Nevin Aladağ her zaman sürprizli her zaman samimi. Bugün Galeri Rampa’da açılacak Diyapazon’da da öyle! Sergi, önümüzdeki ayın 25’ine kadar devam edecek. 

 

Nevin Aladağ hep bilmediğimiz, bilemediğimiz ama bildiğimizi sandığımız yollara sürüklüyor bizleri. Bugün Diyapazon sergisine gidenler görecek. Mekana özgü bir yerleştirmenin, nasıl da nazik ama ihtiyatsız bir şekilde izleyiciyi işin içine katabileceğini. Hem gözleri hem eylemi- adımları- hem de hayalleriyle. Sanatçının sabitlerle işi yok. O hep oluş halindekiyle ilgileniyor. Yazın Yunanistan’ın en makbul adalarından birinde, denize nazır tam da bunu anlatmıştı. Oluş’un önemini. Asla olmuş bitmişlerle ilgilenmemek gerektiğini. Uzun zamandır Nevin’i takip eden profesyonel bir izleyici olarak onun en temel tavrının bir durumu, bir an’ı, bir anı’yı veya bir kavramı temsil ederken, o temsiliyeti çatallı içinden çıkılmaz bir yarık haline getirmesi olduğunu düşünüyorum. Bir çifte inkarı değil, bir çifte -en az- imkanı, varoluşu hedeflediğini ve bunu çoğunlukla başardığını. Üstelik hiç de böbürlenmeden…

***

O, ele aldığı konu ne olursa olsun , onu tekrar üretmekten ziyade onu açılımlarıyla, tüm çelişkili parametreleriyle gözümüzün önüne seriyor. Bununla da kalmıyor. Onu Heidegger’ci bir deyişle ‘açığa çıkarıyor’. Rampa’da bugün açılan solosu için de bu böyle. Türk Marşı’nı ‘açığa çıkarmış’. Kendi sözleriyle ‘soyutlamış’. Mozart’ın Piyano Sonatı No.11 A Major adlı bestesinin son bölümü olan, Türk Marşı olarak da bilinen Rondo’nun notalarını galerinin duvarına Beşiktaş Deniz Müzesi’nde karşısına çıkan 19 cm çaplı top güllerini bronzdan yeniden üreterek yerleştirmiş. Galeri Rampa, ilk kez bu kadar cömert bir nota defteri sayfasına, savaş toplarıysa “nota” kılığına girmiş. Duvardaki porteler üzerinde bronz topları takip ettiğiniz takdirde Rondo’yu pekala çalabilirsiniz. Lakin savaş toplarını notalaştırırken her birini özerkleştirmiş Aladağ. Her birinin çapı aynı ama nota değerlerinden bağımsız bir şekilde hacimleri farklı. Duvardaki bu işlere galerinin ortasındaki Boğaz’ın birbirine en yakın mesafesine vurgu yapan gemici halatları eşlik ediyor. Bu halatlar tam 698 metre. Rumeli ve Anadolu Hisarı arasındaki mesafe kadar. Makaralara bağlı henüz çözülmemiş duruyorlar.

Onları zihninde çözerek Rondo’yu duymak, Marş seslerini işin içine katmak, belki bir deniz savaşı sahnesi, belki de psikanalitik çağrışımsal kadınlık ve erkeklik üzerine bir vurgu yapmak tamamen izleyiciye kalmış.

Baskı yok. Şahsen erkekliğe ait “top”u, Aladağ’ın farklı hacimlerle, değişken kılarak kadınlığa dair yuvarlaklıklara, doğurganlığa, sürekli oluş içindeki’ne tevil ettiğini düşünüyorum.

Böylelikle, hem feminist hem de anti militarist bir tavır da sergilediğini. Bu işin başka bir versiyonunu Aladağ, Kunsthalle Basel’de açıkhava için tamamen demirden üretmiş.

Diyapazon’da ayrıca Aladağ, Rampa’nın caddedeki mekanı için işlevsel müzik aletleri üretti. Sandalye gitar ya da tuval arp gibi çalınabilir heykeller üretti. Bu mobilyalar Akaretler’e özgü, oradan toplanmış mobilyalar. Müzik odasındaki bu objeler, kah tellerle kah davul derisiyle kaplanarak multi fonksiyonel ev eşyaları olarak karşımıza çıkıyor. Bunu da Nevin Aladağ ilk kez yapmıyor aslında. Session (Üçlü Taksim) ya da Şehir Sesi’ni hatırlayalım. Rüzgarla çalınan, denizle ya da çöl kumuyla doğanın çaldığı müzik aletlerini… Ayrıca Arter’deki çorap geçirerek yeniden ürettiği Danimarkalı tasarımcı Henningsen lambaları Colors/Renkler işini hatırlamalı.

*** 

Geriye, Ağustos ayına dönecek olursam… Aladağ, Schwarz Vakfı’nın desteklediği Samos’taki Art Space Pythogorion’daki büyük solo sergisinde Borderline isimli adayla ilişkili bir yeni bir video da sergiliyordu. Sınır, aslında tüm olmayışıyla, çizilemeyişi ve çizilemedikçe bölücülüğüyle önümüzdeydi.

Sınır kavramını ele alırken onu üretirken, onun içinde kaybolmamızı, bulunamamızı, artık ele alınan kavramı hangisinin temsil etiğini karıştıran bulandıran melez bir dil söz konusuydu.

Denize nazır hangi kalamarı yemenin daha iyi olacağı gibi hedonist sorular sorduran Uozo sonrası yatışmış zihin ve ruhlarla gezdiğim Samos solo sergisinde gördüğüm ve görmediğim bütün filmlerini bir kez daha izlerken Aladağ’ın temel meselesinin temsili olanla temsil edilemez olanı ilişkilendirmesindeki özgürlükçü yan olduğunu idrak etmiştim. Borderline filminde sular bir ileri bir geri gidiyor. Elektronik pusulanın çizdiği Yunanistan Türkiye sınırını da soyut bir şekilde takip etmiş oluyordu. Hızlı bakan bir göz için sular durulmuyordu. Akıyordu.

Akan suların siyasi bir anlamı da vardı. Toplumsal bir anlamı da. Yunanistan’la aramızdaki görünmeyen bir çizgiye dikkat çekiyordu. Ama aslında film böyle bir çizginin rotası belli olduğu halde temsilini imkansız kılıyordu. Sınırların temsilini iptal ediyordu tüm sınırların iptalini gerektirerek. Müzik, dans gibi gündelik hayatı kurtaran molalardan seslerden ve jestlerden bol bol istifade eden Aladağ’ın filmleri ya da üç boyutlu işleri, mekana özgü projeleri hakikate dair şüphe duymamızı sağlıyor. Hakikatin örtülerini kaldırabilme cesaretini bulmamızı kendi içimizde… Doğru bildiğimiz tüm “resmi”, “sünni”, “ilmi” bilgilerin işleyiş koşullarını belirleyen her neyse onun maskesini düşürüyor veya ona yeni bir maske armağan ediyor.

***

Ve ilginçtir. Bunu da tek başına yapmıyor. Sorumluğunu örneğin bu sergide, Diyapazon’da, adımlarınızla, müzik odasındaki aletleri çalmanızı sağlayarak size veriyor. Dolayısıyla sanatçının yükü hafifliyor.

Ama ‘mesele’ de gün gibi ışığa çıkıyor: Serginin ele aldığı her neyse bir Marş veya sınır kavramı hatta savaş, bu ele alınanın doğası, imge olarak asıl hali ve bize o sergilik nasıl göründüğü; bir dizi analiz edilmesi gereken ilişkiler ağıyla birlikte galerinin ortasında gün ışığına çıkıyor.

Kimbilir…

Belki de bu bir karaya vuruş aynı zamanda…

Daha fazla yazı yok
2024-03-28 12:54:03