Macar yönetmen İldiko Enyedi’nin 18 yıl aradan sonra yazıp yönettiği ilk uzun metrajlı film olan On Body and Soul, 67. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’nın sahibi oldu. On Body and Soul, örneğine az rastlanır bir başarı elde ederek Altın Ayı’nın yanı sıra FIPRESCI Uluslararası Film Eleştirmenleri Jürisi, Ekümenik Jüri ve Berliner Morgenpost İzleyici ödüllerini kazandı. Sinemacıların, eleştirmenleri ve izleyicileri aynı film üzerinde birleştiren bu film, Enyedi’nin muhteşem dönüşü olarak da anılacak ileride. 1989 yılında Benim 20. Yüzyılım / Az én XX. századom’un Cannes Film Festivali’nde en iyi ilk film seçilmesiyle Altın Kamera kazanan Enyedi’nin ’21. yüzyılı’ da bu komik, hazin, gerçekçi ve rüya gibi, sinematografisi de mizanseni de mükemmel aşk filmi oldu. Enyedi, ödülünü alırken herkesin sevebileceği “bir bardak su gibi bir film” yapmak istediğini söyledi. Bu amaca ulaştığını her kesimin takdirini kazanarak teyit etmiş olmak bütün ödüllerden daha büyük bir tatmin sağlamış olsa gerek…
On Body and Soul bir yanıyla bir bardak su ama içinde ne mineraller var! Son derece zengin bir altmetne sahip. Ormanda birer geyik oldukları aynı rüyayı gören aşıkların ruh hallerini Jungyen bir değerlendirme dışında tutmak mümkün görünmüyor. Rüyaların kökeninin bilinçdışında olduğunu savunan, kişinin bireyleşmesi sürecinde bir anahtar olacaklarını ileri süren Jung’un yaklaşımı filme yansıyor. Ayrıca Macaristan’ın kuruluş mitinde de geyiğin rehber rolü var: Hunor (Hun) ve Magor (Macar) bir beyaz geyiği izleyerek vardıkları yerde ülkelerini kurar…
Berlinale bağımsız ödüller için kimseyi yeniden ağırlamaz
On Body and Soul Berlinale’nin ilk gününde gösterildiği için çoktan Macaristan’a dönmüş olan İldiko Enyedi, 18 Şubat sabahı 04.00’te yola düşerek Berlin’e geri geldi. 12.00’de düzenlenen Bağımsız Jüriler ödül töreninde üç ödül birden kazanınca son teşekkür konuşmasında sözleri tükenen sempatik yönetmen, bu telaşlı yolculuktan dolayı hazırlıksız olduğu için özür dileyince en azından bir Gümüş Ayı kazandığı anlaşıldı, çünkü Berlinale bağımsız ödüller için kimseyi yeniden ağırlamaz! Bu yüzden ödül töreninde bütün Gümüş Ayılar dağıtılığında, durumdan haberdar olan kimsenin Altın Ayı’nın On Body and Soul’a verildiğinden kuşkusu kalmadı. Sinemanın büyük ustalarından Márta Mészáros’un 1975 yapımı Örökbefogadás / Adoption adlı filminden sonra bu ödülü kucaklayan ikinci Macar kadın yönetmen oldu.
Hayvan iziyle yeni perspektif açmak…
Polonyalı usta Agniezska Holland, parlak kariyerine rağmen büyük ödülleri kucaklamış bir yönetmen değil ama 67. Berlinale’de Sopot / Spoor ile Alfred Bauer Sinemada Yeni Perspektif ödülünü sonuna kadar hak etti. 68 yaşındaki Holland’ın mesleğe başlarken asistanlığını yaptığı Andrzej Wajda da 83 yaşındayken, 2009 yılında Berlin’de Tatarak / Sazlıkta ile aynı ödülü kazanmıştı. Biçimde de içerikte de arayıştan vazgeçmeyen ustaların azminin gençlere de bulaşmasına çok ihtiyaç var.
Doğrusu festivalde On Body and Soul ile birlikte diğer favorim olan Sopot’un ütopik yaklaşımından etkilendiğimde bunu ancak ’68 kuşağından birinin yapabileceğini düşündüm… Çünkü gençler yüzyıldır okuyup izlediğimiz distopyaları tekrar etmekten öteye geçmiyor. Kötüye kötü diyor ama nasıl daha iyiye gidilebileceğine dair bir fikir üretemiyor. Sadece karanlığı görünür kılmakla, onu eleştirmek ve ondan şikayet etmekle yetiniyorlar.
Bu bağlamda aslında o kötülükten ve karanlıktan besleniyorlar. Oysa sınırlar var diye söylenmek yerine o sınırların nasıl aşılacağına, en azından genişletileceğine kafa yormak, sınırları koyan zihniyetin hakkından gelebilmek için onun normlarını, konvansiyonlarını, tabularını zekice yerle bir edecek stratejiler geliştirmek gerekir. Holland bunu Sopot’ta incelikle yapabiliyor. Ödülünü alırken zor zamanlardan geçtiğimizi, “yeni bir perspektif getiren, cesur, önemli filmler”e gereksinme duyduğumuzu boşuna söylemedi.
Hayvan değil insan avlayan Tanrıça
Hayvan izi anlamına gelen Sopot‘un kahramanı, feminist ve ekolojik söylemiyle kutsal erkek ittifakına savaş açmış bir tür tersine Artemis / Diana, hayvan değil insan avlayan tanrıça! Ormanlık bir bölgede iki köpeğiyle yaşayan, astrolojiyle ilgilenen, part time İngilizce öğretmenliği yapan, yerel önderlerin başını çektiği avcılarla mücadele eden ve otoritelerin başına bela olan yeni nesil bir cadı. Hristiyanlığın tövbekar azizlerinden Hubertus miti aracılığıyla erkek egemenliğinin çokboyutluluğunu eleştiriyor. Avlanırken boynuzları arasında çarmıh bulunan bir geyiğe rastlayınca dünyevi zevkleri bırakan Hubertus’un avcıların koruyucu azizi olmasındaki paradoksu, ister kanunu temsil etsin ister kanun dışı olsun, erkekler arasında her daim ittifak bulunması paradoksuyla kıyaslıyor.
Aki Kaurismaki’nin Toivon tuolla puolen / The Other Side of Hope ile En İyi Yönetmen Ödülü kazanması da sürpriz olmadı. Kendi sinemasında istikrarlı bir adım daha atan bir auteur’e uygun bir ödüldü. Kaurismaki her zamanki çekingenliğiyle ödülünü sahneye bile çıkmadan kabul etti. Kurgusundaki sorunlara rağmen dokunaklı konusuyla Jüri Büyük Ödülü’ne değer görülmesi Felicite, dolayısıyla yönetmeni Alain Gomis için büyük bir şans. Dana Bunescu adı gibi kurgusunu da Alain Resnais’nin Hiroshima, Mon Amour’undan esinlenen Ana, mon amour’daki titiz çalışmasıyla Sanatsal Katkı Ödülü için uygun bir seçimdi. Ödül almayı hiç aklına getirmediği saçlarını kalemle toplamış, kazak – kot – bot giymiş haliyle sahneye telaşla koşturmasından belliydi! Ki bu haliyle daha çok sempati topladı.
Oyuncu ödülleri 67. Berlinale’nin tartışmalı tek yanıydı… Kadın oyuncu dalında çok seçenek bulunmasına rağmen erkek oyuncu dalında seçenek kısıtlıydı (evet elalem hep kadın odaklı film çekiyor). On Body and Soul ile Geza Morcsanyi ödülü gani gani hak ederdi, ama majör festivaller genellikle bir filme iki ödül vermemek gibi yazılmamış bir kurala sahiptir. Thomas Arslan’ın Helle Nächte’sinde oğluyla birlikte babasını toprağa vermek için Almanya’dan Norveç’e gitmişken onunla bir gezi yapmak, annesiyle yaşayan çocuğun büyümesini ergenlik çağında yakalamak isteyen babayı canlandıran Georg Friedrich yerine genç meslektaşı Tristan Gobel’i de tercih edebilirdi jüri… Ama Arslan’ın filminin es geçilmemesi iyi oldu…
Daniela Vega ödülsüz kaldı
Kim Minhee’nin performansı iyiydi iyi olmasına ama yine bir filme iki ödül vermeme kaygısından olsa gerek Una Mujer Fantastica’nın olmazsa olmaz senaryo ödülü nedeniyle kendi ayakları üzerinde durmak için ısrar eden, ruhundaki kadını bedenine mükemmel biçimde yansıtmış olan yaslı şarkıcıyı canlandıran Daniela Vega ödülsüz kaldı… Hong Sangsoo ile yaşadığı macera nedeniyle Güney Kore’de çok hırpalanan Kim’e bir dayanışma ödülü olduğu da düşünülebilir…
Başka birçok bölümde birçok filme ödül dağıtıldı. Yakalayabildiklerim arasında iki etkileyici belgesel yer alıyor. Bunlardan biri Ekümenik Jüri ve Tagesspiegel İzleyici Jürisi’nin ödül verdiği Forum filmi Maman Colonelle oldu. Kongo Cumhuriyeti yapımı belgesel, hayatını kadın ve çocukları şiddetten korumaya adamış, dördü kendisinin üçü evlatlık, yedi çocuk annesi polis gücü albayının yeni atandığı bölgede savaş mağdurlarıyla çalışmasını konu alıyor. Yönetmeni Dieudo Hammadi, Afrika sinemasının yükselen isimlerinden biri.
Zor işi başaran belgesel Meksika’daki çeteleri anlatıyor
Uluslararası Af Örgütü’nün oyuncu Aylin Tezel, yönetmen Oliver Hirschbiegel ve örgüt temsilcisi Anne-Cathrine Paulisch’den oluşan jürinin seçimi La libertad del diablo / Devil’s Freedom ise Berlinale Special bölümünde gösterilen çok çarpıcı bir belgesel. Meksika’da çeteler kadar yozlaşmış ordu ve polis mensuplarının da kurbanı olan her yaştan ve kesimden insanla -yüzleri maskeli olarak- röportajlar yapan Everardo González, zor bir iş başarmış. Yaşanan acıları, korkuları, dehşeti yüzlerini bile net göremediğimiz insanların seslerinden yansıtmış ve filmi merakla, ibretle, içimiz sızlayarak izleyebileceğimiz bir gerilim kıvamına getirmiş kurgusuyla…