Fatih Akın’ın 69. Berlin Film Festivali’nde yarışan filmi Der Goldene Handshuch (Altın Eldiven) Heinz Strunk’un aynı adlı romanından uyarladığı bir korku filmi.
Hamburglu Heinz Strunk, yalnızca yazar değil, oyuncu ve müzisyen. VIVA adında bir televizyon programı da var. Tesadüfen yakalanan serial katil Fritz Honka’nın gerçek öyküsünü anlattığı, 2016’da yayınlanan Der Goldene Handshuche aylarca çok satanlar listesinin tepesinde kalmış ve Wilhelm Raabe Ödülü kazanmış. Film, kara komedi diye tanımlanıyor ama bütün unsurları aynı oranda mübalağa edildiği için bu filmde gülebilene ya da gülümseyebilene, içinde uyanan dehşet ve tiksinti duygusunu bastırabilene aşk olsun!
Gerçek bir kadın katilinin cinayetlerini bütün çirkinliğiyle beyazperdeye taşıyan Der Goldene Handschuh, içindeki “gore ile” herhangi bir korku filminden daha çok rahatsız ediyor izleyenleri… Honka, cesetleri parçalara bölerken testere sesini bastırmak için evde müzik çalarken, bardaki kadınlar çok güzel olduğu için bir aşk şarkısına gözyaşı döküyor. Bu kadar karanlık olmasa ve bu kadar şiddet içermese Pantagruelist denebilecek mübalağalı bir anlatıma sahip Der Goldene Handschuh.
Karikatürize ettiği karakterlerle, grotesk bir dünya yaratıyor ve ’70’li yıllarda 2. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerini hala taşıyan kuşaktan Almanları hicvediyor. Ancak bu hiciv uğruna bir kadın katilinin kurbanlarını bir kadeh schnapps uğruna her tür aşağılanmaya razı, patetik kişilikler olarak betimlemesi, yarı çıplak bedenlerinin istismar edilirken, aşağılanırken, dayak yerken, boğazlanırken, çırpınırken, ölürken, parçalara ayrılırken gösterilmesi mizojiniyi katmerlendiriyor. Bu kadına şiddet sahnelerini yeniden üretmek, en azından feminist yaklaşımla, etik değil. 1970 – 1975 yılları arasında Der Goldene Handschuh adlı barda tanışıp içki ikram etmek için evine götürdüğü, fahişelik yaptıkları iddia edilen beş kadını öldüren alkolik Fritz Honka yer yer kurbanlarından daha insani betimlenmiş. Zaten gerçek hayatta da bu cani sadece 15 yıl ceza almış, alkolik olduğu için psikiyatrik tedavi görmüş, ömrünün sonuna dek gözetim altında kalmış.
Altın Küre kazandıktan sonra Hollywood kariyerini başlatacağı tahmin edilen Akın için Der Goldene Handshuch, Stephen King uyarlaması Firestarter’dan önce bir egzersiz adeta…
O da barın diğer müdavimleri de sünger gibi içen, düzenli ilişkileri olmayan, zaten kadınları meta olarak gördükleri için sevgi de gösteremeyen, bu yüzden de sürekli cinsel açlık çeken erkekler. SS subaylığı yapmış, toplama kampına düşmüş, faşizmin, savaşın ve soykırımın piyonu olmuş, travmasını taşıyan, ekonomik patlama yaşamış Almanya’nın kenar mahallesine sıkışmış, toplum dışı kalmış insanlar… Sürekli genç, güzel, sarışın kadınların hayalini kuran Honka, evine götürebildiği yaşını almış kadınlardan ise kendi yetersizliğinin intikamını alıyor. Evinde sakladığı ceset parçalarından yayılan koku için de alt katında oturan Yunan göçmeni komşularının yemeklerini bahane ediyor.
Fatih Akın her türde film çekebilen bir yönetmendir, ama tıpkı Kesik’te olduğu gibi onun dokunuşunu hissedemediğimiz, yönetmen olarak işini iyi yaptığı ama anonimleştiği filmlerinden biri olmuş. Hamburg St. Pauli’de geçmesi ve Akın’ın en yakın arkadaşı Adam Bousdoukos’un küçük bir rol üstlenmesi gibi ‘bilen bilir’ ayrıntılar var… Paramparça / Aus Dem Nichts ile Altın Küre kazandıktan sonra Hollywood kariyerini başlatacağı tahmin edilen Akın için Der Goldene Handshuch, Stephen King uyarlaması Firestarter’dan önce bir egzersiz adeta… Bir dönem filmi olarak yapım tasarımı çok başarılı. Sanat yönetimi, kostüm ve saç tasarımı, hele makyaj gerçekten çok iyi. Notre Dame’ın Kamburu Quasimodo’yu andıran Fritz Honka’ya canlandıran Jonas Dassler o kalın gözlüklerin, eğri burnun, kırık dişlerin altında nasıl da yakışıklı ve tatlı bir yüze sahip! Hafifçe kamburu çıkmış, yürümesi sorunlu Honka’nın beden dilini de çok iyi canlandırıyor. Dassler’e En İyi Erkek Oyuncu ödülü verilmesi şaşırtıcı olmaz.