A password will be e-mailed to you.

Berlinale, eşbaşkanlarla ilk festivaline başladı. Mariette Rissenbeek ile Carlo Chatrian ulusal ve uluslararası düzeyde manevi destek almanın avantajıyla görevlerinin ilk sınavını veriyor. Birbirinden iyi yönetmenlerin yeni filmlerini izleme heyecanıyla dolup taşıyor sinemaseverler. Sinema dünyası da yılın ilk büyük film pazarı olan EFM – Avrupa Film Pazarı’nda 2020’ye damgasını vuracak çoğu filmin peşine düştü bile… EFM’de bu yıl Çin’in resmi pavyonun bulunmaması, Çinli katılımcıların hemen hepsinin yolculuklarını iptal etmiş olmasının eksikliği fark ediliyor. Korona virüs salgını dolaylı olarak film endüstrisini böylece etkiliyor.

Berlinale bir başka büyük dezavantajla daha başladı, en önemli mekanlarından CineStar sinemaları kapandı… 2000’li yıllarda Potsdamer Platz’daki devasa Berlinale Palast’ın yanı sıra CineMaXx ve Sony Center içindeki CineStar sinemalarının geniş kapasiteli, ferah ve mükemmel donanımlı salonlarını merkez alarak başlamış, oralara bile sığamayıp şehirdeki tarihi sinemalara ve yeni büyük salonlara da yayılmıştı. CineStar hem Panorama filmlerine hem EFM gösterimlerine mekan oluyordu. Potsdamer Platz’a ulaşan üç metro hattında geçen yıl başlayan onarım bu yıl meydandaki durağın sadece tek yönlü çalışmasına neden oldu. Cafe ve restoranlarıyla aynı anda film izleyen binlerce kişiye sığınak olan Arkaden alışveriş merkezi ise neredeyse tamamen kapanmış, festivalciler basbayağı aç açıkta kaldı!

Yeni festival yönetiminden yeni bölümler

Yeni festival yönetimi sinema gastronomi ilişkisine adanan Culinary Cinema bölümünü iptal edip, yerine Encounters (Karşılaşmalar) başlıklı bir yarışma açtı. Böylece Altın Ayı adayları ve yarışma dışı filmlerden oluşan resmi program Wettbewerb’in yanı sıra ikinci bir resmi yarışma daha yapılmış oldu, Cannes’ın Un Certain Regard (Belirli Bir Bakış) ve Venedik’in Orizzonti (Ufuklar) bölümü misali… Ancak Berlinale’nin Panorama ve Forum gibi iki köklü yan bölümünün yanı sıra gençlere ve çocuklara yönelik Generation (Yeni Nesil) bölümü de birbirinden iyi filmler gösterir, hatta festivalden sonra en fazla dünyayı dolaşan bazı filmler, En İyi İlk Film Ödülü’nü kazananlar bu bölümden sıkça çıkar.  Berlinale Special’ı, Klasikler’i, Retrospektif’i, Perspektive Deutsches Kino‘yu (Alman Sinema Perspektifi), hele bir de Berlinale Talents, Shooting Stars gibi etkinlikleri de ekleyince insana hiçbir şeye yetişemedim, hiçbir şey izleyemedim duygusu veren devasa bir etkinlik olarak göz korkutuyor. Berlinale’nin tamamında yapılan değişikliklerden bütün bölümler nasibini aldı.

Casa dell’Amore

Forum 50. yılına yeni bir direktörle, Cristina Nord ile giriyor. Seçki anti-konvansiyonel sinema örnekleriyle cazibe saçıyor! Festivalin ilk gününde Luca Ferri imzalı bir İtalyan kuir belgeseli izledim Casa dell’Amore (Aşk Yuvası). Adından da anlaşılacağı gibi Milano’daki evinde bazılarının ilginç fantezileri olan müşterilerini ağırlayan, bir yandan da müzede fotoğraf sergisi açmış, yenisinin de hazırlığını yapan, sevgilisi Brezilya’ya gittiği için kalbi kırılmış bir transbireyin hayatına odaklanıyordu. Tamamı şarap şişelerinden şamdanlarla aydınlatılan, anı-objelerle dolup taşan evin içinde geçen, bütün işlerini bir ritüelmiş gibi yapan, sürekli telefonda konuşan karakterinin hayatının içine sokulan kamerasıyla ilginç bir seyirlikti.

Karamazov Kardeşler’e esin veren Solovyov’un metninden bir film

2020 festivalinde öncelikle göz koyduğum filmler belli. Festivale Encounters bölümünün açılış filmi Malmkrog’u izleyerek başladım, yeni bir Sieranevada olması hevesiyle! Romanya sinemasının en sevdiğim yönetmeni Cristi Puiu‘nun üç saati aşkın süreli filmiyle maratona ısındım. Yeni Romanya sinemasını Bay Lazarescu’nun Ölümü adlı filmiyle lanse eden Puiu, dijital sinema icat edilip mertlik bozulmadan önce de böyle uzuuuun uzuuuun film çekerdi. Adını Romanya’da bir bölgeden alan Malmkrog, Rus düşünür Vladimir Solovyov’un “Savaş, Ahlak ve Din Üzerine Üç Mülakeme” başlıklı bir metnine dayanıyor. Bu metin Solovyov’un Deccal’in Masalı başlıklı kısa öyküsünü de içerir, filmin finaline damgasını vuran da bu öykü oluyor.

Dostoyevski ve Tolstoy ile birlikte Rus kültüründe en çok iz bırakan düşünürlerden biri olarak tanımlanan Solovyov’u nedense hiç okumamışım… İnternette aradığımda Türkçeye çevrilmiş hiçbir kitabını bulamadım. Ancak bu film, sakin kafayla okumanın şart olduğu bir yazar olduğunu gösteriyor. Dostoyevski ile arkadaş olduğu hatta, bizzat Karamazov Kardeşler’e esin verdiği bilgisi gerçekten ilginç. Öte yandan Putin’in de en sevdiği yazarlardanmış. Bir nevi Hitler – Nietzsche ilişkisi! Modern Rus felsefesinin kurucusu diye de adlandırılan Volodyov’un 3 saat 21 dakika süren filmde kelime kelime dikte edilen Savaş, Ahlak ve Din Üzerine Üç Mülakeme”sini hatmettik Cristi Puiu sağolsun. Gecenin bir yarısı ve sabah erken bulduğum metinlerine göz atınca pozitivizmi reddetmeyen, ama öncelikle Rus Ortodoks Kilisesi’nin görüşlerine  dayanan, Roman Katolik Kilisesi’nin yaklaşımıyla karşılaştıran bir teolog olduğuna kanaat getirdim.

Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine gönderme

Filmin görsel – işitsel bir sanat eseri olma sınırını aştığını, bir noktadan sonra film yapmaktan vaaz vermeye geçtiğini düşünüyordum. Bir yanım hala bu kadar da zor izlenmemeliydi diyor, ama üzerine biraz daha okudukça başka türlü çekilemeyeceğini anladım, filmin bitmek bilmeyen diyalogları iyice netleşti zihnimde. Malkrog’un günümüz meselelerine, örneğin Avrupa Birliği fikrine, Türkiye’nin bu birliğe ve Avrupa’ya dahil olup olmadığı tartışmasına, hatta iklim değişikliğine göndermeler yapması incelikliydi. Ancak Hristiyan teolojisine meraklı olmayanları, zıvanadan çıkarması işten bile değil! İçindeki aksiyonun çekip çıkarılacağı bir roman uyarlaması olmadığı için Malmkrog bir nevi vaaza dönüşüyor kaçınılmaz olarak. Metnin tarihi ve felsefi ağırlığı sinematik niteliğini ezip geçiyor.

Hristiyan teolojisini temel almasının yanı sıra 93 Harbi olarak da bilinen Osmanlı – Rus Harbi sırasında, orduya savaş dönemlerinde gönüllü katılan Başıbozuk  diye adlandırılan asker sınıfının yaptığı Ermeni katliamına dair korkunç bir anekdotun filmin bir sekansına damgasını vurması nedeniyle Türkiye’de gösterilmesini mümkün görmüyorum. Her ne kadar Balkanlarda çoğunluğu Arnavut, Kafkaslarda çoğunluğu Çerkez olan askerlerden söz edilse de 1915 soykırımına uzanan pogromların yoğunlaştığı bir döneme parmak basan, olaya tanık olan Rus generalin karşı saldırısının kanlı bir intikama dönüşmesini vurgulayan bu anekdot Türkiye’de tepki çekecektir.

Işık Doğu’dan yükselir

Neler izleyeceğime ve yazacağıma gelince: Panorama’nın Arjantinli Clarisa Navas’ın imzasını taşıyor açılış filmi Las Mil Y Una (Binde Bir) ilginç, dokunaklı ve sağlam bir kuir filmiydi onu yazacağım.

Işık Doğu’dan yükselir. Koşa koşa izleyeceğim filmler arasında ilk sıralarda yine çok sevdiğim Asyalı ustalar var: Rizi (Günler) ile Tayvan’dan Tsai Ming Liang, Irradies (Aydınlanmış) ile Kamboçya’dan Rithy Panh, İran’dan Şeytan Vucud Nadarad (Şeytanın Vücudu Yoktur) ile Muhammed Rasoulof. Çinli usta Jia Zhang-ke’nın Yi Zhi You Dao Hai Shui Bian Lan (Deniz Maviye Dönenen Kadar Yüzmek) adlı belgeselini ilk gün kaçırdım, elbet bir yerde yakalarım. Merak eden varsa, Hong Sang Soo’yu unutmadım, sadece yetti gari!

Evsahibi ülkeden, eniştemiz Christian Petzold’un Undine’sini elbette kaçırmayacağım. Batı’ya doğru hedefimde hep kadınlar var: Ilya Khrzhanovskiy ve Yekaterina Oertel’in birlikte yaptığı Dau Natasha belgeseli ile Rusya’dan yola çıkıyor Feministan’a geçiyorum: Agniezska Holland – Charlatan (Şarlatan), Sally Potter – The Roads Not Taken (Sapılmayan Yollar), Josephine Decker Shirley ve Kelly Reichardt – First Cow (İlk İnek) ile beni bekler.

 

İLGİLİ HABERLER

70. Berlin Film Festivali’nde hangi filmler yarışacak?

Berlin Film Festivali’ne Türkiye’den 3 yetenek!

70. Berlin Film Festivali’nin Jüri Başkanı Jeremy Irons

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 13:41:56