmesi, vatandaşın ise hakkını aramasıydı… Bu ranttan herkes nasibini aldığı müddetçe kentimiz böylesine talan edilmeye devam edecekti. Mimarlar da bunda rol sahibiydi. Kore ile aynı şartlarda gelişim yoluna koyulduk ama eğitime verdiğimiz önem bile önümüzdeki yıllarda Kore ile aramızdaki açığın kapanmayacağına dair en güçlü göstergeydi.

Çapan’ın paylaştığı tüm rakamlar gerçekleri tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi. Güzer ile aralarındaki diyalog öylesine keyifliydi ki, 3 katı süre kullansalar sıkılmazdık. Verdikleri mesajlar da bir o kadar değerliydi. Sanıyorum burada gün boyu katıldığım etkinlikten sadece bende iz bırakanları aktarabildim emin olun ki bir o kadar da ismini hiç anmadığım katılımcı ve sunum vardı. İster rant olsun ister gelişimin bir parçası, mimarlık da bu süreç ile birlikte büyüyor ve profesyonelleşiyor. Arkimeet , Arkitera patronu Ömer Yılmaz’ın tüm yorulmuşluğuna rağmen bu gelişimin somut bir çıktısı olaruk sunuldu bugün bizlere. Arkitera ‘nın ilk kurulduğu yılları hatırlayan bir kişi olarak bu gelişimi gözlemleyebiliyorum. Kalitenin çoklukta değil, içerikte, yani nicelikte değil nitelikte olduğunu gösterdi.

Büyük bütçelerle dans eden mimarların dünyasına yakışır bir biçimde konumunu sağlamlaştırdı.

Gün boyunca şunu düşündüm: benim gözlemleyebildiğim 20 yıl boyunca söz konusu tasarım mesleği olduğunda ne kadar da az yol almışız ve ne kadar zor olmuş. Tasarımcıların, endüstriyel tasarım mesleğinin de benzer bir kalibreye ulaşabilmesi için dilekte bulundum…Ve kendime notlar aldım yine..

Daha fazla yazı yok
2024-03-29 11:48:16